Türkiye’yi dünyaya şikayet etmek

Yeni Şafak yazarı Süleyman Seyfi Öğün bugünkü yazısında mazoşist bir haz elde ederek Türkiye'yi dünyaya şikayet edenleri kaleme aldı.

VAN 25.12.2014 11:10:51 0
Türkiye’yi dünyaya şikayet etmek
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Liberal ve ulusalcı çevrelerin örtük bir ittifak içinde, yapılanları geriye çevirmek yolunda bir kampanyaya girişminde olduklarına dikkat çeken Süleyman Seyfi Öğün, Türkiye’ye karşı yüzeysel, çarpıtılmış bir enformasyonla hareket ettiklerini yazdı.

Öğün, yaşananları babasının kendisine geçmişte verdiği bir öğütle şöyle açıklıyor;

"Bütün ömrünü inanmış bir Marksist olarak geçiren babamın bir gün beni çağırarak; “Oğlum, bu memleketin meselelerini asla bir yabancıya şikâyet etme. Sana acıyarak bakmalarından elde edebileceğin bir şey yoktur. Acıyarak bakan aslında biraz da tükürür gibi bakar. Bunu unutma. Sorunlarınla kendi insan onurun üzerinden kendin hesaplaş. Saygıdeğer olan budur” demesini çok daha iyi anlıyorum... "

İşte Süleyman Seyfi Öğün'ün "Türkiye’yi dünyaya şikayet etmek" etmek başlıklı o yazısı:

(...)

Türkiye’nin yüzyıllara sâri çok büyük sorunları olduğu muhakkak. Türkiye, yakın zamanlara kadar bunlarla yüzleşmek bile istemedi. Ama, artık yeni bir söylemle bu aşılıyor. Garip olan husus, bu sürece iyi niyetli destek vermek yerine entelijensiyanın, özellikle de liberal ve ulusalcı çevrelerin örtük bir ittifak içinde, yapılanları geriye çevirmek yolunda bir kampanyaya girişmeleri. Bir başka gariplik, devletin sorunları tanıma ve çözme yolunda bir dönüşüm geçirirken, entelijensiyanın kategorik olarak bunun dışında; daha beteri de karşısında yer alması. Bunu yaparken de, özellikle liberâl dostlarımızın, Türkiye’ye karşı yüzeysel, çarpıtılmış bir enformasyonla harekete eden “uluslararası” kampanyalarla dirsek temasını sürdürmeleri. Şimdi maalesef, cemaat de bunu yapıyor.

Şimdi işin psişik tarafına bir bakalım. Yabancılaşmış entelijensiya, bana öyle geliyor ki mekânsal bağlarını muhayyel bir dünyâ yurttaşlığı üzerinden kuruyor. Memleketin ve memleketin insanlarıyla sorunlarıyla kurdukları ilişkiyi de belirleyen bu bağ. Psişik olarak aslında bu memlekette doğmuş olmayı kendilerine karşı yapılmış büyük haksızlık olarak gören, tedâvi kabûl etmeyen derin bir iç yara. Dolayısıyla sorunlarla kurdukları bağlar da doğrudan, samimî ve inandırıcı değil. Düşünerek hınç almak; hınç almak için düşünmek. Onların ontolojisini bu gerilimli geçişler şekillendiriyor. Türkiye’den “insanlık nezdinde” şikâyette bulunmak “bir şey için değil”; tam aksine “kendisi için”. Türkiye’yi “dünyâya” şikâyet etmekten mazoşist bir haz elde ediyorlar. (Dünyâ onlar için zâten turistik tecrübelerin çeşitlediği brüt bir algının dışında, muhayyel Batı’dan ibârettir).

Bu yazılanlardan, sorunları bastırmak, halının altına süpürmek gibi bir şeyi istediğim anlaşılmasın. Kol kırılır yen içinde kalır demek değil bu. Tam tersine sorunlarla yüzleşmenin tarafları, usûl ve âdâbı hakkında düşünmek. Şimdi, bütün ömrünü inanmış bir Marksist olarak geçiren babamın bir gün beni çağırarak; “Oğlum, bu memleketin meselelerini asla bir yabancıya şikâyet etme. Sana acıyarak bakmalarından elde edebileceğin bir şey yoktur. Acıyarak bakan aslında biraz da tükürür gibi bakar. Bunu unutma. Sorunlarınla kendi insan onurun üzerinden kendin hesaplaş. Saygıdeğer olan budur” demesini çok daha iyi anlıyorum... .