Yolun Düşündürdükleri

Cundullah Avcı

VAN 1.04.2015 10:31:30 0
 Yolun Düşündürdükleri
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Yolun Düşündürdükleri

Yolun Düşündürdükleri / Muammalar Zinciri

Önce ile sonra arasında sıkışıp kalırken…

 

Sana bu mektubu geceden yazıyorum.’’Önce’den mi başlamalı mıyım, sonra’dan mı’’ diye düşünüp dururken önce’nin demlendiğini sonra’nın üzerinden zaman geçmesi gerektiğini öğrendim. Bak öğreniyor işte insan…Yaşayarak…O kadar da zor değilmiş… Yol, yolcu, ve bekleyen üçlemesinin verdiği düşünceyle kalpten zihne akan bulanık bir su gibi zihinden şelaleden dökülür gibi kağıda dökülen zihinsel ve bedensel yolculuğun haykırışı… Haykırış dediysem kalem işledikçe kağıtta iz bırakan bir mürekkep, kulakları sağır edecek bir nida değil…. Haykırış, kalem işledikçe kalbi dağlayan… haykırış, kalbi ve zihni sağır eden dumura uğratan bir haykırış….

Önce…

Dökülür zihinden ve kalemin mürekkebinden…. Farklı bir üslup faklı bir nida…

Her gecem sensizlik ve her yeni bir gecem ayrı bir azabın başlangıcıdır. Sensizlik en büyük azap olduğu halde birde üzerine eklenen seni bir sır gibi saklama azabı seni kendimden bile saklama azabı beni çok yoruyor ve sen bunlardan habersiz uzaklardasın. Kim bilir belki çektiğim sıkıntılardan berisin ve aklının ucundan dahi geçmemekteyim. Seni düşünmek hayal etmek için güçlü bir tahayyül gücü gerektirmekte ve bende bundan yoksun halde biçare haldeyim. Ne olursun duy sesimi ve dön gel artık dön gel.

Neden mazi hep güzel olur ve neden mazi hep hatırlanır?  Neden maziyi hatırlamaya mecbur bırakılır? Ben mazide değil şimdiki zamanda yaşamak istiyorum ve geçmişte yaşanmış olayı şimdiki zamanda da birebir olmasa da yaşamak istiyorum. Bir insanı şimdiki zamandan alıp geçmiş zamana hapsetmek ne kadar doğrudur? Ne de güzel söylemişler: “Eğer birini unutmak istiyorsan onunla geçirdiğin zamanı değil onun sana yaşattığı acıları düşün.” Ben seni unutmak istemiyorum. Beni şimdiki zamandan alıp geçmiş zamana hapsederek acı çektirsen de unutmak istemiyorum. Çünkü seni seviyorum her şeye rağmen. Sana olan bu sinirim beni maziye hapsetmenden değil, sorduğum sorulara başından salmak için verdiğin muallak cevaplaradır. Belirsizlik içinde beni boğduğundandır. Beni maziye hapsetmene razıyım. En azından mazide mutluydum ama belirsizlik içinde kimse mutlu olamaz bunun farkında mısın?

Hey! Cevap versene, susma öyle sana söylüyorum hey! Orda mısın? Aloo! Ses versene sessizlik ve sensizlik sinir bozuyor. Maziye geri dönmeye mecbur bırakıyorsun ve ben maziye geri dönmeyi hiç istemiyorum bunun farkında mısın? Sana söylüyorum. Cevap ver artık. Hey!

Çok önce…

 …

Yine aynı sessizlik, yine belirsizlik ve yine sensizlik.

Bir gündü. Sıradan bir gün ve sıradan bir sıkıntıydı yaşanılan. Sıradanlaşmıştı artık

Sensizlik dile gelemeyecek, kaleme dökülemeyecek kadar zor. Sensizlik yerkürenin altındaki magmada yanmak gibi, sensizlik en yüksek dağda olup da nefessiz kalmak gibi, sensizlik ne kadar yukarı çıkarsan nefes almanın güçleşmesi durumu gibidir. Gurbette ağlattığın yeter. Gurbetin en büyüğünü yaşamak ve anlatamamak, bunun acısının kim bilir kaç kişi tatmıştır ve farkındadır. Bu yaşattığın gurbete rağmen yine de seni sevmekten korkmuyorum. Bir şairin dediği gibi: “Seni seviyorum bana seni hatırlatan her şeyi seviyorum. Seni o kadar seviyorum ki seni kaybetme korkusunu korkumun sebebinde sen olduğun için seviyorum. Seni yalnızca sen olduğun için seviyorum. Ben seni bu şehirde olduğun için değil benimle aynı toprağa bastığın için, benimle aynı gökyüzünü paylaştığın için seviyorum.”

Seni anlatmamak ne kadar da acı. Seni yazamamak, kaleme dökememek, seni yazmaktan aciz kalmakta kelimeler, harfler ve sen bunun farkında olmadan yüzünden tebessüm düşmemekte.

Sen ki bütün şairlerin, yazarların dilinden düşmeyen bir Leyla, Aslı, Zühre, Zin bende Mehmetken mecnun sıfatına layık görülen biri. Neden Mehmetler, Keremler, olur mecnunda siz olmazsınız. Bu nasıl bir sırdır. Neden sizleri anlatmakta kalemler aciz kalmakta da bizi anlatmakta kalemler usta kesilmekte ve kelimeler akıp gitmekte kalemin ucundan. Neden sizlerin tasviri -Leyla gibi- çirkin olsanız dahi kalemler bir periyi anlatır gibi tasvir etmekte? Neden sizler bu kadar yüceltilmektesiniz? Bu sır nerden gelmektedir. Bu gizem nerden kaynaklanmaktadır. Biz mi çok düşüğüz yoksa siz mi düşük olduğunuzdan dolayı yüceltilmektesiniz. Yoksa sizler sevenin gözünde dünyanın en güzeli mi oluverirsinizde başkasının gözünde çirkin oluverirsiniz?

Bir gün biri Mecnun’a -Mehmet- sen Leyla da ne buluyorsun kuru, siyah, çirkin bir kız demiş. Mecnun da sen birde onu benim gözümden gör demiş. Acaba sizler sevenin gözünde şekil mi değiştiriverirsiniz. Hani şu üç boyutlu resimler gibi misiniz? Siz nesiniz Allah aşkına. Neden sizin tasvirlerinizde kaşlarınız yay, kirpikleriniz ok oluverir. Dudaklarınız lal’a benzetilir. Sizler acaba birer savaşçı mısınız?

Siz deki bu sırı çözeni öldürdünüz mü ki sizlerden bahseden hiç kimseden sizin sırrınızı çözen çıkmamış. Siz farklı bir maddeden mi yaratıldınız? Renk değiştirebilen şekilden şekle giren bir madde; birinin gözünde dünya güzeli birinin gözünde de çirkini oluverirsiniz. Yoksa istediğiniz kişiye mi kendinizi güzel gösterirsiniz. Siz nesiniz Allah aşkına sizi çözebilen yok mu şu Dünya üstünde.

Bana cevap verebilecek kimse yok mu? Ey gazelin babası Fuzuli, ey çağının çığ açanı Nedim, ey essiz şair Baki, ey Gevheri, ey Hatayi, ey Nef’i, ey Seyrani, ey halk edebiyatını şahı Köroğlu sizinde mi verebilecek bir cevabınız yok. Yoksa daha eskilere mi gitmek gerekir. Bir Şeyh Galip’e mi sormak gerekir? Acaba Şeyh sen bu muammayı çözebildin mi? Yoksa Ömer Hayyam’a mı sormak gerekir. Yoksa antik Yunan şairleri mi siz mi çözdünüz bu sırrı eğer çözdüyseniz nerde bunun cevabı. Siz ki en büyük filozofları içinizde barındırırdınız onlar mı çözdüler bu muammayı? Yok, mu cevap.

Yoksa ey Peygamberler sizler mi çözdünüz bu sırrı. Yoksa sizlerde bizim gibi bu konuda çözüm arayanlar mısınız?

Siz ey hanımlar! Siz nesiniz böyle, kalemler sizi tasvirde neden bu kadar abartıp durmasına rağmen aciz kalır, hangi maddeden yaratıldınız, siz kendi sırrınıza vakıf mısınız yoksa sizler de bizde bir muamma olduğunu mu düşünmektesiniz. Belki de ne sizde ne de bizde bir muamma vardır tek muamma bizim aklımızda, tahayyülümüzdedir. Bu olabilir mi? Yoksa gerçekten de sizde mi muamma var?

Galiba bu muamma bizim aklımızda. Biz sizi yüceltmekte siz bizi yüceltmektesiniz. Hâlbuki hepimizde eşitiz. Muamma karşı taraftan beklediklerimizde, muamma bizim tahayyülümüzde canlandırdıklarımızda ve galiba bu tahayyülün gerçekleştiğini görmediğimizde bir muamma olduğunu zannediyoruz.

Galiba hepimiz psikolojik hastayız. Normal bir insandan beklenilmesi gerekenden daha fazla şeyi beklemekte ve beklentimiz boşa çıkınca buda bizi belirsiz bir boşluğa itmede ve kendimizce onlarda veya onlar bizde bir muamma olduğunu düşünmekte. Herhalde cevap bu. Ben mi cevabı buldum yoksa cevap buda mı değil? Yoksa gerçekten mi bir muamma var? Herhalde biraz olaylara gerçekçi yaklaşırsak hayal dünyasından çıkıp gerçek dünyaya dönersek cevabı buluruz diye düşünüyor ve aklıma Fuzuli geliyor;

Öyle ser-mestem ki idrak etmezem dünya nedür

Men kimem saki olan kimdür mey u sahba nedür

Gerçi canandan dil-i şeyda içün kam isterem

Sorsa canan bilmezem kam-ı dil-i şeyda nedür

En sonraydı…

Sıradan bir gün değildi... Önce de değildi sonra da değildi… Şimdi’ydi… An’dı… Çünkü yar’dı… Vuslattı... Uzun yıllar sonra bekleyişin ve birbirini ilk defa görüşün günüydü… Yolculuğun verdiği yorgunluk değil de, özgüvensizlik, bilgisizlik, belirsizlik, çözümsüzlük, imkansızlık ve geç kalmışlığın ağır yorgunluğu… Bekleyenin mahmur öğlen güneşi sıcaklığındaki gözleri… Gözlerin girdabında yok olup kahrolmak, keşkeler ile yaşamaya mahkum olmak, gözlerin içine hapsolmak…Nahifi’den zihne ve kalbe süzülen bir beyit…

Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım,

Kurbânın olam var mı benim bunda günâhım…