Yeni Dönem, Yeni Yol Haritası

Kenan Alpay

VAN 6.07.2018 08:30:05 0
Yeni Dönem, Yeni Yol Haritası
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 9 Temmuz Pazartesi günü Meclis’te yemin etmesiyle birlikte yeni yönetim sistemi fiilen ve hukuken yürürlüğe girmiş olacak. Resmi Gazete’de geçiş sürecine ilişkin yayınlanan ilk Kanun Hükmünde Kararname ile Bakanlar Kurulu’nun yetkileri Cumhurbaşkanı’na devredildi. Yepyeni bir Türkiye, bambaşka bir toplum ve siyaset tarzı zuhur etmeyecek elbette o gün. Teoride olduğu kadar kolay ve düz bir hatta ilerlemeyecek sistem aksine kendini düzelte düzelte, olgunlaştıra olgunlaştıra ve hem siyasal hem de toplumsal düzlemde sindirile sindirile oturacak yeni düzen. Kimi öngörülen kimi öngörülemeyen tıkanıklıklar, çelişkiler ve gerilimler yaşanacak ama siyasetin esneme ve manevra kabiliyetiyle doğru orantılı olarak aşılacak problemler.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 25 Haziran’da henüz gün ışımadan yaptığı balkon konuşmasının ana fikri, akıllarda kalan ve ümitleri arttıran vurgusu şuydu: “mesajı aldık”. Mesajın ne kadar doğru alındığının da gereğinin yerine nasıl getirildiğinin de takibini bütün toplum uhdesine almış durumda. Bu sebeple yeni dönemin toplum tarafından ne kadar sahiplenileceği ortaya koyulacak pratiklere bağlı olacaktır.

Çözüm; Olağan Dönem ve Hukuktadır

Söz verildiği ve son olarak Başbakan Yıldırım tarafından da ifade edildiği üzere OHAL 18 Temmuz’da sona ermiş olacak. OHAL’in 15 Temmuz şartlarında yürürlüğe girmesi ne kadar zaruret idiyse o şartlar ortadan kalktığında yürürlükten kaldırılması da bir o kadar zaruretti. Korkuyu sürekli kılma, tehdidi hiç bitmemiş gibi lanse eden söylemlerle OHAL’in uzatılması umulan faydaların aksine ciddi zararlar oluşturdu. Şimdi bu süreçte yavaş işleyen, kimi hak sahiplerini mağdur eden, hak arama yollarını kısıtlayan kanuni veya teamüli tüm engelleri hızla ortadan kaldırmak üzere hızla yola koyulmanın vaktidir.

Anadolu Ajansı’na verdiği geniş mülakatta medyanın önemli bir kısmı görmezden gelse de Başbakan Yıldırım, OHAL şartlarındaki yargı süreçlerinde ve idari tasarruflarda yaşanan sıkıntıların giderileceğine ilişkin önemli işaretler verdi. Yıldırım Başkanlık Sistemi’ne geçişin gereklerini oldukça gerilere 12 Eylül cuntasının despotizmine atıflar yaparak izah ettikten sonra AK Parti iktidarının henüz ilk aylarında 2003’ün 8 Ocak’ında MGK’da generaller tarafından verilen muhtıraya kadar götürüyor ve ekliyordu: “Tabi o ara işte, bir takım Ergenekon, Ayışığı, Yakamoz bilmem ne bir sürü konularla uğraştık. Olmadı, sonra FETÖ’cüler ortaya çıktı.” Başbakan Yıldırım tarihi hiç sansürlemeden ve darbeciler arasında “Mustafa Kemal’in Askerleri mi, Fethullah Gülen’in Fedaileri mi?” gibi hiçbir ayrım yapmadan gayet güzel bir perspektif koyuyordu ortaya. Mesela “Darbeye doğrudan iştirak edenlerin yargılamaları büyük oranda tamamlandı. Zannediyorum bu sene sonuna kalmaz tamamı bitmiş olur” dedikten sonra Başbakan Yıldırım, “(FETÖ) İhanet, ticaret tarafı tamam ama ibadet tarafındakilerin bu işte bir taksiratı yok, bunların ayıklanması lazım…” ifadelerini kullandı ve ekledi: “Mağduriyetlerin giderilmesi için de bir yandan çalışmalar yapılacak.” 

Yeni dönemin ayırıcı bir vasfı olarak yargı sürecinde yaşanan mağduriyetlerin, yanlış ve aşırı idari tasarrufların yol açtığı hak kayıplarının muhakkak ve acilen giderilmesi gerekiyor. Sürekli beka kaygısına vurgu yaparak, devletin tasarruflarını tartışılmaz kılarak ne refah seviyesi yükseltilebilir ne de toplumsal huzur teminat altına alınabilir. Gevşek değil, lakayt değil ama esnek ve özgüvene dayalı bir biçimde temel hak ve özgürlüklerin üzerine gölge düşürmeyecek bir siyasal iklimi inşa etmek öncelikli hedef olmalı. Firar eden ihanet ve ticaret kadrolarının acısını tabanı teşkil eden ibadet katmanlarından çıkarmaya tevessül etmek ülkeyi çıkmaz sokağa sürükler. 

İdarede Değişimci, Resmi İdeolojide Tutucu

Darbecilerle hesaplaşmak, örgütü çökertmek, tehlikeyi bertaraf etmek bir hak ve sorumluluktur ama yeni bir travmatik toplumsal kesim üretmeye sebep olacak yöntemlerden özenle imtina etmek elzemdir. Cezaevlerinde bulunanları, meslekten ihraç edilenleri aile efradıyla birlikte hesapladığımızda ortaya korkunç bir tablo çıkıyor. Kemalist devlet refleksinin İslamcı, Kürt, Alevi, sol-sosyalist toplumsal kimliklerle mücadele biçiminin büyük belalar, devasa acılar ve kronik hastalıklar ürettiğini unutmuşçasına hareket etmenin faturası çok ağır olabilir. Hassaten bu aşamada yargı kararlarını tartışmak, hiçbir komplekse girmeden gerekirse yeniden yargılamanın önünü açmak bir zaafa değil, korku ve itirafa değil kendinden emin oluşa, hata ve kusurdan dönüşe ve en önemlisi toplumsal barışa delalet edecektir.

Amerika ve Avrupa’da yükselen milliyetçi-aşırı sağcı dalgaya gönderme yaparak siyasette milliyetçi söylem, sembol ve pratiklerin önünü açmak akıl kârı değildir. Milliyetçilik sadece ırkçılığa dayanırsa kötü olmaz. Vatan sevgisi, bayrak aşkı, devlete sadakat, yerli ve milli vs. tarzında yumuşatıcı ve sempatikleştirici jargonlar eşliğinde milliyetçiliğin önü sistematik olarak açılıyor ama bu sadece Türkçü MHP ve İP’nin değil, bir o kadar Kürtçü HDP’nin de ulusalcı kimlik siyasetini kemikleştirmekten başkaca bir amaca da hizmet etmiyor. Çünkü ulusalcı kimlik siyaseti birbirini besliyor. 

Unutmayalım ki “milliyetçiliği ayaklar altına alan” ahlaki siyasetin yükselişi askeri vesayet ve bürokratik oligarşiyle olduğu kadar “vatan, millet, Sakarya” jargonuyla sokakları ve siyaseti ipotek altına alan mafyayla kesintisiz bir mücadeleyle mümkün olmuştu. MHP’yle seçim ittifakını izah edecek epeyce gerekçeler bulunur ama MHP’nin organize suç örgütü liderleri üzerinden verdiği mesaj ve görüntüleri izlemekle yetinmenin hiçbir gerekçesi bulunamaz. Nitekim Cumhuriyet Başsavcısı’ndan İl Sağlık Müdürü’ne değin gerçekleştirilen görevden almalar gecikmiş de olsa bu doğrultuda atılmış önemli adımlardır.

Değişim sadece idari sahayla sınırlı kalmamalı. 

Neden Cumhurbaşkanı ve milletvekilleri hâlâ resmi ideolojiye bağlılık yemini yapmaya mecbur tutuluyorlar? 

Bütün resmi törenlerin Anıtkabir veya Atatürk heykelleri etrafında icra edilmesine itiraz edememek temel bir hukuk ve ahlak sorunu değil midir? 

Resmi ideoloji ilahi bir vahiy değil ki “tartışılmaz ve tartışılması teklif dahi edilemez” mottosuyla bir deli gömleği gibi bütün bir topluma giydirilmek üzere Anayasa’nın ruhunu şekillendirmeye devam etsin.

Yeni dönemin adalet, ahlak, hukuk ve özgürlük üzerine bina edilmiş idari, siyasi, iktisadi, diplomatik ve teknolojik atılım dönemi olması için cesaret kadar feraset, tevazu kadar cesaret sahibi olmamız gerekiyor.