İki taraftan da zayiatlar arttıkça kimse mesuliyet almak istemediği için karşılıklı olarak "Ben bitirmedim, sen bitirdin!" suçlamaları yapılmaya başlandı.
Çözüm sürecinin baş aktörleri hükumeti ve devleti temsilen Erdoğan, PKK'yi temsilen de Öcalan idi.
Müzakerelerde neler konuşuluyordu, hangi pazarlıklar yapıldı, hangilerinde mutabakat sağlandı, hangilerinde uzlaşılamayacak düzeyde derin ihtilaflar vardı, bilemiyoruz. Ancak 2013'te Öcalan'ın Newroz konuşması ve takip eden birkaç aylık heyecan ve motivasyon dönemi hariç son bir yıllık sürecin zoraki yürüdüğü, ateşkesin bir pamuk ipliğine bağlı olduğu açık seçik ortadaydı.
7 Haziran seçimleri AK Parti açısından tam bir hayal kırıklığı, HDP ve dolayısıyla PKK açısından ise bir zafer olarak yorumlanınca her iki taraf da çözüm sürecinde durdukları yeri revize etme, durumlarını yeniden güncelleme ihtiyacı duydu.
AK Parti'nin kimi politikalarını yeniden revize etme ihtiyacı anlaşılır bir durumdur da bu süreçte kazanımlarını en üst seviyeye çıkarmış bir PKK için bu makas değişikliğinin sebebi anlaşılır gibi değil.
Öcalan'ın mevzuya dair düşüncelerini dolaysız bir şekilde dinleme imkânımız olmadığı için Kandil'den verilen mesajlara baktığımızda şu faktörlerin belirleyici olduğunu görürüz:
1. AK Parti'ye karşı oluşan güçlü muhalefet bloku: Ulusalcılar, Kemalistler, Solcular, bir kısım Liberaller, Beyaz Türkler, Fethullah Gülen Cemaati...
Bu süreçte AK Parti karşıtlığı temelinde oluşan bu muhalefet bloku, ayrıca seçim neticesinin AK Parti'nin tek başına iktidar olmasına imkan vermeyecek şekilde neticelenmesi PKK açısından mutlaka değerlendirilmesi gereken kaotik bir hal, bir fırsat olarak algılandı.
"Tayyib’in ordusu, Tayyib’in polisi, sizinle herhangi bir sorunumuz yok, sorunumuz Erdoğan’dır (AK Parti karşıtı muhalefet blokuna hitaben), Türkiye'de demokrasi güçleri birlik olmalı..." şeklindeki tüm yaklaşımların altında yatan mantık budur.
2. Suriye'deki gelişmeler: PKK Suriye'de Esad - İran ittifakına dahil olduktan sonra tabiatıyla bu ittifakın karşı cephesinde yer alan Türkiye karşısında konumlandı. Bu ister İran ve Esed'in tazyikleriyle olsun, ister oradaki kazanımlarını (kantonlar) koruma niyetiyle olsun fark etmez
3.Yine Suriye'deki gelişmeler bağlamında ortaya çıkan IŞİD faktörü, Türkiye'nin Suriye politikasına karşı çıkan, dahası AK Parti/Erdoğan karşıtlığıyla mümeyyiz iç ve dış çevrelerin Erdoğan'ı IŞİD destekçisi gibi göstermesine karşın, batının çok hevesli olduğu IŞİD'le savaşın kara gücünü oluşturmaya namzet ve gönüllü bir PKK bu süreçte yeni keşfedilmiş bir cevher gibi takdim edildi. Uluslararası ilişkiler ve diplomasi konusunda oldukça tecrübesiz olan PKK oluşturulan bu sempati dalgasına güvenerek bölgede ABD ve Batı'nın yeni müttefiki olabileceğini, bu ittifaka yaslanması durumunda bu ittifakın gücünden de istifade ederek kazanımlarını daha da büyütebileceğini düşündü.
4. AK Parti ile PKK arasındaki ideolojik farklılık ve doku uyuşmazlığı: AK Parti'nin İslami/muhafazakâr/sağcı anlayışına mukabil PKK'nin sol/seküler bir ideolojik gelenekten gelmesi bu iki kesim arasında bir mesafe/karşıtlık oluşturuyor. Koalisyon pazarlıkları yapılırken görüldü ki esasında AK Parti ile barış müzakereleri yürüten HDP, AK Parti’yle koalisyon yapmaktansa CHP ve MHP ile koalisyon yapmaya daha yatkın ve istekli.
Bu politikaların hangisi rasyonel, hangisi yanıltıcı, bu işin sonu nereye varacak, buna dair öngörülerimiz elbette ki vardır ama hep beraber bekleyip görelim.
HASİP YOKUŞ / YÖNELİŞ-HABER