ÇOKLUK KURUNTUSU: TEKÂSÜR

kıyamet kopmadıkça, son da olmayacaktır

VAN 7.06.2014 11:15:15 0
ÇOKLUK KURUNTUSU: TEKÂSÜR
Tarih: 01.01.0001 00:00
Yeniden diriliş kaygısı taşımayan, sadece içinde bulunulan anı behimî zevklere göre yaşamak olarak tanımlayabileceğimiz dünyevileşme adı verilen sapmayı anlatan Kur’an kavramlarından biri de ‘tekâsür’dür. Tekâsür, cimrilik, kıskançlık, tekebbür, istikbar, zulüm, tuğyan gibi kelimelerden oluşan kavram haritasının bir ferdidir. Arapçada kesret çokluk demektir. Aynı kökten türemiş olan ve Türkçeleşmiş ekser ve ekseriyet kelimeleri çoğunluk anlamına gelir. Tekasür ise, bir şeyin çokluğuyla övünmek ve çoğaltmak isteği demektir. Tekasür kelimesi {et-tekâsüru}, birincisi, adını verdiği Tekasür suresinin ilk ayetinde, ikincisi de Hadid suresinin 20. ayetinde olmak üzere Kur’an’da sadece iki ayette geçmektedir. Bu durumda Tekasür kavramının aslına uygun şekilde anlaşılması için kaçınılmaz olarak, her iki ayette ifade ettiği anlama, kelimelerin bağlamına ve her iki ayetin anlam içeriğine bakmak gerekmektedir. Tekasür suresinde tekâsür kelimesi, ‘çokluk kuruntusu’, ‘çoklukla övünmek’ anlamlarına gelmektedir. Arapçada insanlar karşılıklı olarak şan ve şöhret yarıştırmaya başladıklarında ‘tekâsera’l kavmu’ denmektedir. Tefâul vezni, eylemin birden fazla kişinin iştiraki ile işlendiğini göster için kullanılır. Tekâsür suresinin ilk ayetinde kınanan eylemi, bütün bir kavim işlemiştir. ‘Elhâ’ fiilî, ‘sizi oyaladı’ demektir. Kelimenin aslı olan ‘lehv’ eğlence ve gaflet demektir. Boş bir şeyle iğfal ve işgal eyleyerek oyalanmaya, işinden alıkoymaya lehv denmektedir. Kur’an’da ‘lehv’ kelimesine hiç de olumlu bir anlam yüklenmemiştir. Daha çok da, “dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğu” {dört ayet} bildirilirken kullanılmıştır. ‘Elhâ’ fiili ‘siz’ anlamına gelen ‘kum’ zamiriyle birleşince, sizi oyaladı, eğlendirdi anlamını ifade etmektedir. Bu durumda, “elhâkum et-tekâsur” ayeti, çokluk kuruntusu sizi öyle oyaladı, öyle kuşattı, gaflete ve eğlenceye öyle daldırdı ki… anlamına gelmektedir. Eğlenceye dalmak, eğlenceye yönelmek, kişinin başka güzel işlerden yüz çevirmesi, hatta onları unutması sonucunu doğurur. Bu inceliğe en güzel şekilde, Cuma suresinin son ayetinde dikkat çekilmiştir. Cuma namazı esnasında gelen bir ticaret kervanı ve beraberinde oluşan eğlenceye yönelerek namazı terk eden kimi Müslümanlar kınanmaktadır. Ticaret ve eğlenceye bir anda, namazı unutturmuştur. Tekasür suresinin tanıklığına göre, çokluk kuruntusu ve oyalanma, cahiliye Araplarının ölünceye kadar sürdürdükleri bir tutumdur. ‘Kabirleri ziyaret etmek’ {zürtüm el-maqabir}, ölmek anlamına gelen bir deyimdir. Yani hayatınız boyunca çoklukla övündünüz, daima sayısal üstünlükler, mal çokluğu, kabilenin üye sayısı ile tefahur yaptınız. Hayatınız hep böyle geçti, bir türlü gerçek erdemi, asıl övünecek değerleri bulamadınız, anlamak istemediniz demektedir. Müfessirler ekseriya bu sözleri zahir anlamında alarak, Arapların övünmek maksadıyla mezarlara gittiklerini, her bir kabilenin, mezarda yatan geçmiş atalarını andıklarını, isim isim saydıklarını zikretmektedirler. Hatta Sehm oğulları ile Abdi Menaf oğullarının birbirine karşı övünmeye başladığı ve işi mezara gidip, ölülerini saymaya kadar vardırdıkları gibi hikâyeler bile anlatılmaktadır. Fakat bunlar son derece tutarsız ve gülünç hikâyelerdir. En ileri düzeyde soy sop bilgisine sahip arap kabile reisleri, övünmek için neden mezar başına gitsin ki! Hadid suresinin 20. ayetinde, dünya hayatına ilişkin bir değerlendirme yapılırken beş kelime seçilmiştir, bunlardan biri de tekâsürdür. Diğerleri ise, leıb, lehv, zinet ve tefahur kelimeleridir. Yani oyun, eğlence, süs, övünme ve çokluk tutkusu. Bu beş kelime ile İslam’ın dünya görüşü şekillendirilmiştir. Ayet şöyle başlamaktadır: “Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda övünme, daha fazla mal ve evlat edinme tutkusundan ibarettir!…” {I’lemû ennemâ’l hayatu’d-dünya leıbun ve lehvun ve zînetun ve tefâhurun beynekum ve tekâsurun fi’l-emvâli ve’l-evlâd…}. Bu beş kelimelik tanımdan sonra, dünya hayatının iyice anlaşılması için bir de temsil verilmektedir. Bu temsilde, ‘dünya hayatı’ sözcükleriyle işaret edilen maddi objeler yağmur örneği ile açıklanmaktadır. Yağmur, yeryüzünde insan için hayati öneme sahip bitkilerin yetişmesine sebep olmaktadır. Bu bitkiler ziraatçının sevinç kaynağıdır. Fakat belirli bir süre sonra, ziraatçıyı büyüleyen o bitkiler kurumakta, sapsarı kesilmekte, en nihayetinde çer-çöp olmaktadır. Bu temsile göre, yağmurun bitirdiği bitkiler, dünya hayatının maddi değerleri olmaktadır. Yağmur ise Allah’ın lütfunu temsil etmektedir. Ziraatçı, dünya malını kazanan kişi {kâsip}dir. Fakat bitkiler nasıl kalıcı {hâlid} değilse, belirli bir ömrü varsa, dünya malının, zenginliğin de belli bir ömrü vardır, kalıcı değildir. Dünya malı aslında kuşaktan kuşağa sürekli el değiştirmektedir. Hiçbir dünya malını hiçbir insan yoktan yaratmamaktadır. Zenginliği elde eden insan, biraz oyalanma sırası kendisine gelmiş bir dünyalıdır. Kendisi, dünya mallarını ‘kazanan’ ilk kişi olmadığı gibi, kıyamet kopmadıkça, son da olmayacaktır. Dünya hayatını böyle anlamayan kâfir bir insan, elbette zenginliği hiç yoktan kendisi yarattığı zehabına kapılacak, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışacak, ömrünü mal saymakla geçirecektir. Mal biriktirmek hayatının en önemli amacı olan insan, yeryüzünün en bencil, en azgın ve en şımarık varlığıdır. Aç gözlü bu insan, kazanmayı tamamen kendisine nisbet etmekte, Rabbini hiç hesaba katmamaktadır. Allah’ın, hayata müdahil olduğu hakikatini örtmektedir. Onun sanısına göre, malı, bilgi ve becerisi sayesinde kendi kudretiyle kazanmış, her şeyi kendisi yaratmıştır. Kendisindeki yeteneklerin benzersiz olduğunu var saymaktadır. O, yeryüzünün, zengin olmaya layık tek insanıdır. Yağmur meseline göre, dünyanın aksine, ahirette ya zorlu bir azap ya da Allah’ın bağışlaması ve rızası bulunmaktadır. Bununla sanki şöyle denmek istenmektedir: eğer dünyanın oyun ve eğlencesini, süsünü, övünmeliklerini ve biriktirme yarışını seçerseniz, ebedi azabı seçmiş olursunuz; yok eğer bunlara sadece gerektiği kadar değer verirsiniz ve asıl kalıcı olanı {Allah’ın razılığını} tercih ederseniz, cenneti kazanmış, geçici olana karşı ebedi olanı elde etmiş olursunuz. Çünkü o ebedilik günlerinde mal ve oğullar fayda vermeyecektir. O gün, ancak Allah’a selim bir kalp ile gelmiş olanlar fayda görecektir. {26/Şuara, 88}. Hadid suresinin 20. ayeti, yağmur meselinden sonra, dünya hayatını tanımlayan bir deyimle son bulmakta, “dünya hayatı aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir!” {ve-mâ’l hayatu’d-dünya illâ metâu’l-ğurûr} buyrulmaktadır. Demek ki tekâsür kavramı, insandaki daha fazla biriktirme yarışı, mal yığma tutkusu, bir aç gözlülük saplantısına atıf yapmaktadır. Fahreddin Razi tekâsür kavramının içine, dünya ve dünyanın lezzetli ve şehvetli bütün şeylerinin dâhil olduğunu belirtmektedir. Tekâsür kavramı, insandaki o bitmek tükenmek bilmeyen, sınırsız ihtiras gerçeğine işaret etmektedir. Mal biriktirme, Allah’a ancak şeriklerle inanan insanın belki de tek sığınağıdır. İnsan malı çok sever {89/Fecr, 20}, mala çok düşkündür. Malının kendisini ebedi kılacağını sanacak kadar cahildir. {104/Hümeze, 3}. Böylece insan, sonu gelmez ihtiraslarının kurbanı olur. Gözü maldan başka bir şey görmez hale gelir. Tek bildiği övünç kaynağı, para ve servettir. Bu yazılanlardan, İslam’ın servet düşmanı olduğu, özel mülkiyete iyi gözle bakmadığı anlamı çıkartılmamalıdır. Cenabı Hak, üzerinde insanın yaşaması için yarattığı, orada bahçeler, pınarlar, yollar var ettiği, türlü türlü bitkiler, meyveler ve ekin bitirdiği yeryüzünü insana niçin haram kılsın? Kur’an bilakis, mal ve oğulların dünya hayatının zineti olduğunu tasdik etmektedir. {18/Kehf, 46}. İnsan daha baştan kadınlara, oğullara, altın ve gümüşe {paraya}, atlara {bugün için araba}, sağmal hayvanlara ve ziraata düşkün yaratılmıştır. {3/Âl-i İmran, 14}. Bunlar dünya hayatının metaı, geçimliğidir. Bunlarsız yaşamak mümkün değildir. Önemli olan, bu ‘zînetleri’ kıble haline getirmemektir. Mü’minler bunlardan, gereği kadar yararlanacaklar ama onları hayatın amacı haline getirmeyeceklerdir. Mü’minler, nihai olarak varılacak güzel yerin Allah’ın katı olduğunu asla unutamazlar. Dünya metaı gelip geçicidir, bir gün tükenecektir. Allah katında olan salih işler ise kalıcıdır, ebedidir ve daha hayırlıdır. Bunun tersine, mal biriktirme hırsının sonu yoktur. Peygamber {a.s.}’a atfedilen, “insanoğlunun bir vadi dolusu malı olsa ikinci bir vadi daha ister. İnsanın gözünü ancak toprak doyurur” sözü, insanın doymak bilmez iştahının karanlık dipsizliğine işaret etmektedir. Bunun için açgözlüdür şu yerkürenin kifayetsiz muhteris insanı. Ölünceye kadar gözünün doyması mümkün görünmemektedir. Tıpkı ölüm alıp götürünceye kadar, müşriklerin çoklukla övünmeleri gibi, bu hadiste de ölüm alıp götürünceye kadar insanın var gücüyle mal biriktirmeye devam edeceğine işaret edilmiştir. Sa’lebe adındaki bir sahabeye ilişkin anlatılan zengin olma isteği de, ibret dolu bir hikâyedir. Zenginlik hırsı, bir müslümanı irtidat noktasına kadar getirebilmektedir. Ve bugün de ‘müslümanlar’ nezdinde en çok izlediğimiz trajedi budur. Etrafımız Salebe’lerle doludur.İnsanın mal biriktirme tutkusu ve malın çokluğuyla övünme cehaleti, ne geçmişe özgüdür ne de şimdiye. İnsanın malla imtihanı devam etmektedir. Modern cahiliye toplumlarında, Kur’an’ın dikkat çektiği azgınlık ve tuğyan ahlakına ilişkin hiçbir şey değişmemiş, bilakis katlanarak sürmektedir. Yani tekâsür tekâsür etmektedir. Biriktirme hırsı, birikerek varlığını sürdürmektedir. Günümüz zengin toplumlarında bütün insanlar, ahiret inancının hiç olmadığı, tamamen süflî hedeflere doğru yedilmektedir. Servet biriktirmek modern toplumlarda, en imrenilecek hedeftir. Çünkü şeytani bir yaşantı için servet önemli bir vasıtadır. Modernizm, merkezinde insan olan bir hayat tasarımıdır. Teknoloji, modern hayat tasarımının en öldürücü silahıdır. Bu silah sayesinde modern insan, tabiat üzerinde mutlak hâkimiyet kurmaya çalışmaktadır. Tabiatta her şeyi kontrolü altına aldığı gün insan, tanrılığını ilan edebilecektir. Tanrı olmalıdır modern insan, her şeyi kendisi sevk ve idare etmeli, her şeye o yön vermelidir, hatta her şeyi kendisi yaratmalıdır. Zaten araba, bilgisayar, elektronik aletler cinsinden az şey yaratmamıştır! Şimdi sıra, istediği tipte, istediği karakterde, istediği vücut ölçülerinde insan yaratmadadır. Modernizm insana daha çok konfor, daha fazla servet, insan ve tabiat üzerinde daha fazla hâkimiyet kurma hırsı telkin etmektedir. Konfor, insanın en büyük ilahı olmuştur. Teknolojinin fizik ötesi bir güç olarak algılandığı modern yaşam felsefesi, konforu en yüce hedef haline getirmektedir. Her şey insanın konforu, rahatı içindir. İnsan elini sıcak sudan soğuk suya değmemelidir. İnsan, günlük hayatını tamamen mekanize etmelidir. ‘El değmeden yaşam’ en ideal yaşamdır! Öyle olmalı ki insanın hayatından yorulma diye bir kavram tamamen çıkartılmalıdır. Teknolojinin götürdüklerine aldırış etmeksizin kitleler, teknik alet edevatın hayatı ne kadar da kolaylaştırdığına bir sürü mantığı ile inandırılmaktadır. Teknolojinin gücü karşısında dindarca bir hayranlık duyulmaktadır. Bu seküler hayranlıklar, insanı teknolojinin kölesi haline getirmekte, dolayısıyla bilinçsiz bir teknoloji tüketimi, uluslar arası dev şirketlere tekâsür imkânı tanımaktadır. Bilindiği üzere servet-iktidar ilişkisi her zaman at başı gitmiştir. Dolayısıyla çoklukla övünme tutkusu ile iktidar hırsı birbirini kamçılamaktadır. Servet, iktidarı, iktidar da serveti peşinden sürüklemektedir. İktidar ve para Müslüman olmayan bir topluluğun eline geçtiği zaman, sefahet ve eğlenceye dayalı, insanın alçalabileceği kadar aşağı bir hayat modeli oluşturulacağı kesindir. Dünyadan en azamî derecede zevk almak {hedonizm}, İslamsız hayat nizamlarının en belirgin özelliğidir. Allah’a iman etmemiş bir toplum açısından, hayatta, zevkten daha büyük bir hedef olamaz. Sürekli kazanmak, sürekli servet biriktirmek, sürekli eğlence, sürekli zevklerin alabildiğine tatmini ve dünyevileşmede sürekli ilerleme… Modernist dünya görüşünün özeti budur. Sonu cehenneme varan, uzun ince bir yol…Muhammed Esed 1926 yılında Berlin metrosunda yolculuk yaparken, batılı insan üzerinde yaptığı bir gözlemi anlatır. Bu gözlem onun Müslüman olmasında önemli bir aşama olmuştur aynı zamanda. Hepsi de iyi giyimli, iyi beslenmiş, oldukça zengin, müreffeh, başarılı bir iş hayatı içinde olmalarına rağmen, batılı insanın yüzündeki mutsuzluğu fark ettim diyor Esed. Hepsinde derin, gizli bir acı fark edilmektedir, öylesine gizli ki, yüzlerin sahipleri bile bunun farkında değiller. Muhammed Esed, eve geldiğinde, masasındaki Kur’an’ı eline almış ve gözleri Tekâsür suresine takılmıştır. Surenin anlattığı, az önce metroda fark ettiği batılı insanın ruh haritasıdır! Ve Tekâsür suresi Esed’e şu sözleri söyletmektedir:“Bütün çağlarda insanlar tamahı, açgözlülüğü tanımışlardır ama tamah ve açgözlülük başka hiçbir çağda bugün olduğu kadar, eşyaya yönelmiş ölçüsüz, taşkın, başka her türlü duyguyu gölgede bırakırcasına ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa vurmamıştı. Daha çok şeye sahip olmak daha çok şey yapmak, daha çok şey başarmak…” “İnsanların boyunlarına binmişti ifrit; kamçısını tam yüreklerinin başına indiriyor ve uzaklarda alayla göz kırpan yalancı hedeflere doğru dehliyordu onları; daha yanına varır varmaz çözülüp yok olan ve aşağılayıcı bir biçimde hiçleşen hedeflere… Her başarıyı yeni ve daha parlak hedefler izliyor ve her hedefin başında onları daha acı, daha tüketici bir hiçlik bekliyordu. Ve bu dinmez bir susuzluk halinde insan ruhunu kemire kemire ta mezara kadar böylece uzayıp gidiyordu; ama kimse bu amaçsız koşunun farkında değildi, görmüyorlar, bilmiyorlardı: Hayır öyle değil, ileride bileceksiniz! Hayır, bir bilseniz kesin {bir} bilgiyle, And olsun, göreceksiniz cehennemi…”Bilinmelidir ki tekâsür, salt soyut bir kavram değil, bir yaşam tarzıdır. İnsanın servet düşkünlüğüne, tefahur ve gururlanmasına, Karun tarzında tuğyanına işaret etmektedir. Bu bir hayat felsefesidir, eşyaya bakış, hayatı anlamlandırma ve dünya görüşüdür. Günümüzde laik-demokratik siyaset felsefesiyle ve ilerleme gibi kavramlarla ömrünü sürdürmektedir bu dünya görüşü. Tekâsür kapitalistleşmedir. İstifçiliktir, piyasayı tamamen büyük tröstlerin kazanma stratejilerine göre yönetme politikasıdır. Kapitalizmin ekonomi-politiğidir. Günümüzde dünya, sayıları onlarla ve yüzlerle ifade edilen belli başlı büyük şirketlerle yönetilmektedir. Dünyanın bütün insanları onların servet kovanlarına bal yapan arılar gibi çalışmaktadır. Bu arıların günlük 8-12 saat mesai süresince vızıldamaktan başka seçenekleri yoktur. Fakat bu vızıldama süresince sendikacılık, işçi ve insan hakları, eşit ücret gibi oyuncaklarla teselli bulma hakları tanınmıştır! Dünya insanlarının bu çalışmasına asla sömürü denmemektedir. Bütün ülkeler, bir fabrikada montaj bandına her saniye uyum sağlamakla mükellef işçiler misali, belli başlı batılı endüstri ve ekonomi merkezlerine uyum sağlamak zorundadırlar. Siyaseten uluslar arası büyük sisteme uyum sağlamayan rejimler nasıl cezalandırılıyorsa, ekonomik sisteme uyum sağlamayanlar da yaşama hakkını kaybetmektedirler. Yani her ülke, makinenin bir parçası gibi, batılı ülkelerle uyum içinde çalışmak zorunluluğundadır. Tekâsür aynı zamanda ağalık düzenidir. Ağalık düzeninde bütün insanların ruhunda ağalık özlemi vardır. Çünkü tekâsür toplumlarında ‘ağa’ takımı marabalar gözünde model insandır; marabanın gözünde en ideal insan ‘ağa’dır ve kendisi de ilk fırsatta ‘ağa’ olma hevesiyle doludur. Ağalık deyince sadece Türkiye’nin güney doğusu akla gelmemelidir. Türkiye’nin batısında da modern ağalık düzeni egemendir. Modern eğitim sistemi, çocuklarda ve gençlerde tam bir tekâsür ahlakını, yani sınırsız bir açgözlülük dürtüsünü uyandırmaktadır. Eğitim kurumları, öğrencilerin her şeyi paraya göre tartmasını öğretmektedir. En ‘saygın’ eğitim kurumlarının telkin ettiği motivasyon şudur: eğer siz ayda şu kadar para kazanmazsanız yaşayamazsınız! Yaşamak için ahlak gerekli mi sorusu, saçmadır. Tekâsür, açgözlülük ahlakıdır, insanların ahlaken aç gözlü hale getirilmesi doktrinidir. Bütün toplumlar, paranın ‘her şeyi satın alan gücüne’ inandırılmışlardır. Bir kurumun ve bir devletin işe yararlılığının ölçütü, ekonomik veri göstergelerinde en tepede bulunabilmektir. Tekasürün zıddı ise şükür, hamd, elindekiyle yetinmek, diğerkâmlık, paylaşmak, sevgi, dostluk, Allah rızasını arama, başkalarının hayrı için çalışma gibi İslami erdemlerdir. Tekâsür bozukluğunun öyle sıradan bir iki vaazla giderilmesi mümkün değildir. Tekâsür hamde, infaka, hayır ve hasenata, Allah rızasına ancak köklü bir dünya görüşü ile dönüşebilir. Rabbimiz, insan nefsine hem takvanın hem de fücurun ilham edildiğini; nefsini arındıranın felaha ereceğini, nefsini desiselerle kirletenin ise helak olacağını bildirmektedir. Nefsini arındırmak ise, bir anlamda din değiştirmektir. Daha doğru bir ifadeyle, cahiliye dünya görüşlerinden İslam’a hicret etmek, İslam’ı bir yaşam biçimi olarak kabul etmek her türlü tekâsür bataklığını temizleyecek yegâne çözümdür. Günümüz toplumlarında hayat, şükrün, hamdin, takvanın, Allah rızasının olmadığı, tamamen din dışı, şirk ve küfür eksenli bir ana felsefe üzerine bina edilmektedir. Yeni nesiller mütemadiyen zengin olma, çok para harcama, lüks ve konforlu bir hayat, başkalarına hava atabilecek bir yaşam standardına şartlandırılmış olarak yetiştirilmektedirler. İslamsız nesiller, kablolardan, plastikten ve metalden oluşan teknolojik araç gereçlerinin benzersiz olmasını, başka herkesinkinden daha iyi olmasını arzu etmektedirler. Kehf suresinde anlatılan azgın bahçe sahibi misali, elindeki sanayi ürününe, yok olacağını hiç sanmadığı bir gözle bakan insanlar, kendilerinden daha pahalı eşyalar/otomobiller karşısında adeta, bir Mekkelinin Lat putu karşısındaki hayranlık duygusuna kapılmaktadırlar. İnsanlar, sahip oldukları pahalı evler, pahalı arabalar, pahalı eşyalar ve pahalı giysilere göre tasnif edilmektedirler. Eşya-perestler, tıpkı Karun gibi {28/Kasas, 78}, sahip oldukları bu pahalı eşya ve evlere, kendilerindeki yetenek, liyakat gereği sahip oldukları saplantısındadırlar. Hep ben yaptım, ben kazandım, ben elde ettim, ben bildim demektedirler. Tekâsür adı verilen çürümenin olmaması için ‘ilim’ olmalıdır. İlim, seküler bilimle karıştırılmamalıdır. İlim, imanla neredeyse eş anlamlıdır. İşte o ilim sahipleri, iman ve salih ameli, Karun’un sahip olduklarına tercih ederler. {28/Kasas, 80}. Karun’un tefahur sebebi olan birikintileri karşısında ezikliğe kapılanlar, birtakım zenginlikleri Allah’ın, kullarına imtihan amaçlı olarak farklı farklı dağıttığını, çok geç anlayabilirler. {28/Kasas, 82}. İlimden pay alan mü’minler ise bunu baştan bilirler. Karamsar ve kötümser olmaya elbette gerek yoktur. Çünkü insan şerre olduğu kadar hayra da düşkündür. Yapılacak şey bellidir: üretmeyi seven ama tüketim çılgınlığına dur diyecek, malının zekâtını vermeyi, en az kazanmak kadar şerefli bilen, yetimleri, açları gözeten, dünyanın neresinde bir kardeşi ve hatta bir insan açlıktan ölmek üzereyse, onda kendine de bir pay çıkartan bir mü’minler topluluğu oluşturmaktır. Bu hiç de zor değildir. Öncelikle, biz Müslümanlara ve bütün dünya toplumlarına dayatılan küresel kapitalist sistemin bizi aptal yerine koyan dayatmalarına, ahlakımızı, akıl ve irfanımızı kuşatan şeytani propagandalarına karşı bir uyanış bilinci, bir ‘medenî öfke’ oluşturmamız gerekmektedir. İslam, her türlü tekâsür ahlakını, istifçiliği, karaborsacılığı, fırsatçılığı, adam kandırmayı hayra tebdil etmek için vaz edilmiştir. İslam geçmişte, servet tutkunu bir toplumdan, serveti paylaşabilen, bütün sınıf farklılıklarının ortadan kalktığı ideal bir Müslüman toplum kurmuşsa, bugün de aynı ideal toplumu kurabilecek güçtedir. Bu gerçeğe biz Müslümanların iman etmemiz yeterlidir. - See more at: http://www.iktibasdergisi.com/cokluk-kuruntusu-tekasur/#sthash.dKWFC2Cd.dpuf