Mustafa AKMAN

Tarih: 17.07.2012 14:24

İmam Hatip Nesli ve İHL Şuur ve Dayanışması

Facebook Twitter Linked-in

İmam Hatip Nesli ve İHL Şuur ve Dayanışması
 
Bu konuda uzun zamandır yazmayı düşünüyordum. Ancak bu, -Kelam bilim dalında yapmakta olduğum- doktora tez çalışması gibi çeşitli meşgale ve yoğunluk içerisinde bir türlü olanaklı olamamıştı. Ne var ki konuya dair Mümtaz'er Türköne ile Hayrettin Karaman’nın polemiklerini ve Özlem Albayrak vs. zevatın konuya dair yazılarını görünce bunu daha da geciktirmenin uygun olmayacağına kanaat ettim.
Albayrak’ın Türkiye İmam Hatipliler Vakfı (TİMAV)’nın toplumdaki İmam Hatip Liseleri ve İmam Hatiplilerle ilgili algıyı ölçmek amacıyla yaptırdığı araştırma bağlamındaki tespitine göre toplum; İmam Hatiplinin teröre bulaşmayacağına, devlete-millete ve Cumhuriyet'e bağlı bireyler olarak yetiştiğine, insan haklarına ve kendinden farklı hayat tarzına sahip olanlara karşı saygılı olduğuna inanmaktadır. Bu araştırma İmam Hatipler ve İmam Hatipliler hakkında, İmam Hatipli olmayanların görüşlerini yansıttığı için toplumun her kesiminin İmam Hatipler hakkında olumlu düşündüğünü de ortaya koymaktadır.
Araştırmaya katılan bu kitlenin kahir ekseriyetine göre İHL öğrencileri/mezunları millî manevî değerlere sahip, gelenek göreneklere bağlı, devlet malına zarar vermeyen vatanseverlerdir. Albayrak’ın ifadesiyle (İHL'ler,) veliler tarafından üniversiteyi kazanamayacağı kesin olan ‘haylaz, haşarı’ çocukların, ‘en azından dinini-diyanetini bilsin, biraz edep, terbiye öğrensin’ niyetiyle gönderildiği, (buralarda) görev yapan öğretmenlerin de büyük ihtimal aynı düşünceyi paylaşarak ‘tahsil’den ziyade ‘talim-terbiye’yi öncelediği eğitim kurumlarıdır. Ona göre darbecilerin planları arasında büyük ihtimalle bu yoktu ama uygulama gençleri, üniversiteden edip, 'edep-erkân-terbiye-ahlak' sonucunu verdi.
Mümtaz'er Türköne ise İmam-Hatipleri yaşatmak ve büyütmek mi? Yoksa toplumun din eğitimi ihtiyacını örgün eğitim sistemi içinde bütünüyle karşılamak mı? sorusuyla başladığı yazısında, İmam Hatipleri merkeze almak, devletin din eğitimi üzerindeki tekelini olduğu gibi kabul edip sürdürmek anlamına geliyor. Benim çocuğumun alacağı din eğitiminin içeriğini, süresini ve yöntemini neden sadece devlet belirliyor? diye sormaktadır. Türköne devamla, devletin elindeki aracı, yani İmam Hatipleri kullanarak bu tekelin gücünü arttırması din eğitimi sorununu çözüyor mu, yoksa büyütüyor mu? Dün, vatandaşın dinini ve din eğitimi ihtiyacını, vesayet gerekçesine dönüştüren bir zorba azınlık devleti yönetiyordu. İmam Hatiplere sahip çıkmak, bu halkın dinine diyanetine sahip çıkması ve doğrudan zorbalara direnmesi demekti. İmam Hatipler aynı zamanda bu zorbalığa karşı muhalefet bilincinin şekillendiği ve kimliğe/kişiliğe dönüştüğü yerler oldu. Peki ya bugün? Dünle bugün arasındaki fark burada yatıyor. Dünün muhalif eğitim kurumlarını bugün devleti ayakta tutan sütunlardan birine mi dönüştüreceğiz? Bugün İmam Hatiplere hangi misyonu yükleyeceksiniz? Şu halde İmam Hatipleri değil, din eğitimini yeniden yapılandıralım, demektedir.
Albayrak’ın toplumun kanaati olarak aktardığı; ‘İmam Hatiplinin teröre bulaşmayacağına, devlete-millete ve Cumhuriyet'e (aslında bunu yerleşik üniter ve seküler laik düzen/ statüko ve onun öğretileri diye okumak gerek) bağlı bireyler olarak yetiştiği’ yönündeki tespiti, realiteyi resmeden, yerinde ve doğru bir okumadır. Zira -ne yazık ki- İHL’ler bugüne dek kuruluş amacına münasip olarak belirtilen zihin yapısına sahip milliyetçi ve bunu dindarlık sanan nesiller yetiştirdi. Üzücüdür ki bu durum fiilen devam da etmektedir. Hatta bu daha çok, adı geçen araştırmada belirtilen ‘kendinden farklı hayat tarzına sahip olanlara karşı saygılı olduğu’ yönündeki tespite çelişik olarak yer bulmuştur. Nitekim Özlem Hanım’ın ‘olumlu’ olarak kodladığı, İmam Hatipli olmayan bu kitlenin, İHL öğrenci ve mezunlarının, millî manevî değerlere sahip, gelenek göreneklere bağlı, devlet malına zarar vermeyen, vatansever insanlar oldukları şeklindeki tespiti de bunu te'yid etmektedir.
Albayrak ilaveten: İHL’lerin, üniversiteyi kazanamayacağı kesin olan ‘haylaz, haşarı’ çocukların, ‘en azından dinini-diyanetini bilsin, biraz edep, terbiye öğrensin’ niyetiyle gönderildiği, buralardaki öğretmenlerin de büyük ihtimalle aynı doğrultuda ‘tahsil’den çok ‘talim-terbiye’yi öncelediği eğitim kurumları oldukları tarzında bir iddia ve kehanette de bulunmaktadır ki bunu doğrulamak pek olanaklı gözükmemektedir. Çünkü bu okullara ‘haylaz ve haşarı’ olanların yanı sıra efendi ve ağırbaşlı öğrenci gönderen aileler de hatta daha fazlasıyla vardır. Veliler, bu çocuklarını ‘dinini-diyanetini bilsin, biraz edep, terbiye öğrensin’ amacının yanında kaliteli bir öğretim de görsün ve -büyük bir istekle- üniversiteye de gidebilsin diye gönder(mekte)di(r)ler. Bu arada, ilköğretim müfredat ve yönetmeliklerinin yozlaştırıcı etkisi gibi sebeplerle çalıştırmaya muktedir olamadıkları çocuklarını buradaki, artık yanlış doğru bir mefkûre sahibi öğretmenler çalıştırıp yetiştirsinler diye gönderenlerin büyük yekûnunu da görmek lazımdır. Üstelik başörtüsünden dolayı gelen/gönderilen ‘uysal’ gençleri de unutmamak gerektir. Sonra buralarda çalışan öğretmenlerin Sayın Özlem Hanım’ın yaptığı kehanette belirttiği tarzda davrandıkları hiç de doğru değildir. Onlar ‘terbiye (eğitim)’nin yanında ‘ta'lim/tahsil (öğretim)’i de hep önemsemişlerdir. İstemişlerdir ki ‘terbiyeleri’nden geçmiş öğrencileri, yüksek eğitimlerini de tamamlayarak ‘bir yerlere’ gelsinler, ‘vatana millete yararlı’ olsunlar.
İşte zaten sorun da tam olarak burada başlamaktadır. Zira buralarda, görev yapan hemen hemen bütün Meslek Dersi Öğretmenleri ve çoğunlukla çeşitli cemaatlere mensup kimi kültür dersi hocalarının marifetiyle öğrenciler, ‘millî manevî’ denilen ve sonuçta şoven duygu ve düşüncelere(!) dönüşmüş milliyetçi mukaddesatçı değerlere sahip -artık ne demekse ve nereden icap ediyorsa- vatansever nesiller olarak yetiştirilmektedir. Çünkü bahsi geçen eğitmenler de okudukları ilahiyat fakülteleri ve mensubu oldukları -çoğu karanlık odaklarla (bunu devlet birimleri olarak okuyabilirsiniz) ilişkili ve öylesi mihraklarca yönlendirmeli- cemaatlerde aynı ve hatta daha katı bir zihin eğitimine tabi tutulmuşlardır. Onlar buralarda aldıkları, millîlik boyutu maneviyatını gölgelemiş -ve hatta kimi yönleriyle karartmış- dolayısıyla ‘Türk Tipi Dindarlık Programı’ haline gelmiş formatı aynen İmam Hatip Nesli’ne atmaktadırlar. Bu eğitimciler eliyle biçimleme mekânları haline gelen İHL’lerde yetişen bu nesiller de buralarda aldıkları bu ‘bilinç’le bilahare aldıkları İmam Hatiplik ve vaizlik ‘memuriyet’leriyle toplumun dinî hayatına yön ve şekil vermeye başlamaktadırlar.
Böylece İslam’ın, hinterlandında yaşayan bütün halkların adalet zemininde eşitliğini gerektiren, bütün insanî haklarda aynılığını icap ettiren ve bunu bir hassasiyet ve vebal noktası olarak tescil eden tevhidî ilkelerinin yaşamsal alandan tardı söz konusu olmaktadır. Bu tevhidî ilkelerin, tasavvuf felsefesinin bütün gayrı İslamî renkleriyle boyanarak zemin kaymasına uğratılmış olması da cabası. Esasen bu ikincisinin, birinci pozisyonun arka bahçesi olduğu da ayrı bir realitedir. Geçen uzun sürede çoğalan böylesi bir anlayışa sahip İmam Hatip Nesli arasında zamanla oluşan ‘İHL şuur ve dayanışması’ ise bütün bu vaziyetin kemikleşmesini sağlamıştır. O kadar ki sırf bu durumun tespitini amaçlayan açıklama çabaları bile ihanet ve sapıklıkla eş değer kabul edilir olmuştur.
Bu itibarla Türköne’nin dediği gibi dünün, vatandaşın din eğitimi ihtiyacını vesayet gerekçesine dönüştüren zorba azınlığa karşı direnç göstergesi işlevini gören İmam Hatiplere sahip çıkmak, sayısının artmasını arzulamak doğrudan zorbalara direnmek anlamındaydı. Çünkü İmam Hatipler aynı zamanda bu zorbalığa karşı muhalefet bilincinin şekillendiği ve kimliğe/ kişiliğe dönüştüğü yerler halinde idi. Her ne kadar buralarda, cumhuriyetin ilanını müteakip dinî algı ve yaşam bağlamında artan halk devlet zıtlaşmasında halkın ‘Kaynak (vahiy kültürü)’a yabancılaşarak ‘Töreleşmiş Din’e mahkûm kalması dolayısıyla resmî dayatmanın dışında önünde duran Osmanlı dinî anlayışın* kopyası durumundaki hemen her söyleme ram olması sonucu şekillenen dindarlık tipi egemen i(diy)se de. Ki bütün bunlar da sonuçta yine resmî dinin milliyetçi ve vatansever renkleriyle boyanmış durumda(y)dı(r).
Şu kadar var ki bugün hal vaziyet düne nazaran biraz daha farklı bir zaviyede ise de yine -kanımızca- bugün de İmam Hatipleri yaşatmak ve büyütmek önemini korumaya devam etmektedir. Şüphesiz buraları mevcut haliyle merkeze almak, devletin din eğitimi üzerindeki tekelini kabul etmek ve bu vesileyle ‘statüko’nun buraları geleceğinin payandası olarak kullanacağı tezi doğrudur. Sırf bu nedenle de olsa toplumun -içeriği, süresi ve yöntemiyle- din eğitimi ihtiyacını gidermek örgün eğitim sisteminin dışında da mümkün olabilmelidir. İlaveten dünün statükoya muhalif pozisyona geçmiş bu eğitim kurumlarının bugün yeniden, onu ayakta tutan sütunlara dönüştürülmesine de meydan verilmemelidir.
Bu itibarla sadece İmam Hatipleri değil, aynı zamanda buralarda verilen din eğitimini de topyekûn yeniden yapılandırmak ve içeriğini sil baştan bir daha revize etmek icap etmektedir. Bir kere buraların, vatan-millet ve millî-manevî ekseninden kurtarılarak özellikle milliyetçilikten dolayısıyla ‘öteki’ni hor gören, ‘beriki’ne hayatı dar eden anlayıştan arındırılması, ivedi bir gerekliliktir. Mesela hep merak ederim; İmam Hatiplerde -hem de meslek dersleri arasında- neden ‘İnsan Hakları’ veya İslam Hukuku’nun gerek mensupları gerekse mensubu olmayanlara ait haklarını ve bunun tarihimizdeki olumlu/olumsuz örneklerini içeren bir ders olmaz? Keza bu okullarda neden sanata dair önemi hissedilecek tarzda dersler konmaz ve sanatsal faaliyetlere neden mesafeli olunur.
Bu arada Türköne’nin yazılarına yönelik Hayrettin Karaman, Cemal Nar, İhsan Toy, İbrahim Solmaz gibi zevat tarafından çeşitli hamasi reddiyelerin yayınlandığı görülmektedir. Türköne, İmam-Hatip okulları misyonunu tamamladı mı? başlıklı bir başka yazısında da zaman sürecinde mezunlarına bir kimlik, kişilik hatta dünya görüşü kazandıran İmam-Hatiplerin artık misyonunu tamamladığını ve bu okullar üzerine inşa edilecek din eğitiminin ve doğrudan genel eğitimin gelecekte büyük sorunlara yol açacağını düşünüyorum. Uzun askerî vesayet dönemlerinde İmam-Hatipler, yıllar boyu halk ile devletin neredeyse yegâne uzlaşma alanı olarak işlev gördü. Yine bu okullar sayesinde başka türlü tahsil imkânı bulamayacak gençler, toplumun üst katlarına tırmanma imkânı buldu. Ne var ki artık İmam-Hatip modelinin eğitim sistemi içindeki çapı, din eğitimi sorununu çözememektedir; tersine sürekli bir siyasî kavga konusu olarak gündemde kalmaktadır. Hâlbuki İmam-Hatiplerin karşıladığı ihtiyacın artık devletin dışına çıkartılması, yani sivil topluma emanet edilmesi gerekmektedir. Zira bugün bu okullara duyulan ihtiyacı karşılayacak alternatifler bulunmaktadır. Çünkü toplum, her ara dönemde mağdur edilen bu okullara alternatif eğitim kurumları oluşturdu. Devletin himayesine girmeden gelecek nesilleri yetiştirecek sağlam kurumlar ortaya çıktı. Özetle söylenecek söz: İmam-Hatipler tarihî misyonunu tamamlamıştır artık.
Türköne, 'İmam-Hatipler için bir gelecek inşa etmek' başlıklı yazısında ise bu okullar üzerinden dile getirilen din eğitimi talebi, halkın siyasî sisteme müdahalesinin, dolayısıyla demokratikleşmenin itici güçlerinden biri oldu. Hâlbuki İmam-Hatip ruhunun diri bir şekilde yaşadığı İmam Hatipli bir gelecek vizyonunu/ misyonunu kimse tarif edemiyor. Devamla din eğitiminde devlet tekeli devam etmeli mi? sorusunu yenileyen Türköne bu millet dinini öğrenmek ve öğretmek konusunda acz içinde değil. Dindar nesli devlet yetiştirecekse, gelecekten yana mutlaka endişe etmeniz gerekecektir, demektedir.
İmdi özellikle din eğitimi üzerindeki seküler laik devlet tekelinin kaldırılması ve hatta bunun tamamıyla halkın kendi çaba ve anlayışı doğrultusunda geliştireceği kurumlara terk edilmesi prensipte doğru olmakla beraber, sosyal yapımızda mevcut dinî anlayışın ve bunu yaşatacak dinî çevrelerin Kur’an kültürüne uzak oluşları ve dinamiklerini tevhidî ilkelerden çok, yoğun bir etnisiteyi (Türk milliyetçiliği) işaret eden ve sonuna kadar giden tasavvufî bir anlayışı gösteren (Yesevi inancı) özelliklerle donanmış dinî bir söyleme sahip olmaları dolayısıyla netameli olacağı da açıktır. Bu nedenle Türköne'nin ısrarlı vurgusunda belirttiği ‘devlet tekelinin kaldırılması ve ilgili eğitimin sivil kuruluşlara terki’ hususu nazari manada isabetli olmakla beraber, peşi sıra neyi hedeflediği de bir o kadar önemlidir.
SözgelimiTürköne'nin Zaman Gazetesi'ndeki bu söylediklerinden şu sonucu çıkarmak niyet okuyuculuk olarak görülmese gerektir: İmam Hatip Liseleri'nde verilen dinî eğitim artık toplumun ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Günümüzde vatandaşların din eğitimlerini alacakları -mesela Zaman gazetesinin ait olduğu cemaat yapılanmasında olduğu gibi- yerler vardır. Ey okuyucular çocuklarınızı oralara gönderin, din eğitimlerini artık abi/ ablalar eliyle alsınlar. Zira İmam Hatip Liseleri'nden mezun olanların geneli -her şeye rağmen- abilere/ ablalara tam manasıyla itaat etmiyor aksine itiraz ediyorlar ve hatta kimi zaman sorguluyorlar da. İşte bu bir kaygı sebebidir. Oysa ne gerek var bu itirazcı gürûhun yetiştirilmesine. Bize ‘otur’ denince oturacak, ‘kalk’ denince kalkacak bir gençlik/ toplum lazımdır. Ülkedeki din eğitimi tekelini verelim benzeri çevrelere, belli kitapları okusunlar, hatta ‘Hoca Efendi’nin vaazlarını dinlesinler, tornadan çıkmış ‘abi’lerin ve ‘abla’ların tezgâhında ‘zararsız’ ve ‘hizmete’ yönelik eğitimlerini alsınlar. Böylece her alanda olduğu gibi ‘kardeşlerimiz’ bu alanda da kartelleşmelerini tamamlamış olsunlar. Hem zaten Hoca Efendi, ‘İmam Hatip Liseleri gerekirse kapatılabilir...’ dememiş miydi? Acaba -olur ya- Mümtaz'er Türköne, cemaat yapılanmasının aldığı karar gereğince onların bu konuda sözcülüğünü yapıyor olmasın mı?
Din eğitiminin sivil topluma tamamen terki hususunun beraberinde getireceği bir handikap da cemaatlerin bir çoğunun aynı kulvarda olmasına rağmen birbirlerine tahammüllerinin olmayışı ve mensuplarının la dini çevrelere gösterdiklerinin aksine ‘öteki’ cemaat mensuplarına yönelik hoşgörü/ tolerans ve müsamahadan uzak oluşları, birbirlerini anlamaya hevesli olmamaları ve çoğu zaman iftira ve karalamaları rahatlıkla yapabilmeleridir. İşte Türköne’nin merakla sorduğu İmam Hatipli bir gelecek vizyonu tam olarak burada tebellür edecektir. Bu misyonun tarifi şöyle olsa gerektir: İmam Hatipler İslam inanç ve kültür kaynaklarından hareketle, insan hakları zemininde çağın gereklerini dikkate alan modern eğitimin verildiği kurumlar ve İmam Hatipli ise referans çerçevesini Kur’an ve onun yaşamsal versiyonu olan Sünnet’in** belirlediği, millî duygu ve alametlerden arınmış, insan haklarına saygılı, başkalarını ötekileştirmeden anlamaya çalışan, bu ruh ve şuura sahip nesil demek olmalıdır.
Bunun pratik anlamı, İHL mensup ve mezunlarının statükonun devamında bir sütun görevi ifa etmek yerine -mesela- Kürt açılımında, Türk insanının zihnine din olarak yerleşmiş millî argüman ve figürleri ayıklayıp reddeden vizyon ve misyon sahibi aktörler olmalarıdır. Bu konseptin sağlanabilmesi için de devlete ivedilikle düşen, bu okullara -şu an yapmakta olduğu gibi- şoven duygular ve milliyetçi kafa yapısına sahip idareciler yerine toplumun bütün kesimleriyle barışık, kendini asimilatör olarak görmeyen ve değişime açık bir zihin yapısına sahip kişiler tayin etmek olmalıdır. Bu arada İHL’lerin, Türkiye toplumuna hâkim sûfî meşrep algı ve düşünce yerine Kur’an kültürünün öğrenildiği / öğretildiği mekânlar olmaları gereği de ayrı bir ihtiyaçtır. Böylece İmam Hatipler ve İmam Hatipliler herhangi bir ırkın üstünlüğü ve ayrıcalıklı oluşuna itibar etmeden toplumu oluşturan bütün unsurların beraberliğini sağlayan; taklide gömülmeden kültürel mirası değerlendiren geleceğe dönük bir kurum ve ruh haline gelmiş olur. Eğer ‘Dindar gençlik yetiştirmek’ istiyorsak işte bu böyle bir gençlik olmalıdır ve işte tam da bu gerekçeyle İmam Hatipler, işlevini tamamlamış ve dahi işi bitmiş değil aksine bahsedilen tarzda yeni bir misyon ve vizyonla yoluna güçlenerek devam eden kurumlar olmalıdır.
Türköne’ye mukabil Hayrettin Karaman, Sevgi Pınarı İmam Hatipliler başlıklı yazısında İmam Hatiplilerde kin olmaz; din olur, sevgi, şefkat, kuşatıcılık, zarafet, estetik duygu ve hizmet olur, tarzındaki yüksek perdeden tespitlerinden sonra ‘İmam hatiplerin misyonu’ başlıklı yazısında Türköne’nin tezlerinin aksine bir kanaat sergilemektedir. Karaman’a göre İmam Hatiplilerin muhafazakârlığı ‘körü körüne maziden devralınanı korumak ve bunların köklü değişimine karşı çıkmak’ şeklinde değildir. Ayrıca nesil olarak İmam Hatipliler, geleneğin korunması bahsinde seçicidirler. Onlar farklı olanları kendilerine benzetmek için baskı yapmazlar, zor kullanmazlar, şiddete asla yaklaşmazlar. Anlatarak, sevdirerek, ikna ederek İslamlaştırma vazifesi ise yalnızca İmam Hatiplilerin değil, bütün müslümanların vazifesidir; bu misyon İmam Hatiplilerin varlık sebebidir ve bu misyonun sona erdiğini söyleyen ya ne dediğinin farkında değildir veya bu misyona karşı çıkmakta, bunu muhafazakârlık saymakta ve buna karşı mücadele bayrağını açmaktadır.
Karaman, ‘İmam hatiplerin misyonu (2)’ başlıklı diğer yazısında ise İmam Hatip okullarının 'laik devletin elinde, onun amaçlarını gerçekleştirmenin veya istismarın aleti' olduğu iddiası da tutarlı değildir. Devlet bunu istemiş, siyasiler veya başkaları istismara yeltenmiş olabilir. Ama gerçekleşen ne olmuştur? bu asla tahakkuk etmemiştir. İmam Hatip mezunlarından olup din hizmetinde olanlar laik devletin istediği dini değil, -gayrı ne demekse- sahih ve tam İslam'ı anlatmışlardır. Onların anlattığı, 'Ehl-i sünnet ve cemaat' İslam'ıdır, sahih ve tam İslam'dır, demektedir.
Artık burada bize düşen, anlatılan ve fakat realitede karşılığı daha farklı olan bu hususlara itirazımızı ifade etmek adına sadece ‘ya leyte’ demek olsa gerektir. Oysa filhakika bizim camiada -cemaat, vakıf, dernek vs.- geçmişten bu yana etkin bir emir komuta zinciri vardır. Önde olanlar kişiden koyun olmasını isterler, ‘neden’ diye bir şey düşünülmeyecek ve asla üstler eleştirilmeyecek ve haksızlık göründüğünde vardır bir hikmeti; büyükler/ abiler daha iyi bilir, denilecek ve susulacaktır. Haksızlık karşısında susmak birinci görevdir. Değilse hiyerarşiye zarar verilmiş olunacaktır. Bu ise aforoz sebebidir. Çünkü bizim camia adam kayırma ve haksızlıklara rağmen eleştirilmekten asla hoşlanmamıştır.
Sözün özü artık muhafazakârlık, mukaddesatçılık, koyun psikolojisi vs. mecbur edildiğimiz pozisyonları terk etme zamanı gelmiştir. Bu amaçla vahşi kapitalizmin, sömürünün ve oligarşinin taşeronluğunu yapmadan kendi ayaklarımız üzerinde, birlikte ve biz (Müslüman) olarak hayata devam etmek adına düşüncelerimizi, kurumlarımızı, davranış ve tutumlarımızı revize ederek yeniden yapılandırmalıyız. Bu bağlamda başka hak taleplerinin yanında ‘İmam Hatip Nesli ve İHL Şuur ve Dayanışması’nı da yeni bir misyon ve vizyonla tekrar canlandırıp geliştirmeyi ihmal etmemeliyiz.
 
* Bu konuda Hatice Kelpetin Arpaguş’un Ensar Neşriyat’ta çıkan Osmanlı Halkının Geleneksel İslam Anlayışı ve Kaynakları (2. baskı, İstanbul 2006) isimli kıymetli kitabına bakılmasını öneririm.
** Bu konuda bkz. Mustafa Akman, Hadis - Sünnet İlişkisi ve Toplumun Algısı, Çıra Yayınları, İstanbul 2011.
 
Özlem Albayrak, İmam Hatip Lisesi: İtibarı var, tahtı yok
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=32831&y=OzlemAlbayrak
Mümtaz'er Türköne, İmam-Hatip okulları misyonunu tamamladı mı?
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1309277
Mümtaz'er Türköne, İmam-Hatipler için bir gelecek inşa etmek
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1311709
Mümtaz'er Türköne, İmam-Hatip mi, din eğitimi mi?
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1310276
Hayrettin Karaman, Sevgi Pınarı İmam Hatipliler
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?i=32827&y=HayrettinKaraman
Hayrettin Karaman, İmam hatiplerin misyonu
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?t=29.06.2012&y=HayrettinKaraman
Hayrettin Karaman, İmam hatiplerin misyonu (2)
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?i=33032&y=HayrettinKaraman
İhsan Toy, İmam-Hatipleri savunmak
http://www.haber7.com/yazarlar/ihsan-toy/899186-imam-hatipleri-savunmak
Cemal Nar, İmam Hatibin Misyonu Bitmez
http://www.habervaktim.com/yazar/51938/imam_hatibin_misyonu_bitmez.html
İbrahim Solmaz, Ömrünü tamamlayan imam hatipler değil 28 Şubat'tır.
http://yenisafak.com.tr/Yorum/?i=391505
http://www.timav.org.tr/imam%20hatip%20liseleri%20arastirmasi.pdf

Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —