Nuriye Akman soruyor Gülen’e: “Kenan evrenle görüşme imkanınız oldu mu? “Olmadı. Yani ben hiç aleyhinde olmadım. O birkaç defa aleyhimde konuştu, ona üzüldüm. ‘Bir devlet başkanı, bizim gibi küçük bir adamı ne diye sağda solda konuşmalarına mevzu yapıyor! Bir devlet başkanı gibi konuşsun’ gibi içimden geçti. O’na bir an gönül koydum diyemem de yani devletin başından gelmiş geçmiş insan büyük insan demektir…Biri Evren aleyhinde konuşsa onun ağzını kırarım. Devletin başı olmuş bir dönem.”
Devletin başına geçmiş olan kim olursa olsun, saygıyı, sevgiyi hak ediyor Ona göre. Bu kural sadece alnı secdeye gidenler için geçerli değil! Kenan Evren, Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve Bülent Ecevit (şefaati ile beraber) için geçerli, Necmettin Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan için geçerli değil. Çünkü bu iki kişi namazında, niyazındalar. Namazı- niyazı bir yana bırakalım, bunlar da diğerleri gibi namazsız-niyazsız olsunlar fakat diğerlerinden daha çok millidirler. İşte bunların bu Milliliği, vatan sevdalısı delilikleri, IMF’ye karşı oluşları, dünya beşten büyüktür demeleri, tüm dünyanın gözleri önünde İsraillilere siz bebek katilisiniz diyebildikleri için, Türkiye’yi IMF’nin kapısında beş pul için ben gün bekleyen ülke olmaktan çıkarıp, tüm borçlarını kapatıp IMF’ye borç veren konuma getirdikleri için karşılar.
“Başörtüsü, tesettür füruattır” sözünün üzerinde durmaya bile gerek yok çünkü bu tür emirleri füruat gördüklerinden dolayı, köpük banyolarını da diğer gayri İslami işleri de füruattan kabul edip işleyebildiler. Keza Dinler arası diyalog konusu ve Papa cenaplarına! Yaptıkları taziminin İslamiliği konusunun üzerinde de şimdilik gereksiz görüyoruz.
Yazmış olduğu eserler üzerinde incele yapmak gerekir; oradaki görüşlerin ne kadarı Gülen’e ait ne kadarı intihal (Fikri hırsızlık) olduğunu ve ne kadar islama uygun olduklarının tesbiti yapmak lazım. Gerçi bu intihal FETÖ’cü akademisyenlerin çoğunda olan bir özellik. Ben sadece şimdilik Gülen’in bir eserinden bir örnek vereceğim.
“Meryem, onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Derken, Biz ona ruhumuzu gönderdik de o, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü.”[1] Bu ayetin tefsirinde şöyle diyor Gülen: “Acaba ne idi bu ruh! Hemen büyük çoğunluğu itibarıyla bütün tefsirler, ayeti kerimedeki “ruhumuzu gönderdik” diye belirtilen ruh’un Cebrail (aleyhisselam) olduğunu ifade etmektedirler. Ne var ki burada Kur’an “ruh” tabiri kullanıyor; ruh’un tayininde ise ihtilaf vardır. İhtimalin sınırları ise ihtilafın çerçevesini aşkındır; hata EFENDİMİZN RUHUNU ALACAK(vurgu bize ait MŞA) kadar geniştir. Evet bu da muhtemeldir; zira Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı. Bu itibarla da gözlerinin içine başka hayal girmemişti ve girmemeliydi de. Ona sadece kendisine helal olan biri bakmalıydı. O da olsa olsa Efendimiz olabilirdi; zira O bir münasebetle Hz. Meryem’in kendisiyle nikahlandığına (nikahlanacağına değil MŞA) işaret buyurdu. Bu açıdan da “ruh’un Efendimizin ruhu olabileceği de ihtimal dahilindedir…”[2]Gülen’in Resulüllah’la görüştüğüne inan, aklını kiraya vermiş kişiler bunu okuyunca Gülen’in ne kadar alim olduğunu inanmışlardır bu kehanetinden dolayı. Fakat biraz araştırabilirlerse (ki bunu asla yapmazlar, yapamazlar çünkü Gülenin milyonda bir yanılma payı olduğunu söylüyorlar ve inanıyorlar) bu görüşün kendisine ait olmadığını, kaynağını belirtmediği için hırsız (intihal) olduğunu göreceklerdir. Ama narsist hocaları maalesef bu görüşün kime ait olduğunu belirtmiyor, kendisinin orijinal fikriymiş gibi yazıyor. Bu arada bu görüşün ne kadar saçma ve ne kadar gayri İslami olduğu konusu üzerinde durmayı şimdilik gereksiz görüyorum. Bu tür görüşlerinin temelinde Vahdet-i Vucudçu, Nuri Muhammedi ve Hakikat-ı Muhammedi gibi fanteziler yattığını belirtmeden de geçmeyelim.
Meş’um 15 Temmuz işgalini özetleyecek olursak; bizler muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yok anlayışının bizler ölüm makineleri, haşhaşi fedaileriyiz Millete, milletin çoğunluğunun seçimiyle iktidara gelmiş meşru hükümete husumete evrildiği, gayri Müslimlere gösterilen hoşgörü ve diyalogun müminlere asla gösterilmeyeceğinin anlaşıldığı, eğitim-öğretimi esas alıp siyasetle ilgilenmeyen bir hareketin, hatta Cebrail gelip parti kuracak olsa bile o partiye girmeyeceğini beyan Gülen ve etrafındakilerin devlete, hükümete ve de milleti asker üzerinde terbiye ve dizayn etmek istediklerinin gün yüzüne çıktığının, muhaliflerin yok etmek için ehli sünnete mensup olduğunu haykıran bir örgütün aslında Şia merkezli ve şiadan beter takiye anlayışına sahip olduğunun ayan-beyan olduğu, ehli sünnet söylemlerinin içi boş olduğu, hakikatte ezoterik/mistik/Batıni/masonik, haşhaşvari ve de harici bir örgüt olduğunun, şia aleyhtarlığı (muta) yapıp, şia’ya ait görüşlerin (Mut’a, takiye, masum imam, mehdi) pratize dildiği gulat-ı şia menşeli bir örgüt olduğunun tescillendiği, muhabbet fedailiğinden füze rampalarının kullanacak kadar gözü dönmüşlerin bir araya geldiği caniler topluluğu olduğunun anlaşıldığını belirtebiliriz.
Fethullah Gülen’in yabancı istihbarat örgütleri ve İslam dışı tarikatlarla dirsek temasta olduğu bilinen bir gerçektir. Seçim döneminde Marksist-Leninist bir örgüt için ev ev dolaşıp oy istemeleri, bunların ne kadar dindar olduklarının delilidir. Son günlerde meydana gelen PKK’nin yaptığı bombalı saldırılar, PKK-FETÖ işbirliğinin, küresel bir üst aklın verdiği emrin, “Barış Güvercinleri” ile “Karıncaezmez, Muhabbet Fedailerinin” birlikte yerine getirilmesinin sonucu olduğu görülmektedir. Üst aklın/Gladio’nun kendisine biçtiği görevi hakkıyla yerine getirme aşkıyla ABD’nin Afganistan’da, Irak’ta ve değişik bölgelerde yaptığı zulmü, ahlaksızlığı örtbas edercesine “Haçlı'nın ülkenizi işgal etmesi çok tehlikeli bir şey değildir. Bir kere onlar sizin kadınınıza, kızınıza ilişmezler. Mabedinize ilişmezler. İlişmemiştir, Haçlılar!”diye hezeyanlarda bulunabiliyor. Kendi tabirleriyle “Haçlı Orduları”nın Felluce’de, Ebu Garib’te yaptıklarını unutmak ya da görmemek insanlıktan yoksun olmanın göstergesinden başka nedir? F.Gülen’in bir Gladio projesi olduğuna dair onlarca delil bulunmaktadır. 1990 sonlarında Lüksenburg Başbakanı Jacgues Santes “Türkiye’deki örgütün adı Kontrgerilla’dır ve bir tek oradaki gizli örgüt tasfiye edilmedi…” diye beyanat veriyor. Ayrıca CIA’nın eski başkanlarından William Colby’de bu konuda şunları söylemektedir. “Nato üyesi olmasından dolayı Türkiye’de de Gladio benzeri bir kurumun varlığı ihtimali bulunuyor. Türkiye’nin komünistlerinin eline düşmemesi için CIA’nın antikomünist kuruluşlara destek vermiş olması ihtimali vardır.” 1971’lerde F.Gülen’in MİT’in başındaki Fuat Doğu ile ilişkisi, Erzurum’da kurulan Komünizmle Mücadele Derneğinin kurucuları arasında olması ve bugüne kadar İslami Hareketlere karşı olan tavrı buna mukabil İslam düşmanlarına (özellikle Yahudilere) olan muhabbeti bizleri F.Gülen hareketinin bir Gladio projesinin eseri olduğu şüphesine götürüyor.
F.Gülen ve destekleyicileri olan batılı güçlerin “Müslüman kardeşler özentili” Ak Partili bir hükümeti devirmek için ellerinden gelen tüm çabayı göstermeleri şunu bizlere gösterdi. Batılılar tıpkı Mekke müşriklerinin acıktıklarında putlarını yedikleri gibi bunlarda demokrasilerini yediler, demokrasi sınavında sınıfta kaldılar. Üçüncü dünya ülkeleri dedikleri ülkelere güya evrensel inan haklarını, demokrasiyi ihraç etmeye çalışıyorlar, fakat daha önce Cezayirde, Mısırda ve şimdi de Türkiye’de halkın kendi kendilerinin yönetme isteklerinin üzerine tankla, topla, uçakla saldırdılar. Demokratik yöntemlerle gelen yönetimleri askeri darbelerle yıkmaya kalkıştılar. “bizim çocuklar” dedikleri darbecileri destekleyerek, demokrasi konusunda çifte standarda sahip olduklarını bir kez daha tescillediler.
Şer sandığımızda hayır, hayır sandığımızda şer olabilir. Bu işgal şunu hem bize hem de ülkeyi işgal etmek isteyenlere şunu gösterdi: artık halk darbeleri, baskıyı istemiyor. Sağ-sol deyip kamplara ayırıp, bu ayrışmadan dolayı istediklerini yapacaklarını sananlara fırsat vermiyor. Nisbi de olsa şu anki demokratik haklar, darbecilerin getireceği yönetimden daha iyidir. Bu halk artık jakobence yönetilmek istemiyor. İşte burada İslah Hareketinin önemi ortaya çıkıyor. Yukarıdan değil, tabandan, toplumun islahı ile ancak yönetim değişebilir ve halk hakiki liderini bulduğunda neleri yapacağını, işgalcileri ve onların satılmış yerli işbirlikçilerini nasıl kovduklarını, kanlarının son damlasına kadar liderini ve özgürlüğünü koruduğunu gösterdi. He ne kadar Gülen’in yanılma payı milyonda bir olduğuna inanıyorlarsa da bu başarısız işgalleri gösterdi ki, milyonda bir doğruluk payı ancak vardır. Her ne kadar Gülen’in öğrencisi, muhibbi Prof. unvanlı Osman Özsoy “Ben siyaset bilimi profesörüyüm ya. Altyazı geçin televizyon kanallarında 'yarın sokağa çıkma yasağı var' diye bakın sokağa çıkıyorlar mı? Bütün darbeler Cuma günü oluyor. Hocaların evleri cami avlusundadır, namaza bile geçmezler korkularından. Türkiye'de insanların demokrasiye sahip çıkmak gibi falan bir refleksi yok. Bunlar kuru kalabalıklar. Bir tane sağcı aydın bile çıkmayacaktır bak.” dediyse de vakıa tahminin tam tersiydi. Son olarak daha bu FETÖ örgütüne sempati ile bakan, ya da onların hizmet, hoşgörü, muhabbet hareketi olarak gören gafillere şunu söyleyerek bitirmek istiyorum: ister FETÖ olsun ister diğer cemaat ve oluşumlar olsun, bunları değerlendirirken “insanları içkiden alıkoyuyorlar, namaza başlatıyorlar, takke taktırıyorlar, şalvar giydiriyorlar, tesettüre girdiriyorlar” gibi bazı dini görüntülere bakarak bunarlın iyi olduğunu, İslami olduğunu savunmasınlar. Dış görünüşlerinden ziyade, dini düşüncelerinin kaynaklarına baksınlar. Rüyalar, menkıbeler, esatirlere göre mi yoksa Kur’an ve sahih Sünnete göre mi oluşturuyorlar?
Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden Doç.Dr. Ali Karataş’ın yerinde tesbitiyle konuyu bitirelim.
“Öncelikle unutulan ve görmezden gelinen asıl nokta ibadetten ve ahlaktan önce inancın düzgün olmasıdır. “Keramet sahibi olma ve hikmetinden sual olunmaz” inancının inşa ettiği birçok tarikat ve cemaat yapılanmaları, başlangıçta dindar bir toplum inşa ediyor gözükse de tüm hayatı boyunca dindarlığının kendisine bir şey kattığı düşünülmesine rağmen, inancının fasit olmasıyla her şeyi saniyede götürme gibi bir talihsizlikten başka bir sonuca ulaştırmamasıdır. Bu çerçevede düşündüğümüzde bu itikat, Allah’a inanan ve bunun yanında keramet gösterdiğini düşündüğü ve apaçık bir şekilde hatalı olsa da hikmete mebni olarak bu hikmetinden sual olunmayan yarı tanrısal kişiler zümresini teşekkül ettirmektedir. İşte bu zümreden birisi de FETO kalpazanıdır; ancak bu kalpazanlar da bununla sınırlı kalmayacaktır.”