VAHYİN GERÇEKLİĞİ

İletişimdeki sürat ve hızlılık

VAN 23.07.2014 14:15:40 0
VAHYİN GERÇEKLİĞİ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Durdu DEMİR Kuran vahyi nasıl anlatıyor. Bu sorunun cevabına geçmeden önce vahiy ne demektir, kelime anlamı nedir önce bunun cevabına bakalım. Vahiy lügat anlamında “gizlice ve süratle konuşmak, ilham etmek, emretmek, ima ya da işaret etmek, fısıldamak, elçi göndermek, terk etmek, seslenmek, acele etmek, yazı yazmak anlamlarına sahiptir. Bu belirtilen anlamlara dikkat edildiğinde vahyin anlam alanının üç esas bölümde yoğunlaştığı görülebilir. 1-İster emir, ister işaret isterse sözlü olsun ikinci bir varlıkla iletişim kurmak 2-Bu iletişimdeki gizlilik, vahyin fısıldama ya da bildirimin sessiz oluşu 3-İletişimdeki sürat ve hızlılık Kur’an ı kerimde vahiy sözcüğü genel anlamda Allah’ın yapılmasını veya yapılmamasını istediği emirleri o dönemdeki insanlar arasından seçtiği elçilere, yani peygamberlere bildirmesi manasında kullanılmıştır. Yani vahiy kısaca Allah’ın buyruğudur. Bununla beraber vahiy Kur’an da değişik anlamlarda da kullanılmıştır. Bu anlam alanları, cansız varlıklar, hayvanlar, melekler ve insan olarak gözlemleyebiliriz. Bu gözlemlerimize yine Kurandan ayetlerle örnek verecek olursak Fussilet suresi 12. ayet  “Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semayı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah’ın takdiridir” Bu ayette Allah’u teala göğe emrini vahyetti sözünde ki iha etmenin Allah’ın yarattığı sema ya yerleştirdiği fıtri özelliklerden bahsetmektedir. Bu ayete benzer kuranda başka ayetlerde vardır. Yine vahyin diğer başka bir anlam alanına bakacak olursak Nahl suresi 68. ve 69. ayetlerde Allah teala bal arısına yaptığı vahiyden bahsetmektedir. “Rabbin bal arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. 69. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.” Buradaki vahyetme hadisesi ise Allah’ın arıya doğuştan vermiş olduğu yeteneği belirtmektir. Diğer bir anlam alanı ise Enfal suresi l2. ayette geçen “Hani Rabbin meleklere: “Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun; Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarına! diye vahye diyordu.” şeklindeki ayette ise Allah’ın meleklere ilhamı yada bildirmesi şeklinde görülebilir. Belirttiğimiz tanım ve ayetlere bakıldığında anlaşılacağı üzere, gerek fiziki aleme gerekse hayvanlara yapılan vahiy, bir nevi cebrilik ifade eder. Örneğin yerküre kendi yörüngesinde dönmeye, tabiri caizse mahkumdur. Buna itiraz edecek bir bilince sahip olmadığı gibi, arıda bal yapmama gibi bir tercihte bulunmaya muktedir değildir. Zira bunlara öyle vahye dilmiştir. Allah’ın insanlara vahy etmesi olayını ise Kasas suresi  7.ayette “ Musa’nın anasına: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize (Nil nehrine) bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız, diye vahyettik” veya aynı şekilde Hz Meryem’e doğum esnasında üzülmemesi hurma ağacından silkeleyip yiyip içmesi şeklinde telkinde bulunmasını da ( Meryem 24-26.) vahyin diğer bir anlam alanı olan insan kalbine doğan bir aydınlanma, ilham olduğunu düşünebiliriz Peygamber annelerine vahyedilmesi tebliğ niteliği olmayan, sadece kendileriyle alakalı bilgilendirmedir. Bu iş onların istemesiyle değil üzerlerine yüklenen bir yüktür. İşte bu yükün taşınabilmesi için Allah kendi iradesiyle onlara sabır ve sebat veriyor. Bunu onların mutmain olup, katlanacakları bir yolla yapıyor ve bunu da ‘vahyettik’ ifadesiyle bildiriyor. Bu nedenle “gaybı bilen Allah gaybına kimseyi muttali etmez. Ancak peygamberlerden bildirmek istediği bunun dışındadır” hükmüyle bu ayetlerin çelişen bir tarafı olmadığını da böylece görüyorve anlıyoruz. Cin suresi 26-28 ile Ali İmran suresi 179. ayetlerinde bahsedilen gayb, Allah’ın elçilerine tebliğ edilmek üzere indirdiği vahiylerdir. İşte bunu Allah elçilerden başkasına indirmeyeceğini bildiriyor. Bu konuda kimi elçi seçti ise ancak ona dilediği şeyleri dilediği kadar bildireceğini ifade ediyor. Allah neyi indireceği ve ne hüküm koyacağı konusundaki bilgileri peygamber dışında hiç kimseye vermediğini tüm insanlığa ilan ediyor Ancak Vahiy Kuranda esas anlamıyla Allah’ın dilediği emirleri yasakları kuralları kullarına iletilmek üzere peygamberlerine bildirmesine denir. İnsanlık tarihinden itibaren bütün peygamberlerin vahiyle muhatap olduklarını Kuran’da NİSA163.” Biz Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyûb’e, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a vahyettik. Davut’a da Zebûr’u verdik” ve Şura 3”Azîz ve hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder.”  Ayetlerinden anlayabiliriz. Bu vahiyler kendisinden önce bir çok peygambere geldiği gibi, en sonda Hz  Muhammed as. a gelmiştir. Ondan sonra ise hiçbir kimseye, Allah’ın risaletini bildiren bir ilahi vahiy gelmemiştir ve gelmeyecektir. . Böylece Allah’ın elçileri dışında, gaybtan/gaibten haber veren, kalplerden geçeni bildiğini söyleyen kimselerin bütün tezlerini çürütüyor. “Sinelerin gizlediğini ve gözlerin hain bakışlarını ancak Allah’ın bildiğini ve bildirdiğini ilan ediyor. Bunu da elçilerin diliyle yapıyor”. Söylenmek istenen budur. Birini elçi olarak seçmesinin anlamı da budur. Allah Muhammed (a.s)’ı elçi seçtikten sonra bazı vahiyleri de yakın arkadaşlarına göndermemiştir. Toplumu ilgilendiren herhangi bir konudaki bir haberi, elçi seçilenin dışında kimseye vermediğini insanlığa sunarak bilgilendiriyor ki, elçilerden başkasına rağbet edilmesin Peygamberlerin vahiyleri nasıl aldığına bakacak olursak bu konu dada bize Şura suresi 51 ayeti ışık tutmaktadır. “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir.” şeklindeki ayetten anladığımız kadarıyla Allah teala vahyi muhatabına üç şekilde ulaştırmaktadır. Birincisi kalbe ilham etme, olayını öyle zannediyoruz ki, peygamberin, şuurunda ilahi bilgiyi bir biçimde hissetmesi, duymasıdır. Yani ilahi bilgi, peygamberin şuuruna ilka ediliyordu. İlka kelimesi bir şeyi atmak demektir. Bu kelime müzemmil suresi 5. Ayetinde “Doğrusu biz senin üzerine ağır bir söz ilka edeceğiz” şeklinde kullanıldığı gibi neml suresi 6. ayettede kullanılmıştır. ikincisi perde arkasından yapılan vahiy burada perde yi sembolik anlam olarak düşünebiliriz yani sesi algılama duyma şeklinde anlayabiliriz. Bizim bu kelimeden anlamamız gereken, Peygamberin, herhangi bir görüntü görmeden vahiy sesini algılaması, bir çeşit duyması olayıdır. Elbette ki bu ses fiziki, akustik özelliklere sahip bir ses değildir. Fazlurrahmanın Ana konularıyla Kuran kitabında bu sesi, özel alıcının, özel frekanslara göre uyarlanmış zihinsel bir ses olarak ifade etmektedir. Üçüncü geliş biçimi ise elçi göndererek iletmesidir ki burada elçinin Kurandan aldığımız bilgiler göre bir melek olan Cebrail olduğu anlaşılmaktadır. Buna da bir ayet örnek verecek olursak Bakara suresi 97. ayetini örnek verebiliriz. “De ki: Cebrail’e kim düşman ise sunu iyi bilsin ki Allah’ın izniyle Kur’an’ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir.” Bu bölümde Kuran’a göre vahiy ne demek olduğunu çeşitlerini iniş şekillerini inceledik.                                  KUR’AN VAHYİNİN BAŞLAMASI Kuran vahyinin başlaması Muhammed as.a peygamberlik görevinin verildiği 611 yılında bu görevin verilmesiyle birlikte başlamıştır.Muhammed As.ın yaşadığı Mekke toplumunun büyük bir çoğunluğu putperest insanlardan oluşuyordu. Muhammed as. bu toplumda her ne kadar İslam’ı tanımasa da bulunduğu toplumun inanç ve yaşantı tarzının gariplikleri, saçmalıkları ve sapıklıkları karşısında toplumdan uzaklaşmak için sürekli Mekke yakınlarında bulunan Hıra mağarasına gidip düşüncelere dalıyor ve günlerce evine dönmediği oluyordu.Yine böyle bir günde, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla risalet görevi veriliyor ve ilk vahiyle muhatab oluyordu. Peygamberin ilk aldığı vahiy Oku emriyle başlayan Alak suresinin ilk ayetleridir. Vahyin indirilmesi sistemli bir şekilde tam 23 yıl sürmüş ve Rabbimizin, dininizi kemale erdirdim ayetiyle vahyin tamamlanması son bulmuştur. Kuran’ın indirilmeye Ramazan ayında başladığını Kadir suresi “ Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin?  Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır.  O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar.  O gece, esenlik doludur. Ta fecrin doğuşuna kadar“ ve BAKARA suresi 185.ayetlerinden anlıyoruz. Kuran bir seferde tamamen inmemiştir. FURKAN suresi 32. Ayeti”İnkâr edenler: Kur’an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi? Dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık (parça parça indirdik) ve onu tane tane (ayırarak) okuduk” ayeti bu görüşümüze ışık tutmaktadır. Esasen ilahi vahyin maksadı, insanlar arasında adaleti sağlamak bu şekilde zulmü ortadan kaldırmak, onlara dünya ve ahirette mutlu olmanın yollarını göstermektir. Allah’u teala, insanların maslahatlarını bilip gözeterek, onların alışkanlık haline getirdikleri birtakım örf ve adetleri bazı yeni düzenlemelere tabi tutmak, yahut olduğu gibi almak suretiyle uyulması gereken birer hüküm haline getirmiştir. Ancak buna karşılık olarak da, insanlara zarar veren, adalet ilkesini yaralayan zulüm, haksızlık ve eşitsizlik gibi hususlara yol açan örfleri de yasaklamıştır. Bunların yasaklanmasında toplumun menfaati vardır. Kuran vahiylerinin nazil olması rast gele olmamış, insanın fıtratı, o anki toplumun yapısı ve dinin gelişmesine göre sistemli bir şekilde olmuştur. Mekke döneminde inen vahiylerle Medine döneminde inen vahiylerde bu farklılık göze çarpar. Ancak kur’anın tamamlanmasından sonra bir bütünlük içerisinde baktığımız zaman sadece o zamanki toplumun değil bütün insanlığın ihtiyaçlarına cevap verdiğini ve evrensel olduğunu görürüz Vahyin, Allah’la seçtiği elçiler arasında bir iletişim olduğunu belirtmiştik. Şurası unutulmamalıdır ki, elçilerde bir beşerdir. Allah.’ın kuludur. Dinin sahibi onlar değil, Allah’ın kendisidir. Peygamberlerin görevi Allah’tan aldığı vahiyleri eksiksiz olarak insanlara tebliğ etmektir. Peygamberler akıllı, zeki ve döneminin güvenilir insanlarıdır. Risalet kurumu insanları bir tek İlaha kul yapma çabasının adıdır. Onlar bizim için örnek kişilerdir. Peygambersiz bir din düşünmek mümkün olmadığı gibi haşa Allah’a ortak bir peygamberde düşünülemez. Bizler risaleti, Allah’ın vahyini ulaştırmak ve anlatmakla görevlendirme olarak anlıyor, böyle iman ediyoruz. Kendimizi Resulun tebliğ ettiği ve yaşadığı İslamı yaşamakla yükümlü olduğumuza inanıp ve yeryüzünde, fitne kalmayıp din tamamen Allah’ın oluncaya kadar küfürle savaşmayı ilke edinmekle yükümlü olduğumuza iman ediyoruz.     VAHYİ GAYRİ METLUV VARMIDIR Bu soruya en kısa yoldan verilecek cevap olumsuz olacaktır. Kitabın ve peygamberin dindeki varlığı Allah’ın sözlerini (emir, nehiy ve tavsiyelerini) insanlara duyurmak olduğuna göre, Kur’an’da onun sözlerinden oluştuğuna göre, bir takım sözlerin Kur’an’a alınmamasının anlamının olmadığını düşünüyoruz. Bu türlü iddialar, Peygamber (a.s)’in sözlerini yaklaşık yüz yıl sonra tasnif ederken ortaya çıkmıştır. Metindeki ifadelerin durumuna bakarak söz peygambere ait görünmeyince buna da hadis-i kudsî diyelim denilmiştir. Manası Allah’tan lafzı peygamberden olduğu söylenen bir metne verilen isimdir. Mana itibariyle Allah’a ait bir söz gibi görünse de bunun Allah’tan olduğunu kesin ispat edecek bir delilimiz mevcut değildir. Müslümanlar olarak kesin bir delile dayanmadan Allah’a ve peygambere bir şeyi isnat etmek onlara en hafifinden iftira etmek olacağından, böyle bir isnattan uzak durmanın doğruluğuna inanıyoruz. Eğer bu metinler Allah’tan olsa idi, Allah’ın her vahyini yazdıran Peygamber (a.s) onları da yazdırırdı. Yazdırmaz ise görevini ihmalden, Allah’ın kınamasına muhatap olurdu ki. (5/67) “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kafirlere yol göstermez” ayetinde muhalefet etmiş olurdu. Halbu ki asla böyle bir şey olmamış, vahyin tamamını hem peygamber hem de mü’minlerden birçoğu yazmış ve ezberlemiştir. Kudsi hadisler meselesi tabiri caizse islam kültürünün yumuşak karnı olarak kullanılmış, isteyen istediği bozuk akideyi arı duru İslam akidesine bulaştırmak için bu yumuşak karın kullanmıştır. Ancak kuran bütün hurafeleri silip süpürücü özelliktedir. Önemli olan kitaba boyun eğen olabilmektir Vahiy katiplerinin varlığı, Kur’an’ın ilk günden itibaren yazılmışlığı ve hafızların varlığı bunun delilidir. Bunların gözünden kaçan bir şey olsaydı bile Allah elçisini ikaz eder düzeltirdi. Nitekim birçok konuda bu düzeltme yapılmıştır. Bu nedenle bu iddiayı doğru bulmuyor ve “kudsi hadis” veya “vahyi gayri metluv” namıyla anılan sözleri Allah’a isnat etmekten Allah’a sığınıyoruz. -