Uluslaşan Avrupa’da artakalanlar ve ayrılıkçı hareketler

'Örneğin Fransa’da 1789 yılında, 28 milyonluk nüfusun 6 milyonu hiç Fransızca bilmezken, altı milyon kadarı da uzunca bir konuşmayı sürdürecek kadar beceremiyordu. Yine İtalya’da 19. yüzyılda İtalyanca konuşanların oranı sadece %2,

VAN 30.10.2017 23:22:22 0
Uluslaşan Avrupa’da artakalanlar ve ayrılıkçı hareketler
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Uluslaşan Avrupa’da artakalanlar ve ayrılıkçı hareketler

Katalonya üzerinden patlak veren ayrılıkçı hareketler, uluslaşma süreçlerini çok önceleri  tamamlayan Avrupa üzerinde soğuk duş etkisi yaptı. Ulusalcı hareketlere, Osmanlı’nın parçalanma süreçlerinde şahit olan İslam Dünyası, Avrupa’dan çok sonraları yüzleşmişti. Avrupa ülkeleri uluslaşma hamlesini yaklaşık yüz yıl önce başlatmış birçok ülke tamamlamıştı bile. Söz konusu ülkeler, bugün gördüğümüz yekpareliği geçmişte yansıtmıyordu aslında. Örneğin Fransa’da 1789 yılında, 28 milyonluk nüfusun 6 milyonu hiç Fransızca bilmezken,  altı milyon kadarı da uzunca bir konuşmayı sürdürecek kadar beceremiyordu. 1863’te de benzer bir tablo vardı; otuz sekiz milyona yükselen nüfusun yedi buçuk milyonu Fransızca bilmiyordu. Oksidanya ya da Alsas gibi bölgelerde asimilasyon politikaları izlenerek bugünkü Fransa doğmuştur. Fransız siyasetçi François Mitterrand’ın tabiriyle “Fransa’nın kurulabilmesi için, geçmişte, güçlü ve merkeziyetçi bir iktidara gereksinim duyulmuştur.” Ve yine aynı siyasetçi modern zamanlarda ise “dağılmaması için, siyasal iktidarın ağırlıklı olarak yerel yönetimlere bırakılması zorunlu hale gelmiştir.” İfadelerini kullanmıştı. Bugünkü Fransa’da diğer tüm Avrupa ülkeleri gibi yerel dillere ve kavimlere verilen (özel okulda eğitim, kimi yerlerde çift dil vb) haklar, bu asimilasyon süreçlerinin ardından verilmiştir.

Yine İtalya’da 19. yüzyılda İtalyanca konuşanların oranı sadece %2,5’tu. İtalya’da ulusal birlik kurulduktan sonra, başlangıçta İtalyanca konuşanların bu düşük oranı, büyük bir hızla artmış ve İtalya devleti ortaya çıkmıştı. İngiltere’nin İskoç, İrlandalı, Kelt ve Faili kimliklerine uyguladığı asimilasyon politikaları yine bu örnekler arasında sayılabilir.

Avrupa, ulusalcılık belasının İslam dünyasına bulaşması ardından kendi tarihi gerçeklerini ve süregelen derin problemlerini es geçerek söylem değişikliğine gitmiştir. Ve maalesef Müslüman toplumlardaki yöneticiler de Batı’nın düştüğü bu pisliğe gönüllü düşmek için can atmış ve topraklarındaki farklı kimlikleri asimile etmek, yapamıyorlarsa da yok etmeye çalışmışlardır. Aslında dünyanın kalanı,  Avrupa’nın başardığı! bu işi tekrarlama derdine düşmüşlerdir. Bu çabanın, bizim coğrafyamızda bu kadar kanlı ve uzun sürmesinin birçok farklı sebebi sıralanabilir. Ancak Avrupa’nın bu yarayı kullanmak istemesi ve sürecin dünya savaşlarının yaşandığı ve hemen sonrası dönemlere denk gelmesi başlıca nedenler arasında sayılabilir.

Fakat tüm yapılanlara rağmen görüldüğü gibi Müslüman toplumlardaki ulus oluşturma çabaları başarılı olamamış ve karşılarında yeni ulusalcılıklar doğurmuştur. Türkiye’de Arnavut, Laz, Gürcü gibi kesimler, Türklük üzerinden asimile edilmişler ancak nüfusu kalabalık olan Kürtler, kimlik erozyonuna uğramışlarsa da bugüne kadar aidiyet iddialarını sürdürmüşlerdir. Benzer süreçler, diğer toplumlarda da yaşanmıştır.

Müslüman toplumlarda yaşanan ulusçuluk çatışmalarını Batı dünyası, erken dönem asimile politikalarıyla atlatmış görünüyordu.  Ancak Avrupa’da zorunlu ya da gönüllülük üzere baskılanan kimlikler, derin fay hatlarında varlıklarını sürdürmüşlerdir. Ve önümüzde süreçte bu fay hatları daha da belirginleşecek gibi görünüyor. Bu, Avrupa’nın iç savaş yaşayacağı anlamına gelmiyor elbet. Ancak hareketlenmelerin orta vadede nelerle sonuçlanacağını kimse kestiremiyor. Hele ki düştüğü oranda, farklı toplumsal kesimleri ve farklı kimlikleri ön plana çıkaran bir ekonomik gidişat yaşandıkça. Avrupa’da büyük bir pasta etrafında zengin hayatı yaşayan kitleler, birçok farklılıklarını ve sorunlarını öteleyebiliyorlardı. Ancak artan yoksulluk, önce çoğunlukla farklı etnisitedeki zenginlerin ayrışmasına neden oldu. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılması ya da İspanya’daki Katalonya, Belçika’daki Flaman, İtalya’daki Padanya ve Almanya’daki Bavyera gibi ayrılıkçı hareketlerin yoğunlaştığı yerlerin, ülkelerin en zengin bölgeleri olması bunun sonucu. Zengin bölgelerin ayrışması yoksul kesimlerin de hırçınlaşmasına neden olacaktır. Bu da hareketli dönemlerin yaşanacağı ihtimalini güçlendirmektedir.

Belirttiğimiz gibi Avrupa’daki sakin ortamın sebeplerinden biri zengin refah seviyesiydi. Bir diğer sebep olarak ise, ikinci dünya savaşını yaşamış neslin birlikte yaşama iradelerindeki ısrarı zikredilebilir. Bu savaşların yıkımlarına şahit olmuş nesillerin ölmesi ve savaş ve karmaşa yaşamamış yeni nesillerin siyasette güçlenmesi, siyaset ve sokakta cüretkâr söylemleri artırıyor. Ve bu sonuç, gittikçe küçülen pastayı paylaşmak istemeyen yeni nesillerin ayrılıkçı tozpembe hayalleri ile yoksul toplumların kaybolan hayallerinin çatışacağını gösteriyor. Geleceğe dair kurulan her ayrışmanın günümüz sokağına yansımasının kaçınılmazlığı düşünüldüğünde, Avrupa’nın orta ve uzun vadede ısınacağı kaçınılmaz.

Ancak tüm ekonomik temellere karşın ayrışmaların daha çok Avrupa’nın yüz yıl önce hallettiğini düşündüğü etnik kimlikler üzerinden yaşanacağı görülüyor. Bu sonuç, düne kadar coğrafyamızda önce asimilasyoncu ulusçuları ardından da baskılanan kimlikleri destekleme politikası yürüten Batı’nın politikalarında da değişikliklere neden olabilir. Avrupa ülkelerinin Irak Kürt Bölgesi’nin referandum sonrası saldırıya uğramasına sessiz kalmaları bunun ilk işareti mi, bilinmez.