Ya Emeğe Özgürlük!..

Ayhan Karaçam

VAN 23.10.2013 12:14:20 0
Ya Emeğe Özgürlük!..
Tarih: 01.01.0001 00:00

Demokratikleşme paketi ile ilgili herkesin bir şeyler söylediği hengâmede;

Taha Akyol  “muhafazakar ve özgürlük”  başlıklı yazısında,  muhafazakâr iş adamlarının “İş hayatında muhafazakar değiliz” demesinin anlamını sorgulayarak kendince yorumlarını sıralamış

“Demek ki hayat, keskin ideolojilerdeki ak ile kara tanımlarından ibaret değil. 
Hayat daha büyük sentezlerden oluşuyor. Siyasette de böyle.“ (1)

Taha Akyol’a göre değerler dünyasında muhafazakâr olmak, iş hayatında muhafazakâr olmayı gerektirmiyor. Eğer böyle olsaydı muhafazakâr firmalar dünya markası olamazdı demeye getiriyor sözlerini.

Doğrusu oğlu gibi kendisinin de o yazılarındaki sığ düşüncelerde bir gün boğulacaklarından dolayı endişeliyim.  

Ancak sermaye sahiplerine bu derece yaklaşmanın tablosu bu olsa gerek. Bir söz vardır, “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler.”

İşte bu Atasözü tam da bizim “gazeteci milleti” ne yaraşır nitelikte.

Öncelikle “muhafazakârlık” gibi yavan bir kavramla olup biteni açıklayamazsınız.

Acaba iş hayatını değersizleştiren unsurlar arasında, emek üreten insanların sert ve ağır şartlarda düşük asgari ücretlerle çalıştırılması belli ki Taha Akyol’a göre pek bir şey ifade etmiyor.

O ve onun gibi düşünenlerin dünyasında önemli olan, sadece sermaye sahiplerinin global dünyada bir marka olarak ortaya çıkmasındaki başarı.

Bunun için elbette, muhafazakâr olmanızda hiçbir engel yok. Ancak sonrasında ahlaklı bir insan olarak hayatınıza devam etmenizin önünde engeller çok olacaktır.

Taha Akyol keşke iş hayatında muhafazakâr olmamayı gerektiren şartları sıralasaydı. Biz de onun gerçekte sermaye sahiplerinin iş hayatında ‘ahlaksız insanlık dışı bir varlık olarak kalmalarını’ körükleyen  “emek sömürüsünü “ bir bir anlatırdık.

Asgari ücret köleliği  artı değer ürettiğine göre  elbette “ekonomik rasyonalizm” alanında büyük başarılar göstermek böylece mümkün olabiliyor.

Ancak Taha Akyol için; emeğin yabancılaşmasının, buradaki yani emek üretirken yaşanan ahlaki sorunsalın sanırız hiçbir önemi yok. Elbette muhafazakâr iş adamaları için de bir önemi yok.

Kim bilir belki de Taha Akyol, bir gerçeği dile getirmeye çalıştı farkında olmaksızın, ancak;” iş hayatında muhafazakar olmamak” yerine “ahlaklı olmamak” , “insan olmamak” ,“ vahşi olmak” gibi tabirler kullanmalıydı bizce.

Belki o zaman kendi dünyasına uzak olan bir gerçeğin ucunu yakalayabilirdi.

“Badem bıyıklı muhafazakâr iş adamlarının” ihale peşinde koştuğu bir ortamda hem hangi değerden, hangi dinden söz edebiliriz ki. Şimdilerde bir ihale kapmak yetiyor, biraz olsun siyasi çevreniz varsa emek üretimi olmaksızın bir yerlere gelebilirsiniz. Zaten din, bırakın karşı çıkmayı üstelik bu durumu destekliyor.

Atilla İlhan’ın bir zamanlar sol için söylediği gibi hadi biz de söyleyelim “hangi İslam” bakın artık bizim için de ne kadar kolay bir yöntem öyle değil mi?

Kaldı ki “muhafazakârlık” kapitalist semboller taşıyan İslami referans alan bir din algısıdır. Ya da yeni bir dindir kanımca.

Bu; sizin sosyal hayatınızı, kültür yapınızı, tüketim koşullarınızı şekillendiriyorsa, namaz kılıyor, zekat veriyor olmanız İslâm’ın kendi özüne sadık kaldığınız anlamına gelmez.

Yaşadığı yüzyılda “paradigmayı” yeniden oluşturmaktan aciz kalan Müslüman toplumların bir sorunu olarak ortaya çıkmıştır “muhafazakarlık dini”

Belki de sorun çok daha derinlerde ve gerilerde tarihi problematiği ortaya koyduktan sonra inanç kodlarınızı değiştirmekte geç kalmanızdır ya da ataların ocağındaki o kor ateşe bir nefes bulamamaktır.

Kim bilir belki de İhsan Eliaçık’ın tarif ettiği “Üç kadim korkunun (ekonomik, politik, ontolojik) pençesinde kıvranan  insanoğlunu” anlamamaktır

“Neydi özgürlük?

Korkularını fethetmek, kaygılarından kurtulmak…

Korkunun üretmediği, kaygının türetemediği bir dünya kurmak…

Korku imparatorluklarına, kaygı saltanatlarına son vermek…” (2) diyememektir.

Marksizm kapitalizmin doğurduğu “insani kötülükleri” ve “emeğin yabancılaşmasını” ortaya çıkararak bir tespitte bulundu.

Ya muhafazakâr kesim örneğin Türkiye de ne yaptı? İnsanın doğasında olmayan bu yabancılaşmayı arttırarak ona dinsel bir kılıf buldu.

Demek ki neymiş, Marx’ın ahlâk anlayışı sizin inandığınız dinden çok daha hassas paradigmalara sahipmiş.

Ancak kendi açımdan burada bir çelişki ve sorun görmüyorum. Çünkü ben sözü edilen “badem bıyıklıların” dinine inanmıyorum.

Bu din sizi özgürleştirmiyor, siyasi veya ekonomik daha fazla bağımlılıklar yaratıyorsa size tavsiyem siz de bu dine inanmayın.

2012'de Türkiye'de en yoksul yüzde 20 ile en zengin yüzde 20 arasında 8 kat gelir farkı ortaya çıktı ve bu her yıl artmaya devam ediyor.  Daha ayrıntılı baktığımızda nüfusun üst tabakasındaki yüzde 20, Türkiye’deki gelirin yüzde 46.6’sını kazanırken, en alttaki yüzde 20’lik nüfusun gelirden sadece 5.9’luk pay aldığı görülüyor.  Ancak, en varlıklı ve en yoksul yüzde 10’luk nüfus dilimleri esas alındığında, bu farkın ortalama 14 kat olduğu görülüyor.

Acaba Taha Akyol ve onun gibi düşünenler bu tabloyu görünce nasıl bir özgürlük tanımı yapacaklar.

Taha Akyol Weber’i okuduğu kadar keşke Marx’ı da okusaydı belki o zaman kendi özgürlük tanımlamalarının içinde emeğin özgürlüğünü de yerleştirirdi.

“Marx kapitalist bir kuruluşta çalışanların emeği üzerinden bir artı değer elde edilmedikçe üretime yapılacak yatırımlardan kâr elde edilemeyeceğini savundu.”

İşte bu artı değer oldukça büyüme sağlanacaktır. Makro ekonomide büyümenin bir “ilizyon” olduğunu zaten söylemeye gerek yok. Böylece büyüme yalanı adı altında ücretler düşmeye devam edecektir.

“İşte emeğin yabancılaşmasına neden olan tam da budur. Emeğin içselleşmemesi, kendi dışında bir olgu olduğu gerçeğine dönüşmesi, kendi zihinsel ve fiziksel enerjini özgürce geliştirememesi ile karşı karşıya gelen insan çalışmadığı zamanlarda rahat hissedecektir. İşte bu yüzden hemen hemen her insanın ortak yaşadığı “dışsal emek” yani insanı kendisinden yabancılaştıran emek, yani ürettiğinde “kendisinin olmayan” “onun adına el koyulan emek” bir özveri ve çile işçiliğidir.” (3)

Günümüzde “muhafazakârlaştırılmış din” ise bu emeği sadece kutsar.

Böylece emek – sermaye ilişkisindeki bütün çelişkiler hasıraltı edilir.

Demokratikleşme paketinden çıkan bütün özgürlükler kutsanır ve biz yine insanı ıskalamaya devam ederiz.

İnsanın nesnelleştirilmesinde yatan gerçek tek başına kapitalizmin kendi gerçeği değildir, tüketimin kendi koşullarını sürekli üretiyor olmasındandır.

Türkiye’deki en yoksul kesim harcamalarının çoğunu kiraya yani barınmaya ayırırken, en zengin kesim pahalı gıda ve teknoloji tüketimine harcıyor.

Aslında bizler bir şekilde harcadıkça nesnelleşiyor, önemsizleşiyoruz. Kendi varoluşumuzu yadsıyoruz.

Üretim aşamasında yoksul kesim bir şekilde yabancılaşırken, tüketim aşamasında da en vahşi tarafıyla zengin kesim bu yabancılaşmayı yaşıyor.

“Tüketim de yabancılaşmanın bir parçası haline gelir, çünkü üretim aşamasının bir sonucudur; tüketim süreci hayvansal bir düzeye indirgenmiştir.” (4)

İnsanın ontolojik doğasında olmayan bu yabancılaşmanın daha fazla süremeyeceği ortada, doğal çevrenin olmadığı bir dünyada insanın da olamayacağını haykıranların sesi gittikçe çoğaldı.

O zaman kapitalizmden çıkmanın bir yolu var demektir. Zaten onu anlamak aşmak demek değil midir?

 İnsan emeğinin özgürleştiği gün yani daha fazla eşitliğin ve adaletin olduğu bir dünyada insan da gerçek özgürlüğüne kavuşacaktırBu basit gerçeği göremeyip başka özgürlük alanlarında varlık gerekçelerini arayanlar kaybetmeye devam edecek.

Bu sesi çoğaltmak zorundayız. İnsanlık tarih boyu bir şeylerin hayalini görmeden gerçeğini yaşamıyor. Bu bir efsane değil belki ütopya. Ütopyalar ise bir süre sonra  gerçek olur.

Taha Akyol yazısında “Hayat daha büyük sentezlerden oluşuyor” demiş.

Evet bence de, hayat onun da pek anlamadığı daha büyük sentezlerden oluşuyor. Ama onun öncesinde insan gerçeğini anlamada kendisi de önemli bilimsel basamaklardan birini atlıyor: olaylara analitik bakabilmeyi..

 

 

(1)          “muhafazakar ve özgürlük” Taha Akyol Hürriyet gazetesi15 Ekim 2013 tarihli yazısı

(2)           “Mülk yazıları 2” R. İhsan Eliaçık, s:195, inşa yayınları

(3)          Marx, Economicus and Philosophic Manuscripts of 1844, Lawrence, london (1959)

(4)          Tüketim, Robert Bocock s:54, Dost kitabevi (1997)