Yeni Cesur Dünya Kuzey’in payına, 1984 Güney’in payına mı düştü?

Fatma Barbarosoğlu

VAN 10.08.2018 11:06:42 0
Yeni Cesur Dünya  Kuzey’in payına,  1984 Güney’in payına mı düştü?
Tarih: 01.01.0001 00:00

Bitmeyen bir gürültü; akşamları düğün sahiplerinin görgüsüz gürültüsü; sabah ezanında başlayan, gecenin bir yarısı özel takılmış egzozlarına geceye korku salan aklı evvel görgüsüzlerin trafik gürültüsü. Sıcağı bahane edip her an birbirine dalmaya hazır kavgacı horozlar gibi hamle yapan esnafın gürültüsü.


Yaz, açık pencerelerin etkisiyle kesinlikle daha gürültülü bir mevsim. Mevsimlerin en gürültülüsü yaz.

İki gün boyunca evde verdiğim mücadeleden mağlup, çantama attığım bir kitap ile sahil ile minibüsün arasında kalan ama her ikisinin gürültüsünden de azade olduğunu düşündüğüm, henüz müşteri gelmemiş bir kafe bulup oturdum. Otururken ortam ziyadesiyle sessizdi. Fena halde yanılacaktım tabii. Biraz sonra kafenin sahibi olduğunu öğreneceğim genç kadın, yerleri kendi boyunu geçen uzun sopalı paspas ile silerken, televizyonun sesini sonuna kadar açacaktı.

Henüz ortam sessiz iken okuduğum ilk sayfa ile suyu bulmuş bir çöl yolcusu kadar mutlu, kitabıma sıkı sıkı sarıldım. Okuyacaktım. Bana yetecek kadar okuyacaktım. İyi başlamıştım. Kader bu ya Jean Chesneaux’un Zamanı Yaşamak adlı kitabındaki tam şu satırları okurken:

“Aldous Huxley diye biri çıkar ve daha 1932’lerde kahince bir öngörüyle bize “cesur yeni dünya”yı sunar. Cesur Yeni Dünya’da halk gamsız, uysal ve rahatına düşkün biçimde yaşamaktadır. “Hemen’in tutsağı olan bu insanlar, çocukluktan başlayan uykuda eğitim seansları boyunca kafalarına çakılan şu tekerlemeye yapışmaktan başka bir şey yapmazlar.

Geçmiş ve gelecek/beni hasta edecek/Bir gramımı alırım/öyleyse varım.

Cesur Yeni Dünya’nın insanları, daha o zamandan bu yana birer sakinleştirici tüketicisiydiler. Huxley, zamanın an içine sıkıştırılmasının dinginlik geliştirmekten uzak, hem de çok uzak olduğunu fark etmiştir. Biz ise, yalnızca zamana ilişkin ağır stresi, binlerce istem ve binlerce birbirine zıt öncelik arasında bölünmüş zamanın yarattığı gerilimi iyi biliyoruz.”(sh.17)

Kafenin sahibi olan kadın, ortamı imha eden televizyonu açtı. Kasımpaşa’da direksiyon başında uyuyan bir taksi şoförü bir kamyona çarpmış; orada bulunan esnaf, taksiye koşmuş ama direksiyon başında kendinden geçmiş olan taksici bir türlü uyanmıyor: “Bir şey içmiş bu bir şey. Uyuşturucu...”

O haber bitiyor “Yurdumuzdan felaket haberleri” bülteni hız kesmeden devam ediyor.

Kadın bir taraftan masaların altını siliyor, sandalyeleri çekiyor, arada bir temizleme sopasına dayanarak her felaket haberi değiştiğinde bir müddet görüntüye bakıyor.

16 dakika süren, “yurttan felaket haberleri” bittiğinde kanal dünyanın felaketine odaklandı. Kadın aynı tempoda işini yapmaya devam ediyor.

Yerimden kalktım. Hiçbir şey söylemeden kasanın yanına siftah parası bıraktım.

Ben kafeden çıkarken, kadın kanal değiştirdi, orada henüz yurdun felaketleri devam ediyordu. Milas’ta taksi şoförleri Uber şoförünü dövmüş, vergisi algısı olmayan bu sistemin kendileri için haksız rekabet olduğunu söyleyip, isyan ediyorlardı.

Caddenin gürültüsü, ekranın gürültüsünden daha doğal en azından diye kendimi teselli ede ede eve döndüm. Yenilgiye uğramış neferler kadar bitkin.

Yol boyunca önümüzdeki yıllarda direksiyon başında uyuyan, müşterisini döven tekinsiz şoför haberlerinin bizi kısa süre içinde sürücüsüz arabalar için hazır hale getirdiğini/getireceğini düşündüm.

Sıcaklığa bir müddet dayanabilirim umuduyla, evin caddeye bakan odalarının pencerelerini, kapısını kapattım.

Çaba ve gayret ile yeni kitabımı okurken Yeni Cesur Dünya ile ilgili iki gün önce başka bir metin okuduğumu hatırladım. Hangi metin?

Kedi yavrusunu kaybetse bulamayacağı bir karmaşa altında ezilen masamı gözden geçirmeye başladım. Sonunda buldum:

Toprağı bol olasıca Bauman elli yıldan biraz fazla bir zaman önce insanların Huxley’in Yeni Cesur Dünya’sı ile Orwell’in 1984’ü arasında çok geçmeden tedbirlerimizi almamız gerektiğini söylüyordu diye başlıyor analizine. Bauman’a göre iki yazarın distopyası arasındaki fark tebeşir ile beyaz peynir arasındaki fark kadar büyük:

“Orwell’inki sefalet ve yoksulluk, kıtlık ve yokluk dünyasıydı; Huxley’ninki ise refah ve zenginlik, bolluk ve bereket. Tahmin edileceği gibi Orwell’in dünyasında yaşayan insanlar mutsuzdu ve korku içindeydi; Huxley’nin insanları ise kaygısızdılar, hayatı bir oyun gibi yaşıyorlardı.” (Akışkan Modernite,sh 91.)

İki distopyanın ikisinin de artık “gerçek” olduğu günlerin içindeyiz.

Huxley’nin yazdıklarını Kuzey, Orwell’in yazdıklarını Kuzey’in sömürdüğü Güney yaşıyor. En çok da durmadan savaş çıkarttıkları İslam coğrafyası. Ama Güney’in sadece fakirleri yaşıyor. Güney’in zenginleri her türlü sosyal dayanışmayı reddederek; yoksula, güçsüze karşı sorumluluklarını parantez içine alarak, savaşın içinde bile Huxley’nin Yeni Cesur Dünyası’nın uyuşturulmuş konforunu yaşamaya devam ediyorlar.

YENİ ŞAFAK