Üç Aktör, Bir Figüran

Devlet-İmralı hattında çözüm sürecinde gelinen son noktayı ve Kandil ile HDP’nin tutumlarını analiz ediyor.

VAN 4.03.2015 10:11:27 0
 Üç Aktör, Bir Figüran
Tarih: 01.01.0001 00:00

Çözüm sürecinde gelinen nokta sevindirici. Hele hele HDP ile hükümetin yan yana gelerek ortak bir karede basın açıklaması yapması, Erdoğan’ın “kefenimizi giydik” ifadesinde tam da yerini buluyor. Bu yönüyle bu kare gerek sembolik gerekse fiilî bir durum olması açısından çözüm süreci tarihinde önemli bir kilometre taşı ve bir dönüm noktasıdır.

Emperyal odakların Türkiye planları, PKK’nın silah bırakmasıyla uygulama alanı kalmayacağından basın-yayın ve sermaye gücüyle çözümü engelleyici her türlü pozisyonu almış durumdalar. Buna bağlı olarak hem Gezi’de hem de 6-7 Ekim olaylarında Diyarbakır’da yabancı gazetecilerin(!) aktif bir biçimde eylemleri sevk ve idare ettiklerini ve provoke ettiklerini hepimiz gördük.

Devlet-Öcalan-Kandil üçgeninde “üç aktörlü” yürüyen sürecin akamete uğramasının en büyük müsebbiplerinden biri HDP ve Demirtaş figüranıdır. HDP, Öcalan-Kandil arasına sıkışmış bağımlı ve güdümlü iradeye sahip. Eş Başkan Demirtaş ise siyasette yeni ve egosu yüksek biri olduğundan, söylemlerindeki kaprisler sürecin yavaşlamasına ve sekteye uğramasına sebep olmakta. Bu yönüyle Demirtaş, üç aktörlü bir sürecin oyun bozucu figüranını oynuyor. Yine HDP’den yükselen “Kandil eksenli” birçok “şahin ses” ile de, Hükümet-Öcalan arasında yakalanan insicam bozulmaya çalışılıyor.

Bu yönüyle süreç için “üç bilinenli ama çok bilinmeyenli bir denklem” ifadesini kullanmak yerinde olur kanımca. Çünkü görünen üç aktör var ama görünmeyen bir çok dahili ve harici aktörün iş başında olduğunu kestirmek hiç de zor değil.

Gelinen süreçte asıl kritik husus, “silahların bırakılmasını kim ister kim istemez” meselesidir:

-Hükümet ister, çünkü bu konuda attığı adımlar ve oluşturduğu fiilî durum ile rüştünü ispat etmiş ve ağır bir bedeli göze almış durumda.

-Kandil istemez, çünkü örgüt üst yönetiminin devam eden mevcut bir rantiyesi ve kontrol altında tuttukları örgüt gücü ile dış güdümlü bir pozisyonu var. Hem kendi iktidar ve erklerinin son bulmasını istemez, hem de olası fiilî bir helalleşme durumunda artacak olan bir Öcalan otoritesinin ve liderliğinin altında ezilme korkuları var.

-Öcalan iki sebeple ister: birincisi işin ucunda “kendi özgürlüğü” söz konusu olabilir. İkincisi ise Öcalan’ın gelinen dünya konjonktüründe silahlı mücadele metodunun miadını doldurduğu realitesini artık anlamış olduğudur.

Çözüm sürecinde HDP’nin aldığı pozisyon hayli düşündürücü ve endişe verici. Samimiyet, atılan her olumlu adıma karşılık olumlu refleksler vermektir. Ancak çözüme yönelik atılan olumlu her adımdan sonra HDP’den çatlak seslerin eş başkan düzeyinde yükselmesi de aslında HDP’nin ve aktörlerinin bir proje olduğunun bir belgesi niteliği taşıyor. Özellikle 28 Şubat’ta hükümet yetkililerinin eşliğinde HDP yetkililerinin yaptığı ortak basın açıklamasıyla PKK’ya silah bırakması için “niyet beyanı”nda bulunmalarının hemen akabinde, Demirtaş’ın hükümet aleyhine sarfettiği sözler de bu durumu kanıtlar nitelikte.

Demirtaş’ın bir taraftan sürecin neden ilerlemediğinden şikâyet etmesi diğer yandan da süreç ile ilgili adım atıldığında: “bunu biz yaptık, hükümet lütfetmedi” ve benzer açıklamalarla süreci provoke etmesi; 6-7 Ekim’de halkı provoke eden açıklamaları ile tamamen paralellik gösteriyor. 6-7 Ekim olayları öncesi de tam bir yumuşama dönemine girilmişti ki Demirtaş Sokak dilini kullanarak süreci provoke etti ve sekteye uğrattı. Aynen öyle de, bugün irade beyanlarının yapıldığı bir vasatta, sanki olumlu bir açıklama yapılmamış gibi atılan bu adımı provoke eden açıklamalar yapması, Parti olarak girmeyi planladıkları seçim için de kendileri için ayrıca bir talihsizlik olmuş, gayenin aslında bir çözüm olmadığı gerçekliğini bir kez daha ispatlamıştır.

HAMİT YAZ / YÖNELİŞ-HABER