Mustafa AKMAN

Tarih: 15.10.2012 18:19

NASIL OLSA CEHENNEMLİK!..

Facebook Twitter Linked-in

NASIL OLSA CEHENNEMLİK!..
 
Fi tarihte ‘cehalet’le ilgili, bunun keyfiyetini, sebep ve sonuçları ile insanlar üzerindeki etkilerini, ayrıca mazeret olup olmadığını anlamak amacıyla yüksek lisans tez konusu olarak bir araştırma yapıyorken bir gün, İstanbul’da belediye (İETT) otobüsüyle yolculuk yapmakta olduğum bir esnada otobüste yanımda duran iki kişinin aralarında geçen bir konuşmaya istemeyerek şahit olmuştum. Toplumun sıradan iki üyesi olan tanımadığım bu kişiler, havadan-sudan konuşup kendilerinin başından geçen envai türlü desiseler ve yapmakta oldukları türlü eğriliklerden bahsederken bir ara bunlardan biri yeni girmiş olduğu bir iş yerindeki yöneticisinden bahsetmeye başladı. Dediğine göre Türkiye'de yeni bir banka kuruluyormuş. Kendisi de bu bankanın yeni açılan genel müdürlük binasında genel müdürün hizmetinde imiş. İşte bu müdür çok iyiymiş, efendiymiş, dürüstmüş, samimiymiş, ciddiymiş, ağırbaşlıymış, sözünde dururmuş, vesaire imiş miş... ne ki bu adam Avrupalıymış. Bunu anlatan kişi, erdem sahibi/ şahsiyetli bir insanda olması gereken, dahası bir müslümanda bulunması elzem olan ya da zaten müslümanlığının doğal bir tezahürü olması gereken böylesi sıfatları, tabi aynı zamanda kendisinin, adamın bu özelliklerini suiistimal etmesini de ekleyerek sıralamaya devam ederken bu arada beriki hemen atıldı ve konuşanın lafını keserek şöyle dedi: Ya bırak, dedi. Nasıl olsa, dedi. Cehenneme gidecek dedi. Bunun üzerine ötekisi de onun bu lafını gayet rahat bir şekilde tasdik ederek, öyle ya, dedi. Nasıl olsa Cehenneme gidecek! dedi. Zira bu bahsettikleri doğuşsal/ mekânsal olarak ‘öteki’ ve kendileri ise gayri iradî olarak veya Allah'ın (c) bu pozisyona mahkûm edip özel statüde(!) yarattığı Cennet garantisine sahip kullarıydı. Bunlar böyle diyerek laflarını değiştirip ilginçtir yine daha önce konuştukları o üstün(!) ya da kendilerini Cennetlik kılan(!) meziyetlerine döndüler.
İşte cehalet konusunu araştırdığım, otobüste ayakta kalarak konumla ilgili bir kaynağımı güçbelâ okumaya çalıştığım bu esnada ben hayretler içerisinde kalmıştım. Kendi kendime şöyle sorduğumu hatırlıyorum: Bunlara bu mantığı kim verdi? Bu garantiyi nereden aldılar? Bunlar bu haldeyken kendilerine Cennet ve ötekisine/ ötekilerine Cehennem garantisini kim sağladı? Esasen -toplumun bir ferdi olmaları hasebiyle- neye inandığını, bu yapıp ettiklerini neye dayanarak hangi bağlamda yaptığını/ söylediğini sorsanız, buna bağlılığının, sadece miras aldığı bir gelenekten ibaret olduğunu ve yapıp ettiklerinin bu gelenekte hiçbir çerçeveye oturtulamayacak olduğunun farkında olduğunu görmek garabetini yaşarsınız. Evet, bunların şahsında bu topluma bu mantığı kim verdi? Bu rahatlığı nereden buldular? Ne edersen et ve ne yaparsan yap, zarar vermez; çünkü bu coğrafyada doğmuştur. Ve ötekisi ise aynı şekilde ne yaparsa yapsın, ancak başka bir coğrafyada doğduğu için faydasızdır.
Bir diğer ifadeyle zihninin geri planındaki dürtüyle İslam'a önyargılı davranan ve müslümana dair negatif ayrımcılık yapan İslamofobiya hastalığına yakalanmış kimselerin ‘öteki’ne karşı takındığı tutumu bir anlamda -farklı bir boyuttan da olsa- sergilemek demeye gelebilecek böylesi yaklaşımlardan sakınmak gerektir. Zira bu, ilahî adalet terazisinde ekstra bir kazanım sağlamayacaktır elbette.
Kaldı ki örneğimizdeki Avrupalının şahsında görülen moral değerlere toplum olarak uzak kaldığımız açıktır. Oysa bunların İslam'ın temel tavsiyesi olduğu malumdur. Belki de sorun, bizim İslam'ı, irade beyanında bulunmadan hazırda bulunan -hükmen Müslüman- olarak kabulümüzle ilgilidir. Ve bu ‘kabul’ -artık sebebi her ne ise- bizde kendini gösterememiştir.
Bu bağlamda görünen o ki toplum olarak bizim, Avrupalının yaşamsal pratiklerine bakıp değiştireceğimiz -ne yazık ki- çok şeyler vardır. Elbette bu değerlerin en güzelini/ gerekli olanını İslam öngörmüştür. Ancak bundan etkilenmişliğimizin münferit kaldığı da maalesef ortadadır. Oysa uygulama olarak bu durum o toplumlarda tam tersinedir. Oralarda çalışan gurbetçilerimizin tasvirleri de hep bu merkezdedir.
Sevgili okuyucuların da şüphesiz farkında oldukları bu durumu bir anım vesilesiyle dile getirişimdeki amaç, bizlerin kitle eğitimi konusunda da birtakım kaçınılmaz sorumluluklarının olduğunu hatırlatmaktır. Muhakkak ki, kulaktan dolma ve ezber olmayan ‘bilgi’ye doğru kaynaklardan ulaşarak öncelikle kendimize sonra da kendilerine karşı mes'ul olduğumuz toplumumuza bu sorumluluklarımızı yerine getirme hususunda duyarlı olmayı hatırlatmakla yetinmemeli aynı zamanda bu hassasiyeti canlı kılmayı da ayrı bir ödev bilmeliyiz.

Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —