Zafer Burakmak
Kandil’in 2015’teki özerklik ilanları ile denediği başarısız “Devrimci Halk Savaşı”nın yarattığı tahribat nedeniyle inisiyatifi kaybeden HDP, sönükleşen kitlesini tekrar toplamayı hedefliyor. HDP Eş Başkanları dahil onlarca HDP’li vekilin gözaltına alınması, tutuklanması ve yüze yakın belediyeye kayyum atanması dahi kitleyi harekete geçiremedi. 15 Temmuz darbe girişimi ardından ilan edilen OHAL ile birlikte zaten durağanlaşmış olan kitle, eylemselliklerden iyice çekildi.
Halbuki PKK’nin 2015 kalkışması ardından düştüğü askeri tıkanıklığı aşmasının tek çaresi ancak yüzbinlerin katılacağı yürüyüşler olabilirdi. Bu nedenle şehirlerde büyük çağrılar yapıldı, kitlesel yürüyüşler hedeflendi. Ancak hiçbirinde 2 yıl öncesindeki her hangi bir çağrıyla toplanan kitlenin çeyreği bile toplanamadı. Bu durum, PKK’nin silahlı kanadının kayıplarından çok daha büyük bir kayıp olarak değerlendirilmelidir. Zira Suriye’de alan hakimiyeti sağlayan ve bölge nüfusunu ‘zorunlu askerlik’ adı altında silah altına alan ve yine Şengal gibi bir bölgede gençleri dağa çekebilen Kandil için, militan kayıpları çok da tedirgin edici boyutta değil. Her ne kadar Rakka gibi farklı alanlara kanalize etseler de artık büyük insan kaynaklarına sahipler. Yine de Kandil yönetimi için dağdaki kayıpların en büyük zararı, örgütün neredeyse “Devrimci Halk Savaşı” ile geldiği kurtarılmış hakimiyet bölgeleri oluşturabilme noktasından, örgüt militanlarının çatışmalarla kazanım elde etme hedeflerinin ve “silahlı birimin artmasının doğrudan zafer getireceği” inancının sarsılması olarak değerlendirilebilir.
Ancak bölge kentlerinde yaşanan kitle kaybı, militan kayıplarından da, belediyelere el konulmasından da daha ağır gelmektedir. Çünkü büyük kitlelerin sahibi bir yapı, militan yetiştirmeyi de kayyum atanan belediyeleri tekrar seçtirmeyi de başarabilir. Bundan da önemlisi, PKK’nin tarihinden itibaren kitleleri kazanarak, siyasi hakimiyet kurma hedefinde gerileme riski barındırmaktadır. Unutulmamalıdır ki; 1984’te ilk saldırısını yapan örgüt, militan sayısını birkaç yıl içinde artırmış ancak kitle desteğini binlerce kayıp yaşadıktan sonra ancak 1990’ların çeyreğinden itibaren kazanmıştır. Ve bu kazanç, kayıplarla birlikte gittikçe artarak devam etmiştir. Lakin şuan işler pek de öyle yürümüyor. “Demokratik Özerklik” ilanları sonrası yaşanan çatışmalarda ciddi kayıplar yaşanmakta ancak kitle desteği de günden güne aynı oranda düşmektedir. Bu nedenle Kandil için asıl önemli olan, durgunlaşan tabanın zamanla sosyal yaşam içinde erimelerine engel olmaktır. Çünkü sokak çağrılarına uymayanlar sadece HDP’ye oy veren seçmenler değil, daha önce sokak eylemlerindeki yüzü maskeliler bile kenara çekilmiş durumda. Gençlerin sokaktan uzak kalma süreleri arttıkça bir daha dönmeme ihtimali de artmaktadır.
Bu anlamıyla HDP/DBP’nin eylemleri çok ciddiye alınmaktadır. Ancak HDP’nin 2015’ten bugüne kitleyi bir türlü sokağa dökemediği de aşikar. HDP’nin, özellikle CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Adalet Yürüyüşü’ne iktidara muhalif kesimlerin gösterdiği ilgiyi de dikkate alarak başlattığı ‘Adalet ve Vicdan’ nöbetlerindeki sönüklük dikkat çekiciydi. HDP’nin çok güçlü olduğu Diyarbakır ve Van gibi illerdeki oturma eylemlerine halkın ilgisizliğini, yine Kürt nüfusun güçlü olduğu İstanbul ve İzmir’deki sönüklük takip etti. En son dün Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki kentsel dönüşüme karşı yapılan eylemdeki cılızlık da HDP için problemin büyüyerek devam ettiğini gösteriyor. Bu hareketi takip edenler bilir ki; her sorun kendisiyle birlikte aynı zamanda günahı yükleyecek suçluları da büyütür. Ve söz konusu şehirlerdeki kitle olunca suçlular da daha çok şehirlerdeki siyasilerden seçilir. Bu anlamıyla tutuklu bulunan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ya da Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Fırat Anlı’nın, dışarıda olan HDP’li Osman Baydemir ya da Ahmet Yıldırım’dan daha şanslı oldukları söylenebilir. Kitle desteği sağlayamayan eylemlerden, tutuklu bulunan Demirtaş gibi vekiller sorumlu tutulamayacağı için tüm sorumluluk dışarıdaki HDP’lilere yüklenmektedir. Örgüt ve partinin tüm sorumluları, halkın destek vermemesini (her ne kadar kamuoyu önünde devletin baskısına bağlasalar da) HDP’li siyasetçilerin pasifliğine yorumlamaktadır. İleride yapılacak tüm eleştirilerde içeridekilerin “elimiz kolumuz bağlandı” cevaplarına karşın, dışarıdakilerin argümanları zayıf kalacaktır. Hatta yarın belki cezaevinden kahraman edasıyla çıkacak olan HDP’liler bile “bu kitle neden bu hale geldi” diye dışarıdakileri suçlayabilir. Cezaevlerinde olan HDP’lilerin sessizliğine bakmayın; dışarıdakiler yıpranırken içeridekilerin yıldızları parlamakta, yarın için sözlerinin değeri artmaktadır. Buna karşın dışarıdakiler, her sonucu olumsuz çağrıyla biraz daha ezilmekte, siyasi geleceklerini küçültmektedirler.
Bu gözle bakıldığında siyasi gelecekleri için dışarıdaki HDP’lilerin mi yoksa cezaevlerinde tutulanların mı daha şanslı olduklarını tekrar düşünmek gerek.