Yerel siyasî iletişim dersi 101…

Ali Saydam

VAN 1.12.2018 10:40:43 0
Yerel siyasî iletişim dersi 101…
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Yerel siyasî iletişim dersi 101…
Katıldığımız bütün TV programlarının ana konusu Yerel Seçimler… Kim nereden aday olur… Kim kiminle ittifak kurar, ya da CHP’nin kullandığı deyişle “dirsek teması” ya da “iş birliği” içinde olur…

 
AK Parti’ye yol yordam öğretmek isteyene rastlamanız pek mümkün değil. Ortak konu tek eksen üzerinde geziniyor: CHP… Neyi nasıl yanlış yapıyor; neyi nasıl doğru yapabilir… Kılıçdaroğlu aşağı Kılıçdaroğlu yukarı…

Pek bir işe yaramayacak olsa da, malum TV programları, CHP’ye akıl vermeye çalışanlarla, CHP’nin akla ihtiyacı olmadığını söyleyip Genel Başkanlarını savunmaya çalışanların arasındaki tartışmaya sahne oluyor…

Açıkçası yerel seçimle ilgili günlük siyasetin nasıl yapılması gerektiğine ilişkin derinlikli bir kelam duymak pek mümkün değil.

Tam da kafamda bu düşünceler dolaşırken dün yolumuz hasbelkader Çekmeköy Belediye Başkanı Ahmet Poyraz beyin ofisine düştü. Sebeb-i ziyaretimiz nezaket ihsası ve teşekkür etmek idi. İstanbul Erkek Liseliler Vakfı’nın Ana okulu, İlk Öğretim Okulu ve Lisesi’nin projesi gündeme geldiği yıllarda, bize ta o zaman çizdiği vizyon ile hepimizi ikna etmiş olan Başkan üçüncü döneme hazırlanıyordu…

Bana sorarsanız bir tür yerel yönetim siyaseti dersi verdi bize… Hiç abartmıyorum… Hemen neler not aldım söyleyeyim… Cep telefonunu çıkarıp gösterdi… Günlük attığı adımların yıl bazında ortalaması 13.000 imiş… Tekrar edelim: On üç bin…

“Hafta sonları spor olarak yürüyorum. Ancak hafta içi mahalle mahalle dolaşıyor, insanlarla yüz yüze konuşuyorum” … Başarısının birinci sırrı bence bu… İkinci sırrı ise şu: “Yaptığımız hizmetler zaman içinde ‘doğal, sıradan, zorunlu’ hareketler olarak algılanıyor. Onları yapmazsanız cezalandırıyor sizi seçmen; işinizi yaptınız diye de ödüllendirmiyor; mesela her gün camide görüyor diye size puan vermiyor. Kırk yılın başı camiye geleni takdir ediyor ama…”

Birkaç kere gittim ofisine. Bir kere bile masasında otururken görmedim. Tevazu neredeyse abartı denecek düzeyde. Belki bize öyle yüksek dozdaymış gibi geliyor… Ancak halk o tevazuu alıyor… Pek çok üniversitenin, lisenin ilk öğretim okulunun bir araya geldiği müthiş bir -kendi deyişiyle- eğitim vadisi oluşturmuş… Bunun da yıllar öncesinden düşünü kurmuş…

Ahmet Poyraz gibi pek çok Başkan vardır herhalde. Metal yorgunluğu nedir bilmeyen bu tür başkanların, yerel siyasette iletişim ve ilişkinin nasıl yönetilmesi gerektiğini tüm siyasîlere ve bu konuda hangi aşamaya gelindiğini anlatmaları ne iyi olurdu…

Facebook Türkiye’ye inanıyor, ya biz?

Facebook “Sınırları Aşan Türkiye” adında bir proje başlatmış. 4 ayaklı projenin ilk ayağı olarak da Deloitte’a bir ekonomik ve sosyal etki raporu hazırlatmış. Rapor, Türkiye’deki işletmelerin Facebook’un platformları (Facebook, Instagram, WhatsApp, Messenger) aracılığıyla Türkiye ekonomisine 15,3 milyar Türk lirası değerinde katma değer oluşturduğunu ve bu katkıları sonucunda ülkede 209 bin istihdam sağlandığını ortaya koymuş.

Yine aynı rapora göre, son 12 ayda Facebook platformları aracılığıyla tetiklenen tüketici harcamalarının 6,3 milyar lira olduğu tahmin ediliyor. Oldukça dikkate değer rakamlar bunlar. Ancak Facebook meseleyi burada bırakmıyor; Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Habitat iş birliğiyle bir girişimcilik merkezi oluşturarak Türkiye’deki yatırımlarını genişletmeyi de planladığını söylüyor. Proje kapsamında KOBİ’ler için eğitimler, işletmelerin Facebook ve uygulama ailesini kullanarak büyümeleri, sınırları aşmaları için desteklemek yönünde bir kampanya başlatılması da söz konusuymuş.

Facebook hiçbir şey yapmasa da kişiler ve kurumlar Facebook’ta var olmaya bir şekilde devam ediyordu zaten. O zaman neden böylesine kapsamlı bir proje, neden bunca emek, zaman ve para? Elbette, Facebook ticarî bir marka ve bu projenin sonuçlarında da beklediği belli oranda bir getiri vardır. Ancak bu örnek, bir dünya devi de olsa artık hiçbir kurum ya da markanın içinde faaliyet gösterdiği toplum ile paydaşlığa dayalı bir ‘kazan-kazan’ ilişkisi kurmadan, yerel değerleri sahiplenmeden, katı kapitalizm mantığıyla “Rabbena, hep bana” diyemeyeceği bir noktaya evrildiğine işaret etmesi anlamında önemli.

Türkiye’de iş yapan ya da yapmak isteyen diğer küresel markaların bu projenin adımlarını ve sonuçlarını yakından takip etmesi yerinde olur.