Benzer bir suikast Türkiye’de de tekrarlanabilir, aman dikkat!

Mehmet Koçak

ASAYİŞ 5.12.2020 13:34:01 0
Benzer bir suikast Türkiye’de de tekrarlanabilir, aman dikkat!
Tarih: 01.01.0001 00:00

İran’ın nükleer programının mimarı olarak görülen nükleer fizikçi Muhsin Fahrizâde, uğradığı suikast sonucu öldürüldü.

Bu ne ilktir, ne de son olacak.

Çünkü burada ideolojik olduğu kadar bir güç olma kavgası var.

Bu kavga tarihin derinliklerinde gelen Haçlı dünyası ile Müslüman dünyası arasında yaşanan ve amma, İran’da 1979 başında, Humeyni’nin rehberliğinde gerçekleşen İslam İnkılabı’ adı taşıyan ‘devrim’den sonra daha da şiddetlendi.

Çünkü bu inkılap yani devrim; tarihin derinliklerinden gelen bir geleneğe sahip ve bilhassa yakın tarihte Batılı emperyalist güç odaklarının işbirlikçiliği ile bilinen Şahlık dönemini kapatmış oldu. 

Bu İnkılab (Devrim) Hareketi, emperyalist devletlerin Müslüman ülkelerine tayin ettiği diktatörler ve onların kurduğu zalim rejimler üzerinden sömürülmesine karşı bir direniş sembolü olarak ortaya çıkmıştı.

Bu devrime, özellikle de ABD öncülüğündeki Batılı emperyalist güç odaklarının düşman kesilmesinin asıl sebebi ise, hakları ellerinden alındığı için zayıf düşürülmüş milletlere yönelik saldırı, işgal, sömürü politikalarına karşı takındığı itirazcı ve isyancı duruşun emsal teşkil edeceğinden duyulan korkuydu. 

Nitekim emperyalist güç odakları ve onların Müslüman dünyasının kalbi mesabesinde olan İsrail terör devleti, bu devrim ile öncülerine açık bir savaş ilan etmiş ve ortak operasyonlar için düğmeye basılmıştı.

Hedef: Ya o devrim bertaraf edilecek, ya da ideolojilerden arındırılarak etkisiz hale getirilmeliydi.

Önce İran ile sınır sorunu olan ‘Saddam Irak’ı’, kışkırtılarak ve desteklenerek devreye sokuldu. 

1979 Humeyni öncülüğündeki devrimle birlikte İran ordusundaki komuta kadrolarının önemli bir kesiminin tasfiye edilmesini fırsat bilen Saddam, emperyalist güçlerce silahlandırılan ordusuna güvenerek 1980 Eylülünde İran’ı 7 günde bitireceğini umduğu bir ‘yıldırım savaşı’ başlatmıştı. Amma bu savaş, 8 yıl sürecekti.

İran ise, emperyalist güçlere parasını peşin verdiği silah ve yedek parçalarını bile alamıyor ve bu yüzden, uluslararası silah kaçakçılarına çok yüksek meblağlar ödeyerek ihtiyaçlarını ancak kısmen karşılayabiliyordu. 

8 yıl süren ve insan ve maddî -manevî büyük kayıpların verildiği bu savaş bittiğinde İmam Humeyni“Birçok ülke gibi bizim ordumuz da Şah zamanında emperyalistlere bağımlı hale getirildi. Onların istemediği bir yönetim geldiğinde ambargolar başlatılıyor.

O halde, ihtiyacımız olan silahları kendimiz üretmek zorundayız. Çalışmaların hemen başlatılması ve yeni beyin gücünün yetiştirilmesi için bir seferberlik ilan etmeliyiz.’ diyordu. 

Böylece, çalışmalar hem beyin gücünün yetişmesi hem de ‘Harp Sanayii’nin gelişmesi konusunda önemli mesafeler alınmaya başlanmıştı.

Benzer bir süreci ülke olarak biz de yaşadık. 1974 yılında gerçekleştirdiğimiz Kıbrıs Çıkarması sırasında, müttefik olduğumuz ülkeler bile bize ambargo uygulamıştı. 

Türkiye bu ambargonun aşılabilmesi için 1975 yılında TSK’nın ihtiyaçlarına destek vermek amacıyla Savunma Sanayii’nin geliştirme kararı almış, ASELSAN kurulmuş ve 1992 yılında da ASELSAN’da Elektro-Optik Teknoloji Merkezi faaliyete geçirilmişti. 

Son yıllarda “kendi silahını kendin üret” kampanyasını başlatan Başkan Sn. R. Tayyip Erdoğan’ın özel çabasıyla ‘Harp Sanayii’ çok ciddî gelişmeler ortaya koydu.

Önceki yıllarda terör örgütüne karşı kullanmak üzere İsrail ve ABD’den alınan elektronik yazılımı onların elinde olan ve çoğu kısa bir zaman sonra arızalanan ve bazılarının parası verildiği halde ülkemize teslim edilmeyen İHA’lar, şimdi artık Türkiye’de üretiliyor.

Türkiye’nin ilk milli İHA ve SİHA Sistemi bugün TSK’nin ihtiyacını karşıladığı gibi çeşitli ülkelere ihraç edilmeye de başlanmış olup, emperyalist dünyanın medya organlarında bile, Türk yapımı İHA ve SİHA’ların hava savaşlarında bugün, Türkiye’ye büyük bir üstünlük kazandırdığını itiraf etmeye ve korkularını dile getirmeye başlayan yazılar yayınlanmaktadır. 

Kısacası: Türkiye, 1974-Kıbrıs Çıkarması sonrasında, İran ise; 1980 İran-Irak savaşı sonrası emperyalist güçler tarafından mâruz kaldığı ambargolar sonrasında kendi silahlarını üretme ve seçkin beyinler yetiştirme konularında büyük adımlar atmışlar ve başarılar da elde etmişlerdir. 

SEÇKİN BEYİNLER KORUNUYOR MU?

Ancak, iki ülkenin de, bu tarihî tecrübeler sonunda savunma sanayilerinde elde ettikleri başarılar ve yetiştirdikleri seçkin beyinleri, hem Türkiye, hem de İran’ın koruyamadığı, acı bir gerçektir.

Çünkü son yıllarda Türkiye’de ‘Aselsan’ mühendislerinden 4-5 tanesi esrarengiz şekilde katledildi, bazılarına da trafik kazası veya intihar süsü verildi.

İran’da da Nükleer Fizik bilginlerinden bugüne kadar 7 önemli beyin kısa aralıklarla öldürüldü.

Uyarıyorum: Ülke olarak gurur duyduğumuz savunma sanayiine çağ atlatan‘seçkin beyinler’in, İran’da Muhsin Fahrizade’ye düzenlenen benzer bir suikasta kurban edilmemesi için gerekli tedbirlerin en geniş şekilde alınması şarttır.