ÇÖZÜM SÜRECİ’NDE SOMUT ADIMLAR 7 HAZİRAN SONRASINA KALDI

Bir genel seçim öncesinde bu tür polemiklerin yaşanması olağan karşılanabilir. Ancak hükümet ile Öcalan ve PKK arasında diyalog süreci yaşanırken, herkes meseleyi şahsileştirmekten, muhatabına kırıcı söz ve ifadelerle hitap etmekten,

VAN 23.03.2015 10:59:23 0
ÇÖZÜM SÜRECİ’NDE SOMUT ADIMLAR 7 HAZİRAN SONRASINA KALDI
Tarih: 01.01.0001 00:00
 
Abdullah Öcalan, büyük bir ilgi, katım ve merakla beklenen bu yılki Newroz mesajında, son aylardaki iniş çıkışlara rağmen sürdürülmeye çalışılan Çözüm Süreci’ne yönelik olumlu pozisyonunu bir kez daha ortaya koydu ve yine iyimser bir hava estirmeye çalıştı. Açıklamasında, onu ve tabii ki süreci takip eden insanlar bakımından sürpriz bir nokta yoktu.
Öcalan mektubunda, Suriye’deki Süleyman Şah Türbesi’nin, güvenliği Kürtler tarafından sağlanan bir bölgeye nakliyle sonuçlanan Şah-Fırat Operasyonu ve sonrasındaki gelişmelerle ilgili olarak ilk kez “Eşme Ruhu” diye bir ifade kullandı. Sözlerindeki tek yeni konu bu ifadeydi. Şah Fırat Operasyonu’nun sonuçları Kürtler tarafından fazla önemsenmediyse de Öcalan’ın, bu ifadesiyle Türkiye’nin Kürt olmayan yurttaşlarına ılımlı ve yumuşatıcı bir mesaj vermek istediği söylenebilir.
Öcalan, silahlı mücadele konusunda ilk kez 5 Eylül 1999 tarihinde PKK Başkanlık Konseyi ve Merkez Komitesi’ne yazdığı mektubunda düşüncelerini şöyle açıklamıştı:
“2000’e birkaç ay kala PKK tarihinin önemli bir dönemecini geçerken, yaşanılan gelişmeleri sizlerle değerlendirmek büyük bir tarihi önem taşımak kadar, benim için bir görevdir. Tüm silahlı güçlerinizi Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışına çeker ve olağanüstü bir kongreye giderken, teorik olduğu kadar pratik gelişmelerin yeni, yaratıcı olmak kadar cesur sorumluluğuna müdrik bir önemli mücadele döneminden, silahlı çatışma yanı ağır basan bir devrimsel süreçten, genelde şiddete, özellikle silahlı şiddete stratejik olarak son veren ve yasal çerçeveyi esas almakla birlikte, demokratik siyaset içerikli bir evrimsel sürece girmek biçiminde tanımlayacağımız tarihi bir aşamayla karşı karşıyayız… Uluslararası toplum esas olarak 20. yüzyılın dünya çapındaki savaşlarını, ulusal, sınıfsal, etnik, dini içerikli yoğun çatışmalarını -devrim ve karşı devrim kadar her tür darbe ve tarihte eşine rastlanmayan nükleer şiddet de dâhil-, şiddet yanı ağır basan sürecini aşmaya, bunun yerine 2000’li yılların esas itibariyle; insan haklarına, kültürel özgürlüklere, toplumsal eşitliğe yeni yaklaşımlarını, genelde de demokrasinin zaferi diyebileceğimiz yeni yüzyılın barışını esas alan perspektif ve uygulamalarının örgütsel kurumsallaşmasını öne alıp tartışarak, bu yönlü hedeflerini başarmaya çalışmaktadır. Tümüyle bir tehlike olarak ortadan kalkmamakla birlikte, ulusal ve uluslararası ilişkilerde şiddet unsurunun giderek etkinliğini yitireceği, fazla bir çözüm değeri taşımayacağı, dolayısıyla anlamsızlaşacağı ve var olan askeri güçlerin de daha çok caydırıcı ve sınırlı kullanılabileceği kesindir…”
Bu mektubunda, kafasındaki silahlı mücadele sayfasının kapandığını belirtmeye çalışırken, düşüncesinin örgütü tarafından da kabul görmesini istemişti. O günkü koşullarda bunu kendi örgütüne kısmen kabul ettirebilmiş ve 4 yıl kadar kısa bir süre için çatışmasız bir ara dönemin yaşanmasını başarmıştı. Ancak bölge ve Türkiye’nin savaş yanlısı aktörlerinin benimseyeceği, kalıcı bir çatışmasızlık ortamının sağlanması mümkün olamadı.
Keza Öcalan, 2013 ve 2014 Newroz mesajlarında da aktif olarak rol aldığı silahlı mücadele döneminin artık terk edilmesi gerektiğinin altını çizmişti. Ne var ki, çatışma öncesi ve çatışma döneminde oluşan güvensizlik ortamını kısa sürede aşabilmek pek kolay gerçekleşmeyecekti. Aynı durum şimdi de geçerlidir ve Newroz’da Diyarbakır’da toplanan yüzbinlerce insanın coşkulu bir katılımla barış, özgürlük ve eşitlik istemelerine rağmen, geleceklerini tek bir devlet yapısı içinde ve birlikte yaşama doğrultusunda gerçekleştirebilmeleri yönünde bir umut ve irade gördüğümüzü söyleyemeyiz. Fiilen ayrışma yaşandığını, miting organizasyonundan tutun da verilen mesajlardan, çalınan müzik ve marşlardan net olarak anlamak mümkündü.
Çözüm Süreci’ndeki karamsarlık noktaları
28 Şubat 2015 Dolmabahçe Açıklaması’na atıfla başladığı şu ifadeler, Öcalan’ın mesajının merakla beklenen ve sanırım farklı yorumlara yol açacak bölümü oluşturuyor:
“Deklarasyon gereği ilkelerde mutabakat oluşmasıyla birlikte PKK’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yaklaşık kırk yıldır yürüttüğü silahlı olan mücadeleyi sonlandırmak ve yeni dönemin ruhuna uygun siyasal ve toplumsal strateji ve taktiklerini belirlemek için bir kongre yapmalarını gerekli ve tarihi görmekteyim. Umarım ilkesel mutabakata en kısa sürede varıp Parlamento üyeleri ve İzleme Heyeti’nden teşkil edilen bir Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu’ndan geçerek bu kongreyi başarıyla realize etme durumunu yaşarız. Bu kongremizle birlikte artık yeni dönem başlamaktadır. Bu yeni dönemde, Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde özgür ve eşit Anayasal yurttaşlık temelinde demokratik kimlik sahibi demokratik toplum olarak, barış içinde ve kardeşçe yaşama sürecine giriyoruz. Böylelikle 90 yıllık Cumhuriyet tarihinin çatışmalarla dolu geçmişini aşıp gerçek barış ve evrensel demokrasi kriterleri ile örülmüş bir geleceğe yürüyoruz.” 
Burada Öcalan, bir yandan beklentilere uygun olarak PKK yönetimine tarih veya süre vermeden silahlı mücadeleyi bırakmaları için kongre çağrısı yaparken; diğer yandan da bundan önce “Parlamento üyeleri ve İzleme Heyeti’nden teşkil edilen bir Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu” sonrası şartını ileri sürerek, topu hükümete ve TBMM’ye atıyor. PKK’nın bir an önce kongresini toplayıp silah bırakma kararı vermesini tavsiye ederken, hükümetin de gerekli adımları atmasını ve böylece “kongreyi başarıyla realize etme” aşamasının şartlarının sağlanmasını istiyor. Bu ifadelerle birlikte yeni bir kafa karışıklığının ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Dikkate değer bir husus ise Kandil’deki PKK yöneticilerinin, geçtiğimiz günlerde çeşitli medya organlarında çıkan açıklamalarında, “Silah bırakma kararını ancak Öcalan’ın bizzat katılıp görüşlerini yüz yüze kabul ettirebileceği bir kongre ile gerçekleştirebileceklerini, aksi halde gerillanın Öcalansız bir kongrede silah bırakma kararını kabul etmeyeceğini” açık olarak seslendirmeleridir. Bu da, Öcalan’ın o yöndeki tavsiyesini peşinen boşa çıkaran bir tutumdur. Kandil’in bu tutumunu benimseyip destekleyen çok sayıda Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) karşıtı, ulusalcı-laikperest ve radikal sol düşünceli insanın da Türkiye’de var olduğunu, yazıp çizdiğini belirtmekte yarar var.
Bir iyiye gidiş ihtimali güçlenirken, Çözüm Süreci’nin birinci derecede mimarı olarak tarihe geçecek bir politikacı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, hiç gereği yokken Kürtlere “…Sizin neyiniz eksik?” demesi ve “…Kürt meselesi yoktur!” ifadesini gündeme taşıması, Kürtler ve çözüm yanlısı insanlarda başka bir karamsarlığa yol açtı ve tasvip görmedi.
Sayın Cumhurbaşkanı, o sözleri 2012 yılında da Başbakan olarak birkaç kez tekrarlamıştı. Ne var ki, o günlerde ortalığın kan revan içinde olduğu bir dönemden geçiliyordu ve yaşanılan iklime hiç de denk düşmeyen bu ifadeleri tartışmalara neden olmuştu. Erdoğan da ne demek istediğini birkaç kez açıklama ihtiyacı duyarak görüşünde fazla ısrar etmemişti. Ancak silahların sustuğu, ortalığın sakin olduğu şu günlerde çözüm için ciddi adımlar atılması beklenirken tekrar böylesi açıklamalar yapmasını, kendince bazı politik gerekçeler ve bilemediğimiz mülahazalarla olsa dahi, toplumdaki umutları artıran, iyimserlikleri güçlendiren bir mesaj olarak görmek mümkün değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklamasına karşılık, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tepkisi de aynı ölçüde zamansız ve yersizdi. Kendisinden çok daha açık ifadelerle Çözüm Süreci’ne dair görüşler ortaya koyması beklenen Demirtaş, parlamentodaki parti grup toplantısında, “Sayın Recep Tayyip Erdoğan! HDP var oldukça, HDP’liler var oldukça seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız!” diyerek meseleyi kin ve nefret kokan bir ant içme töreni haline sokup şova dönüştürmemeliydi. Etrafındaki birilerinin alkışına mazhar olsa da, Erdoğan’a verilmesi gereken cevabı böyle olmamalıydı. Konu hakkında söylenecek, eleştirecek pek çok şey varken meseleyi böylesine kişiselleştirmemeliydi.
İzleme Heyeti ihtiyacı
Çözüm Süreci’nde, dünyanın benzer sorunlarını yaşamış ülkelerinde de örneklerine rastladığımız gibi, taraflar arasında tam mutabakat ve memnuniyet ortamı beklenmemeli. HDP kanadının hükümeti “kapalı kapılar arkasında verdikleri sözleri kamuoyun önünde inkâr etmekle” suçlaması, hükümet üyelerinin aynı suçlamaları tersinden ifade etmesi, bir İzleme Heyeti’nin gerekliliğinin ortaya çıktığının göstergesi. Yaşanan sorunların azaltılabilmesi, öncelikle bir İzleme Heyeti kurulup göreve başlaması ile mümkün olabilir. Eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İzleme Heyeti’ne karşı olduğunu belirtmesi ve Başbakan Yardımcı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın buna cevabı sonrası tartışma, problem ve engeller ortaya çıkmazsa, sürecin şeffaflığını sağlamanın gereği yapılmalıdır.
Zaten böylesi bir İzleme Heyeti teşkil edilmesinin yasal zemini, 10 Temmuz 2015 tarihinde kabul edilen Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun’a atıfla çıkarılan 1 Ekim 2015 tarihli Çözüm Süreci Kurulu ve Kurumlar Arası İzleme ve Koordinasyon Komisyonu’na ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı ile sağlanmıştır.
Elbette bir genel seçim öncesinde bu tür polemikler ve sataşmaların yaşanması olağan karşılanabilir. Elbette kimsenin kimseye körü körüne boyun eğmesi, tabi kılınması beklenmemelidir. Ancak hükümet ile Abdullah Öcalan ve PKK arasında bir barış ve diyalog süreci yaşanıyorken, hangi taraftan olursa olsun, hiç kimsenin meseleyi şahsileştirmesi, muhatabına kırıcı söz ve ifadelerle hitap etmesi, bir nefret dili geliştirmesi doğru değildir.
Keza genel seçim arifesinde hükümetlerin uzun vadede sonuç alınabilecek politikadan ve seçmen tercihleri açısından risk oluşturabilecek icraattan kaçındıkları, kısa vadeli ve oy arttırıcı icraata ağırlık verdikleri bir gerçektir. Riskli ve ciddi adımlar atılması beklenmemelidir.
Öyle gözüyor ki, AK Parti ve HDP’nin 7 Haziran 2015 genel seçimlerine dönük kampanyalarındaki öncelikleri, yeni anayasaya ve Çözüm Süreci olacak. 7 Haziran sonrası yeniden yakın bir seçim dönemi de olmayacağına göre, HDP yüzde 10 seçim barajını aşsa da aşmasa da, Kürt Barışı yönünde çok daha hızlı ve somut adımlar atılması beklenebilir.El-cezire/ Ümit FIRAT