Yeni Darbe Planı

Ömer Altaş

VAN 29.05.2015 09:41:41 0
Yeni Darbe Planı
Tarih: 01.01.0001 00:00
  “Alo komutanım!
       Henüz hiç kimse bir darbe planı yürüttüğümüzü fark etmedi?
       Olayı hala HDP üzerinden okuyorlar.
       İstisnasız bütün militan Türk oluşumlar bizimle birlikte.
       Bu iş tuttu.”
                     Kurmaca telsiz konuşması





İlk varoluş dönemlerinde oluşan streste, ilk rahatlama, eşya isimleri belirlendikten sonra oldu.

Bir nesnenin ya da bir durumun adı konulmadan ne huzur bulunur ne yol alınır.

İsimler; kozmoz ve sukunet için var.

İnsan, “bu nedir” sorusunun cevabını asla boşlukta bırakmaz.

Tüm belirteler aynı sonucu işaret etse bile, bir olgunun adı konulmadığında belirsizlik devam eder. Bu da insan huzursuzluğunun ana kaynağıdır.

Her şeyi ile ortadır ama seven kişi, “ben sana aşığım” dediğinde, ancak o andan sonra psikoloji farklılaşır.

Bir hastalığın bütün işaretleri ortaya çıkar ama teşhis konulmadan yol alınmaz. Hasta için “bu kanser” denildiğinde, ancak süreç değişir.

Yabancıya; şive, fizyolojik yapı, davranış ve rengi ile bir bölgeyi çağrıştırsa bile “nerelisin?” sorusu mutlaka sorulur. Soruyu soran, tek kelimelik cevabı almadan inatla sıradaki konuya geçmez.

Siyasi olaylar, kılcal ölçekte birçok somut ve psikolojik nedene dayandığı için karmaşıktır.

Bu nedenle adlandırılmaları kolay olmaz.

Günlerden bir gün, 27 Nisan 2007 Cuma günü, gece yarısına dakikalar kala 23:20’de Genel Kurmay sitesine bir bildiri konur. Cumhurbaşkanlığı seçimi günleridir... AK Partili bir cumhurbaşkanının seçilme ihtimali vardır.

Bildiride, yurdun birçok yöresinde laiklik karşıtı ve din bezirgânlığı olarak nitelendirilebilecek olayların gelişiminin vahim derecede olduğu ve bunun rejime meydan okuma olarak değerlendirilmesi gerektiği yer aldı. Ayrıca TSK'nın yasalarla kendine düşen görev ve yetkileri kullanmaktan çekinmeyeceği de dile getirildi.

Ertesi gün bütün gazeteler bunu, kamuoyuna, bir “TSK bildirisi” şeklinde sunmasına rağmen herkes huzursuzdu.

Zira olgunun adı tam olarak konulmamıştı.

Ne zaman ki bu bildiri, “muhtıra”, internet üzerinden yayınladığı için “e-muhtıra” olarak tanımlandı; belirsizlik ortadan kalktı. Toz bulutları dağıldı. Bu adlandırmadan sonra her şey, bir yöne doğru akmaya başladı.

Gezi olaylarının ilk günlerinde de büyük belirsizlik vardı. Ortaya çıkan durumun ne olduğunu kimse bilmiyordu. Gezi Parkı, AVM kararı, aylardır orada kamp kuran gençler, çadırların yakılması, ağaçların sökülmesi, sıra dışı polis saldırısı, kalabalıkların protestosu, medyanın ve sanatçıların ilgisi, dış basının olay anında olay mahallinde bulunuyor oluşu vs. derken belirsizlik devam etti.

Ne zaman ki, olayların aslında “küresel kalkışma” olduğu şeklinde bir tanım yapıldı, her şey o an farklılaştı.

Olgu adını bulmuştu, toz bulutu dağıldı ve her şey bir yöne doğru akmaya başladı.

Bir tanım nelere kadir!

17 Aralık 2013 sıradan bir gündü. Savcı Celal Kara’nın gözaltı kararları da sıradan görünüyordu. İstanbul Emniyet Müdürlüğü, aralarında kamuoyunun yakından tanıdığı iş adamları, bürokratlar, banka müdürü, çeşitli düzeyde kamu görevlileri ve dört bakan ile üç bakan çocuğunun olduğu kişiler hakkında "rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık" suçlarını işledikleri iddiasıyla soruşturma açtı.

Büyük bir olaydı. Şok etkisi yaptı.

Bununla da kalmadı 25 Aralık'ta Savcı Muammer Akkaş, yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla başlattığı soruşturma kapsamında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan'ı şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırdı.

Türkiye sarsılmıştı. Ekonomide deprem oldu. Seçime az bir süre kalmıştı. Tam bir kaos yaşanıyordu. Kimse, neyin ne olduğunu tam kestiremiyordu.

Yaşananların sıradan olaylar olmadığı açıktı. Bu duruma kimse “normal” demedi. Savcıların soruşturmayı “yolsuzluk soruşturması” şeklinde tanımlıyor olması da kamuoyunu tatmin etmedi.

O dönemde Fethullah Gülen Hareketi bir süredir dershane olaylarıyla ilgili hükümetle çatışıyordu. Askeriye, emniyet ve yargıdaki yapılanmaları ile ilgili yoğun spekülasyonlar devam ediyordu.

Olay; ne zaman ki Hizmet Hareketi’nin, seçilmiş hükümete karşı bir “darbe girişimi” olarak tanımlandı, belirsizlik hızla yok oldu. Toz bulutları dağıldı. Her şey bir yöne doğru akmaya başladı.

Laiklik yürüyüşleri, Cumhuriyet mitingleri, e- muhtıra, Gezi olayları, 17-25 Aralık darbe girişimi, bir dizi karşıtlık içerdiler.

Ülkede apaçık bir dönüşüm iradesi var. Bir özet yapıldığında; yeni yüzyıla, eski rejimden kaynaklanan sorunlarını çözerek, fazla yükleri atarak, iç barışı tesis ederek, devlet ile toplumu buluşturarak, oligarşi düzenini değiştirerek, uluslar arası ilişkileri geliştirerek, jeopolitik duruşuyla daha merkezi ve yerli bir ülke olma arzusu ve çabası, başa gelen bütün olayların ana sebebi olarak kendini gösteriyor.

Bu arzu ve çaba bitmedi. Dönüşüm iradesine karşı çıkanlar da yok olmadılar.

Görünen o ki ne kendi ayakları üzerinde durma iradesi geri adım atacak, ne de buna karşı çıkanlar geri çekilecek.

Tek tek ve sıra sıra demokratikleşme iradisini engellemek isteyen yapılar, seçim arifesinde bir araya gelerek güçlerini birleştirdiler.

Geziciler, Fethullahçılar, Ulusalcılar, faşist Türkçüler, LGBT’ciler, radikal Solcular, militarist Liberaller ve seküler Batıcı tüm yapılar HDP çatısı altında bir araya geldiler.

Ontolojik savaşın yeni adresi belli oldu.

Sokak gösterileriyle, ayaklanmalarla, askeri darbelerle, yargı darbeleriyle bir sonuç alamayanlar şimdi “demokratik bir darbe girişimi” için teyakkuzdalar.

İstisna olmaksızın hiçbirinin amacı seçimde zafer kazanmak, barajı geçmek, oyları artırmak ya da ana muhalefet olmak değil; neye mâl olursa olsun hükümeti yıkmak. Bunu artık hiç saklamıyorlar.

İzleyin görün, hiçbiri demokratik tanımlarla konuşmuyor, ısrarla savaş termonoloji ile hareket ediyor, düşüncelerini aktarıyor ve slogan atıyorlar.

Aşırı bir kin, nefret ve öfke psikolojisiyle patolojik rahatsızlık emaresi gösteriyorlar.

Kürt sorununa ve PKK’ya dair en ufak bir işarette bile tüyleri diken diken olan Türkçü faşist yapıları gönüllü olarak çatısı altına alan HDP, böylece Batılı derin odaklardan bir ihale aldığını açık etmiş oluyor.

Çözüm süreci yolunda giderken, son aşamaları kurgulanırken, elde edilen kazanımların yasal statü kazanması için son bir ortak çaba içine girilmesi ve yeni Anayasa çalışmaları kararlaştırılmışken yüzde yüz çark eden Kürtçü bir hareket, bir PKK var, uzantısı bir HDP var ortada.

Her şeyleriyle Paralel örgüte nasıl benziyorlar!

Birlikte yürürken, aniden bir canavara dönüşüp, çözüm iradesini arkadan vuran, barışa, kazanımlara, kardeşliğe, mutabakata, sözleşmelere, teamüllere fütursuzca ihanet eden yapılarıyla.

Türkiye iradesi tam anlamıyla şu an iki paralel örgütün kıskacında.

Düne kadar dönüşüm, çözüm ve silah bırakma sürecinin geçiş partisi olarak işlev gören HDP, geldiği nokta itibariyle bundan sonra hiç dikkate alınmamalı.

Sadece ve ısrarla PKK denilmeli.

HDP aylar önceki HDP değil.

HDP, Kürt sorunu üzerine bir parti değil, yerelleşme teamülüne karşı global bir darbenin ulusal lokomotifi olmaya karar verdi.

Bu karara gözlerimizle şahit olduk.

HDP yok PKK var.

HDP, PKK üzerinden zamana yayılmış darbe planının demokratik koç başı.

Darbe; bu kez demokratik bir maske ile aşamalarını tamamlıyor.

Onlar silahtan vazgeçmediler; silahtan vazgeçildiği algısını yarattılar sadece.

PKK bölgede faşizmle, Batı bölgelerinde demokrasi ile yol alacak karar bu.

PKK, şu an Fethullah Gülencilik demek, Gezici demek, ulusalcılık demek, olgu değil ifsat esaslı LGBT’cilik demek, ayrımcılığı savunan Ermeni diasporası demek, DHKP-C demek, marjinal Sol demek, Türkçü faşizm demek, İsrail demek, derin Avrupa demek, CNN Türk demek.

Bir PKK mandası çatısı altında toplanan darbeciler, PKK’ya acaba nasıl bir özellik kazandırır?

Bilinir ki, darbeciler bir çatı altında toplanırlarsa sadece kahvaltı yapmazlar: Darbe planlarlar.

PKK (HDP) bugün bileşik bir darbe merkezi. Darbeci müttefik güçlerin karar merkezidir.

HDP, bu darbe merkezinin kadife yüzüdür.

HDP, bir irade değil bir nesnedir.

HDP, ses kaynağı değil megafondur.

HDP ile iş tutmak; silah bırakmamış ve silah bırakmaktan vazgeçmiş, uluslararası silahlı örgüt olan PKK ile iş tutmuş demektir.

Herkes buna göre safını belirlesin!

Bedeline kendini hazırlasın!

Onların ana hedefi, politik türlerin uyumu, demokrasinin ikamesi değil; meşruiyeti ve normalleşme sistemini yıkmaktır. Türkiye’yi dönüştüren öz-organik iradeyi madum etmektir.

Herkes şundan emin olsun ki, AK Parti onların umurunda değil. Tayyip Erdoğan AK Parti’yi tutan isim, AK Parti'de bu iradeyi sevk eden sıradan bir demokratik mekanizma. Tayyip Erdoğan gidince toplumsal irade ile göğüs göğüse kalacak ve işleri kolaylaşacak diye düşünüyorlar.

“Seni başkan yaptırmayacağız!”mottosunun anlamı budur.

Zamana yayılmış, zaman ayarlı, YSK koşullarına uygun, demokratik içerikli yeni darbeninbayrağı bu slogandır.

Toplum iradesine yönelmiş darbenin, yeni yüzü budur.

PKK (HDP)’nın müttefik bir darbe teşebbüsü içinde olduğuna; bütün darbecilerin, bu bayrağın altına gönüllü yazılmasından daha güçlü bir delil bulunabilir mi?

Onlar dönüşüm, değişim, demokratikleşme ve öze dönüş iradesini yok etmek istiyor. AK Parti yıkılsa bile toplumla savaşa devam edecekler.

“1000 yıl sürecek” sözü boş bir söz değil. Varoluşsal bir söz. Günahkâr Batının medeniyet savaşının özütü.

Onlar toplumun bütün kılcal damarlarındaki özgünlüğü itlaf edinceye kadar savaşı sürdürecekler.

Bütün darbeleri basit ve yalın sorular püskürtür.

PKK üzerinden organize edilen yeni darbe teşebbüsünü de yine net bir soru deforme edecek.

“Neden?”

“Durup dururken ve birden bire çözüme ve barışa neden ihanet ettiniz?”

Bu soru, henüz göğe tam çıkmadı.

Toplum, kumpasın adını koyduğunda tıpkı Cemaat gibi hükmen yenilecekler.

Onları yine Şark’ın jeopolitik kasılması ve toplumun benlik refleksi yenecek.