ZAAFLARIMIZ KİME HİZMET EDİYOR?

A. ARAF ARAT

VAN 27.04.2015 09:45:26 0
ZAAFLARIMIZ KİME HİZMET EDİYOR?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 İnsani ve İslami istikametini kaybeden, daha çok kan akıtmaya endeksli, mezhepler üzerinden fitne ve fesat üreten siyasi ve toplumsal bir anafor yaratıyor. Anaforun içinde yaşayan insanımız ise zengin bir tarih ve enformasyona sahip olmasına rağmen, yaşadığı tecrübeleri hafızasından silinmiş, geçmişe dair hiçbir tecrübe edinmemiş, akıtılan onca insan kanına karşı duyarsız, anlamsız ve ruhsuz bir hayat yaşıyor.
İslam coğrafyası her şeye rağmen, küresel küfrün başlattığı ideolojik savaş’ın en etkili silahlarının kullanıldığı bir dönemde, Tevhit düşüncesini yeryüzüne hakim kılma mücadelesini sürdürmeye devam ediyor. Bununla birlikte Müslümanlar olarak, İslami değerlerin hâkim olmadığı bir dünyanın değişimine de tanık oluyoruz. İnsanımızın zihinsel koordinatlarını batılı paradigmanın belirleyici olduğu seküler felsefe ve sorunlu İslam tarihinin beraberinde getirdiği zaafları kodluyor. Dünyadaki gelişmeleri yönlendiren küresel küfür, bunu İslam coğrafyasında yaşayan halkların zaafı olarak görüyor ve bu durumdan yararlanıyor. Bu zaafları sistemli bir şekilde canlı tutuyor. Bu coğrafya üzerinde koparılan fırtına ile, İnsani ve İslami istikametini kaybeden, daha çok kan akıtmaya endeksli, mezhepler üzerinden fitne ve fesat üreten siyasi ve toplumsal bir anafor yaratıyor. Anaforun içinde yaşayan insanımız ise zengin bir tarih ve enformasyona sahip olmasına rağmen, yaşadığı tecrübeleri hafızasından silinmiş, geçmişe dair hiçbir tecrübe edinmemiş, akıtılan onca insan kanına karşı duyarsız, anlamsız ve ruhsuz bir hayat yaşıyor. İnsanlık tarihi boyunca insanoğluna yapılan ilahi uyarılar hiç olmamış gibi vurdumduymaz ve onursuz davranıyor.
Fikir veren, akıl vahiy ilişkisini Tevhidi eksende vurgulayan, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk olma çağrısı yapan Tevhidi oluşumlar küresel ve bölgesel siyasetin acımasız hedefi haline getiriliyor. İslami yaşam biçiminin toplumsal ve siyasal bir düzene dönüşmemesi için stratejik hesaplarla hareket eden küresel ve bölgesel şeytanlar, İslami kaygılardan ziyade mezhebi kaygılar taşıyan örgütsel yapılar üretiyorlar. İslami bir dil kullanarak, Allah yolunda cihat etmeye çağıran ABD yapımı örgütler, küresel güçlerin bölgesel çıkarları için savaşan cihatçı gruplar olarak kendini gösteriyor. Dünyanın her tarafında her türlü argümanı harekete geçirerek, İslam’ı ve Müslümanları kötü göstermeye yönelik ortaya koydukları her türlü İslam dışı modeli, İslam coğrafyasının sorunlu geçmişinden yola çıkarak üretebiliyorlar. İçeriği akıl almaz menkıbelerle dolu geçmişin din algısı, insanı ve hayatı yeniden inşa etme iddiasıyla süslenerek yeniden topluma sunuluyor. Yeni bir insan ya da yeni bir toplum inşa etmek adı altında yeni küresel pazara uygun yeni bir din inşa ediliyor.
İnşa edilen yeni din anlayışı küresel güçlerin dünyevi çıkarlarına hizmet eden yeni toplum biçimlerinin ortaya çıkmasını öngörüyor. İstikrarsızlaştırılan ülkeler mezhebi ve etnik çatışmalarla parçalara ayrılarak yeniden biçimlendiriliyor. Toplumlar yeniden biçimlendirilirken küresel din anlayışına uyum sağlayan yeni siyasi organizasyonların temelleri oluşturuluyor. İslami tavır dünyevi iktidarların çıkarlarına uygun olarak yeniden dizayn ediliyor. İslami hassasiyetler siyasi iktidarların dünyevi çıkarları uğruna terk ediliyor. Müslümanlar, küresel küfrün başlattığı ideolojik savaş’ın en etkili silahlarının kullanıldığı bir dönemde her şeye rağmen Tevhit düşüncesini yeryüzüne hakim kılma mücadelesini sürdürmeye devam ediyor..
Müslümanlar mezhebi hassasiyetleri ön plana çıkaran, İslam’ın ilk çıktığı Arap toplumunun kültürel biçimlenişini model alan, daha çok yozlaşmış bir geleneği sürdüren sorunlu bir coğrafyada varlığını sürdürmeye çalışıyor. Kur’an’ın söyledikleriyle tarihin söyledikleri arasındaki çelişki, tarihsel geçmişin Kur’an’a göre sorgulanmamasından kaynaklanıyor. Hz. Peygamberin vefatından sonra Ümmet bilincinin siyasi iktidar çatışmalarıyla ağır yara alması, fethedilen yeni ülkelerin İslam dışı inanç ve değerlerinin İslam anlayışına sızmaya başlaması ve bununla ilgili tedbirlerin alınmaması her alandaki yozlaşmayı ve bozulmayı beraberinde getirmiştir. Kuran’ın ve sahih sünnetin belirleyici olduğu Ümmet kavramı bu süreçle birlikte, dünyevi çıkarlar için dünyayı fethetmeye çalışan iktidarların tebaası olarak görülmeye başlanmıştır. Müslümanların siyasi tarihlerini belirleyen iktidar çatışmalarının, yaşadığımız bu çağda bile mezhepler üzerinden, bu coğrafyayı dünyanın terör merkezi haline getirebildiğine şahit oluyoruz.
Vahye uygun, süreç odaklı bir yöntemi peygamberin sünneti olarak eyleme dökemeyen unsurların içinde yaşadıkları sistemin nesneleri haline geldiklerini ya da getirildiklerini görüyoruz. Diğer yandan siyasi varlığını her şeye rağmen İslami olmayan bir devlet düzeni içerisinde sürdürebilmeyi olmazsa olmazı haline getiren İslami unsurların, sistem içi siyaset yapma yöntemi, tavizlerin yeni tavizleri doğurduğu ve ilkelerin her geçen dönemde terk edildiği bir vasatta sisteme tamamıyla eklemlenmeyi beraberinde getirdiğini de görüyoruz. Elde edilen kazanımların heba olmaması adına taviz üstüne taviz veren İslami(!) unsurlar, içinde yaşatıldıkları sistemin emniyet sibopları haline getirildiler ve sistemin arayıp da bulamadığı Hint kumaşı oldular.
Bütün bu zaafların algı yönetimini ve küresel kaos düzenini beslediğini unutmamalıyız. Allah’ın “bir toplum kendi içindekini düzeltmedikçe Allah o toplumun durumunu düzeltmez” ayetindeki ilahi yasanın nasıl işlediğini dikkate alması gereken Müslümanların, içinde barındırdığı zaafların küresel küfür tarafından nasıl kullanıldığı noktasında bir kez değil binlerce kez yeniden düşünmeleri gerekmektedir. İslam coğrafyasının tarihsel geçmişinden miras olarak aldığı zaafları, Allah’ın razı olmadığı küresel bir sistemi dünyanın merkezine taşımıştır. İslam coğrafyası tarihsel tanımlamaları yaşadıkları çağa uydurma ve bu çağda da devam ettirme telaşı ile vahye uygun bir tanımlamadan uzak kalmışlardır. Müslümanlar kafası allak bullak olmuş, ne yapacağını bilmez bir halde yaşayan kafa karışıklığı ile algı yönetimine maruz kalarak dışarıdan belirlenebilmektedirler. Müslümanların dışarıdan belirlenmişlikleri ve tanımlandıkları anlayışın niteliği vahye uygun bir sorgulama yapıldığında rahatlıkla görülebilmektedir. Bu sorgulama dışarıdan dayatılan iki farklı anlayışın Müslümanları kendi içine hapsettiğini ve buradan manipüle ettiğini göstermektedir. Ilımlı İslam ve Radikal İslam tanımlamaları dışarıdan dayatılan ve Müslümanları kontrol eden ve aynı şeye hizmet eden iki farklı anlayışın yansımasıdır. Sosyal sitelerde yapılan tartışmaların içeriği sorgulandığında Müslümanların nasıl bir kafa karışıklığına maruz kaldıklarını ve bunun sonucu olarak ılımlı ya da radikal tanımlamalarından hangisine taraf olmak zorunda kaldıklarını görmek mümkündür. Müslümanlar hayatın Kur’an eksenli düşünebilme pratiğini keşfedebilmiş ve toplumun içine nasıl taşıyabileceğine dair bir içerik üretebilmiş değildir.
İslam dünyasını temsil eden İslami cemaatler içinde bulundukları sapkın anlayışı sahip oldukları kitleyi uyutarak sürdürmeye çalışmaktadırlar. Her gün bir yenisi eklenen STK’lar, vakıflar, Cemaatler ve bunların türevi olan sapkın anlayışlar insanımızın kafasını karıştırmakta ve Kur’an’ın anlaşılmasının önüne bir duvar olmak için çabalamaktadır. Kur’an ve Tefsir adı altında yapılan çalışmalar elbette ki önemlidir. Ancak bu çalışmaların Müslümanları nasıl bir hayatı inşa etmeye çalışma çabası da sorgulanmalıdır. İslam coğrafyası üzerindeki küresel ve bölgesel projelerin İslam üzerinden gerçekleştirildiği dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Gerçek anlamda nebevi yönteme uygun bir İslami uyanışın önünü mevcut küresel ve bölgesel iktidarların asla açmayacağı bilinmelidir. Bölgesel iktidarların izlediği politikalar sanıldığının aksine İslami uyanışın önünü açmaya değil, uyanışın kontrol edilmesine yönelik çabalarıdır. Bu çabalar yeni değildir ve her dönemde karşımıza çıkmaktadır. Ancak ne yazık ki bunu idrak edebilenlerin sayısı her dönemde daha da azalmaktadır. İslamı İslamla engelleme politikaları (İslamizasyon) her dönemde yenisiyle uygulanmakta ve Müslümanları hep aynı tuzakla avlayabilmektedir.
Bugün Müslümanlar çok zor ve çok kritik bir dönemden geçiyor. Tarihin asırlar boyunca biriktirip önüne getirdiği bilgi birikimi, ham haliyle insanımızın zihinsel dünyasını işgal etmiş durumda. Bu bilgi birikimini nasıl kullanacağımızı, hangilerini alıp, hangilerini dışarıda bırakmamız gerektiğini Müslümanlar olarak henüz bilemiyoruz. İslam dünyasının siyasi anlamda gücünü yitirdiği zamanlar boyunca, İslam dışı siyasi organizasyonların belirleyici olduğu dönemlerin bu yüzyıldaki ürünü olan bir toplumda yaşıyoruz. Bu toplum dinini İslam olarak tanımlıyor. Ancak İslam’ın ne olduğunu ve neyi nasıl talep ettiğini Allah belirliyor. Farklı tanımlamalara maruz kalan İslam, toplum tarafından tarihin tanımladığı İslam olarak yaşanıyor. Tarihin tanımladığı atavik İslam’ın bu topluma ve bu çağa söyleyebilecek hiçbir sözü yoktur. Çünkü söyleyeceğini tarihin eski dönemlerinde söylemiş ve etkisini yitirmiştir. Şimdi ise nostaljik bir duygusallıkla camilerin, kutsal mekanların manevi havasını süsleyen mistik bir hezeyandır. Kur’an’ın merkezde olmadığı bir İslam’ı düşünmek mümkün değildir. İslam dünyası merkezde Kur’an olmadığı için sömürülüyor. Bugün İslam sömürgeci devletlerin bu coğrafyayı kontrol etme aracı olarak kullanılıyor.
Batı İslam dünyasını tek başına kontrol etmekte zorlandığından, bunu küresel koalisyonla sağlamaya çalışıyor. İslam coğrafyası küresel koalisyonun stratejik hesaplarını anlayabilecek durumda değil. Terör örgütleri üzerinden kendi küresel varlığını meşrulaştırmaya çalışan küresel ittifak, halkı geleneksel olan Müslüman ülkeleri kendi yanına çekmeye çalışıyor. Bölgenin batının kuklası olan devletleri küresel ittifaka her türlü askeri, siyasi, mali desteği vermekten çekinmiyor. Arap Baharı olarak başlayan ve bölge ülkelerinin desteği ile işleyen süreç, bugün mezhep çatışmasına dönüştü. Irak mezhep, din ve etnik olarak nasıl parçalandıysa, Suriye’de de aynı süreç yaşanmaya başlandı. Müslümanlar her türlü çatışmanın önüne geçme ve önleme sorumluluğunu üstlenmelidir. Müslümanlar İslam coğrafyasında yaşananları kendi gerçekleri olarak görmek yerine Batılı devletlerin gerçekleriyle görmeye çalışıyorlar. Mezhebi ayrışmanın yüzyıllar boyu devam edecek kanlı çatışmaları başlatacağını düşünmüyorlar. ABD ve İsrail İslam coğrafyasının Şii ve Sünni diye parçalanmasını ve her iki bloğun enerjisini birbirine karşı kullanarak tüketmesini bekliyor. Bölgenin enerjisini tükettikten sonra, küresel müdahalenin çok daha kolay olacağının stratejik hesabını yapıyor. Bölgedeki Kaostan yararlanarak bölgesel güç olma hesapları yapan devletler bu oyunun nesnesi olmaya devam ediyorlar. Orta doğu’da bölgesel güç olma hayaliyle oyun kurmaya çalışan devletlerin siyasi manevraları ABD ve İsrail’in bölgesel ve küresel hedeflerine hizmet emekten öteye geçmiyor. Bütün bu hesaplar Allah’ın dini olan İslam’ı bölgeden ve Yeryüzünden tamamen silmektir.
İslam insanlığa gönderilmiş dinin adıdır. İnsanlığın kurtuluşu yalnızca İslam’dadır. İslam’a karşı savaş açanlar İnsanlığa karşı savaş açmışlardır. Kur’an Allah’ın dinine karşı savaşanların akıbetlerinin ne olduğunu anlatan kıssalarla doludur. Küresel ittifak’ın bilinçaltında İslam’a karşı düşmanca strateji üretmek vardır. Allah’ın razı olduğu biçimde hareket etmeyen yapılar, bu ittifakın içinde yer almasalar da, yanlış yöntem tercihleriyle bu kirli ittifaka hizmet edip etmediğini sorgulamalıdır.
Müslümanlar zaaflarının kurbanıdır. Sorunlu tarih algısının, batılı kavramlarla İslam’ı anlamaya ve yorumlamaya çalışmanın, yanlış yöntem tercihinin, süreç odaklı düşünmeyip sonuç odaklı çıkış yolu aramanın ve en önemlisi de vahyin temel esaslarına uygun bir yaşam modelini hayatın tamamına kılamamanın kurbanıdır. Allah’ın “bir toplum kendinde olanı Kur’an da olanla değiştirmedikçe, Allah o toplumun halini düzeltmez” ayetini dikkate alarak zaaflarımızın daha fazla kurbanı olmamak için kendimize dönerek içinde olduğumuz hali bir daha gözden geçirmeliyiz.
Vesselam…İKTİBAS DERGİSİ