Bu vatan kimin? (2)

Abuzer Mansuroğlu

VAN 14.02.2017 09:48:00 0
Bu vatan kimin? (2)
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Birinci yazının devamı…

1890’ların sonlarında kurulan ittihat ve terakki cemiyeti, başkent İstanbul’da rahat hareket edemeyeceklerini anladıklarından balkanları kendilerine mesken tutup cemiyetleşme faaliyetlerine hız verdiler. Bugün Makedonya-Batı Trakya dediğimizi topraklar arasında mekik dokuyarak cemiyetlerini genişletme ve taraftarlarını çoğaltma faaliyetlerini yürüttüler.

1900’lerin başına geldiğimizde, toprak kayıpları ile birlikte uluslar arası siyasette yalnızlaşan devletin karşısında yer alarak muhalif cephe oluşturdular.  Üye alımlarında genellikle harbiye ve tıbbiye mesleklerinde önemli yer tutan kişileri hedef alarak onları kendi taraflarına çekmek için çeşitli kampanyalar düzenlediler. Bu kampanyalarında temel gayelerinin vatan olduğunu, vatanın dağılmaması ve toprak kayıplarının bir an önce durması için neler yapılması gerektiğini özellikle vurguladıklarından vatanperver pek çok kişi cemiyetin gönüllü üyesi oldu. 

Ancak 1905 yılından itibaren salt siyasi bir tavır içine giren bu cemiyet, halifelik ve saltanatın bu devlete zarar verdiğini meşrutiyet yönetiminin elzem olduğunu çeşitli propagandalarla açıktan dillendirmeye ve dönemin padişahı sultan Abdülhamid’e baskı yapmaya başladılar. Bu sıkıntılı süreçte sultan, meşrutiyeti ilan etti etmesine de ülke içinde kargaşa ve toprak kayıpları git gide artmaya başladı.

İttihat ve terakki cemiyeti, ülkedeki kaosun sebebi olarak sultanı gördüğünden toplumu kışkırtıcı bir tavır içine girmiştir. Tarihte 31 Mart olayı olarak geçen ve resmi tarihte sözüm ona meşrutiyet yönetimine karşı olduğu belirtilen olay aslında milletin devlete sahip çıkması idi. Sultan olayı duyar duymaz olaya müdahale etmek istemiş ama çevresini saran ateş çemberinden geçememiştir. Olayı bahane eden ittihat ve terakki cemiyeti, selanik'ten gönderdiği ordu ile isyanı(!)  bastırmış, sonrasında da sultan suçlu bulunarak tahttan indirilmiştir. 

Bu süreçten sonra ittihat ve terakki cemiyeti içinde çeşitli fikir ayrılıkları ve gruplaşmalar olmuştur ki cemiyeti kendi emelleri için kullanmak isteyenler Bab-ı âli baskını ile hükümete el koyarak yönetime de el koymuş oldular. Artık Osmanlı yönetiminde yeni bir güç unsuru ortaya çıkmıştır.

20. yy başlarında dünyada ve yurdumuzda meydana gelen gelişmeler, bu güç unsurunu elinde tutmak isteyenlere ideolojik bir tutum benimsetmiştir. Bu yeni güç; kendinden olmayan, kendilerine benzemeyen veya benzemek istemeyen diğer toplumsal tabakaları bir bir revize etmeye olmazsa yok etmeye çalışmıştır. Bu durum bir toplumsal baskı ve yıldırma politikasına evirilmiştir ki sonuçları toplum açısından olduğu kadar devlet açısından da ağır olaylara neden olmuştur. Devletin 1 dünya savaşına sürüklenmesi ve dağılması, bunun en acı tarafıdır.

1920 ile 1950 yılları arasında dünyadaki olaylara paralel olarak yurdumuzda da kanlı eylemler meydana gelmiştir. Bu süreçte kurtuluş mücadelesini veren halk, savaş sonrasında kendisine dönük zorunlu dönüştürme ve yok etme politikalarına maruz kalmıştır. Kanlı eylemler, kitlesel göçler ve baskı politikaları sonucunda önce devlet ile halk arasında sonra da halkın kendi arasında ayrışma ve kutuplaşma meydana gelmiştir.

Bazı dönemlerde toplumun devlete rağmen ittifak etmesi ve birlikte hareket etmesi söz konusudur. Ancak askeri, idari ve hukuki imtiyazı elinde bulunduran ideolojik kadrolar, toplumun birleşmesinin önüne geçmek ve kaos ortamını oluşturmak için elinden geleni yapmaktan imtina etmemişlerdir.

Devamı gelecek…