Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) üyeleri içinde sendikalaşma oranı en düşük olan ülke Türkiye'dir. Her yılın Ocak ve Temmuz aylarında açıklanan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı sendikalaşma istatistiklerinin sonuncusu, 29 Ocak 2014 tarihli resmi gazete yayımlandı (haberin orijinal metni). Resmi verilere göre, Türkiye'deki kayıtlı işçi sayısı 11,6 milyon iken sendikalı işçi sayısı 1,96 milyon ve sendikalaşma oranı yüzde 9,45 olarak gerçekleşti.

Ancak bu verilerin iyimser olduğunu ve gerçek sendikalaşma oranlarının daha düşük düzeyde kaldığını vurgulamak gerekiyor. Bakanlık, sendikal istatistikleri kayıtlı işçi sayısı üzerinden hesaplıyor. Oysa uluslararası kabul görmüş standartlara göre kayıtlı-kayıtsız tüm işçilerin dikkate alınması gerekiyor (konuya dair tebliğin orijinal metni). Ayrıca işçilerin ne kadarının toplu iş sözleşmesi kapsamında olduğuna da bakmak gerekiyor. Fiili sendikalaşma oranı, toplu sözleşmeden yararlanan işçi sayısının toplam işçi sayısına oranıyla bulunabilir. Nitekim OECD de bu metodu kullanıyor.

Türkiye'de kamu görevlileri hariç yaklaşık 14 milyon işçi bulunuyor. Çalışma Bakanlığı verilerine göre, toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçi sayısı 700 ile 750 bin arasında seyrediyor. Dolayısıyla fiili sendikalaşma oranı yüzde 9 değil gerçekte yüzde 5 civarında. Nitekim OECD de 2011 için Türkiye'nin sendikalaşma oranını yüzde 5,4 (verinin orijinal İngilizce metni) olarak hesaplıyor.

OECD verilerine göre 1980'lerin sonunda yüzde 20 olan sendikalaşma oranı 1990'lardan bu yana düzenli olarak geriliyor. 2000'lerin başlarında yüzde 10'a düşen sendikalaşma oranı, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetleri döneminde yüzde 5 seviyesine gerilemiş ve Türkiye OECD'nin en sendikasız ülkesi haline gelmiştir. Sendikal örgütlülükte dünyada da bir düşüş eğilimi görülmesine karşın, Türkiye'deki düşüş çok daha hızlıdır. Örneğin OECD'de 2000-2010 dönemi sendikalaşma oranları yüzde 20'den 17'ye gerilerken, Türkiye'de yüzde 10'dan 5'e gerilemiştir.

Daha da çarpıcı olan, özel sektördeki sendikalaşma düzeyidir. Toplam 13,5 milyon özel sektör çalışanının sadece 400 bini toplu pazarlık kapsamındadır. Türkiye'de özel sektördeki sendikalaşma oranı yüzde 3 seviyesinde.

12 Eylül'ün sendikal anlayışı sürüyor

Türkiye'de sendikal örgütlenmenin bu denli düşük olmasının temel nedenleri; çalışma mevzuatı, hükümetlerin uygulamaları, istihdamın güvencesizleşmesi ve işverenlerin anti-sendikal tutumlarıdır. Kuşkusuz sendikaların örgütlenme konusunda eksikleri de sendikalaşma düzeyinin düşük seyretmesinin bir başka nedenidir.

Türkiye'nin 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında yeniden oluşturulan sendikal mevzuatı, sendikalara kuşkuyla yaklaşan yasakçı bir anlayışın ürünüydü. 2012 yılında kabul edilen 6356 sayılı sendika yasası da 12 Eylül mevzuatının bu temel yaklaşımını koruyor. Bu mevzuat esasen Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa Konseyi tarafından benimsenen uluslararası çalışma normlarına ciddi aykırılıklar taşıyor ve sayılan uluslararası kurumlar tarafından yoğun bir biçimde eleştiriliyor.

6356 sayılı sendikal mevzuat, sendikal örgütlenmeyi devlet denetimine alarak sıkı koşullara bağlıyor. Bu şartlarda sendikaların serbestçe kurulması ve faaliyet yürütmesi mümkün değildir. Zira 2012 tarihli sendika yasası ile hangi tip sendikaların kurulacağı belirleniyor. Örneğin işkolu sendikaları dışında sendika kurma imkanı yoktur.

6356 sayılı sendika yasası, sendikalaşmayı zorlaştırıyor

Sendikal örgütlenmenin asıl önemli engeli ise toplu iş sözleşmesi imzalama yetkisine ilişkin koşullardır. Türkiye'de sendikalaşmanın zayıf kalmasının çok önemli bir nedeni de budur. Bir sendikanın toplu iş sözleşmesi imzalayabilmesi için işkolu ve işyeri barajlarını aşması zorunludur. İşkolu barajı, 1983-2012 yıllarında yüzde 10 olarak uygulandı. İşyerinde ise işçilerin yarıdan bir fazlasının sendika üyesi olma zorunluluğu vardır. 2012 yılında işkolu barajı yüzde 1 ile 3 seviyesine indirildi. Fakat düşük sendikalaşma eğilimi nedeniyle bu eşikleri aşamayan pek çok sendika mevcut.

Bu engeli aşan sendikaları ise ikinci bir engel bekliyor. 6356 sayılı sendika yasası, Çalışma Bakanlığı'nın verdiği toplu iş sözleşmesi yetkisine işverenin itiraz etmesi durumunda toplu iş sözleşmesi (dolayısıyla örgütlenme) sürecinin durmasını öngörüyor. Dava sonuçlanıncaya kadar sendikal faaliyet yürütülemiyor. Yetki davaları yıllarca sürdüğü için diğer bütün engelleri aşan işçiler, yetki sistemi yüzünden örgütlenmelerini tamamlayamıyorlar. Dr. Murat Özveri tarafından yürütülen ampirik bir çalışma (Türkiye'de Toplu İş Sözleşmesi Yetki Sistemi ve Sendikasızlaştırma 1963-2009, Legal Yayıncılık, 2013), yetki sisteminin 1983-2009 yıllarında yetki sisteminin ciddi bir sendikasızlaşma yarattığını saptamıştır.

Yetki sistemi, sendikalaşma ve toplu sözleşme kapsamı açısından çarpık bir tablo yaratıyor. Türkiye'de sendikalı işçi sayısı, toplu sözleşme kapsamının yüzde 30 kadar üzerinde. Avrupa'da ise toplu sözleşmeden yararlanma oranları sendikalaşma oranlarının çok üzerinde. AB 15 ülkelerinde sendikalaşma oranı yüzde 35 civarında seyrederken, toplu iş sözleşmesi kapsamı yüzde 70'lere ulaşıyor. AB'de toplu iş sözleşmesinden faydalanan işçilerin sayısının yüksekliğinin temel nedeni, AB ülkelerinde yaygın biçimde uygulanan teşmil sistemi yani toplu sözleşmenin sendikasız işçileri de kapsamasıdır.

Sendikal güvenceler yetersiz

Çalışma biçiminde ve üretim organizasyonunda yaşanan değişim de Türkiye'de sendikalaşmayı zorlaştırıyor. Yoğunlaşan alt işveren (taşeron) uygulaması ve güvencesiz çalışma biçimleri, sendikalaşmayı olumsuz etkiliyor. Öte yandan işverenlerin sendikalaşmaya tahammülsüz yaklaşımı ve çeşitlenen sendikasızlaştırma (union-busting) teknikleri, sendikalaşmayı engelliyor. Sendikalaşan işçileri, işten atılmaya karşı koruyacak etkin bir iş güvencesi mekanizması yok. İş Yasası'nın iş güvencesine ilişkin hükümleri, sendikal gerekçeli işten çıkarmalara karşı caydırıcılıktan yoksun.

Dahası, 2012 tarihli sendikalar yasası ile 30'dan az işçi çalıştıran işyerlerinde çalışan işçiler ile 6 aydan az kıdemi olan işçilerin sendikalaşma nedeniyle işten çıkarılmaları durumunda sendikal tazminat davası açma hakları ellerinden alındı. Çalışanların yeterli sendikal güvencelere sahip olmaması ve sendikalaştığında kolaylıkla işten atılması, sendikalaşmanın önünde ciddi bir engel olarak duruyor.

Kamu kesimin daralması, özelleştirme, güvencesiz ve standart olmayan çalışma biçimleri ve hükümetlerin benimsediği yeni sağ, neoliberal siyaset, sendikalaşmanın maddi temelini zayıflatıyor. Büyük ölçekli kolektif çalışma mekanları değişiyor, küçük ölçekli ve hizmet ağırlıklı çalışma düzeni, sendikal bilincinin oluşmasını geciktirtiyor.

Öte yandan istidamda büyük bir ücretlileşme (proleterleşme) yaşanıyor. 1990'larda Türkiye'de istihdamın sadece yüzde 35'i ücretliydi, günümüzde bu oran yüzde 65'e yükseldi. Bu durum aslında sendikalaşmanın nesnel zeminini güçlendiriyor. Ancak sendikaların büyük bölümünün atalet içinde olmaları ve örgütlenme konusuna yeterince önem vermemeleri, bu zeminin sendikalaşmaya yansımasını önlüyor. Sendikaların çalışanların ortak çıkarlarını savunan toplumsal aktörler olarak öne çıkamaması ve toplumda sendikal farkındalık ile kolektif tutumun çeşitli yöntemlerle törpülenmesi, sendikalaşmayı olumsuz etkileyen bir diğer etken olarak sayılabilir.

Yeni kuşak çalışanların sendikalara ilgisinin daha az olduğunu söylemek mümkün; lakin yeni kuşak çalışanların yeni tarz itiraz ve direniş biçimleri geliştirdiklerinin de altını çizmek gerekiyor. İşgal Et (Occupy) eylemleri veya Türkiye'de Haziran 2013'te yaşanan Gezi Parkı protestoları, yeni çalışan sınıfın boy gösterdiği eylemler ve itiraz biçimleri olarak okunabilir. Bu itiraz biçimleri ile sendikacılığın halen önemini koruyan özelliklerinin birleştirilmesi, sendikacılığın yeniden güç kazanması açısından hayatidir.

Sendikalar yeni kuşakların sendikalara ilgisini artırmak için yeni örgütlenme biçimleri ve kampanyaları deniyor. Özellikle Avrupa'da bunun çeşitli örnekleri görülüyor. Nitekim bazı OECD ülkelerinde 2000'lerdeki düşüş eğilimin durduğunu görmekteyiz.

Türkiye'deki sendikalaşma, 1980'lerden sonra tüm dünyada bir gerileme eğilimine girmiş olsa da sendikalar bir mücadele ve örgütlenme aracı olarak halen önemini koruyor. Avrupa'da işgücünün ezici bir bölümü, sendikalar tarafından imzalanan toplu sözleşmelerin kapsamında ve sosyal haklar için sık sık toplu eylemler ve grevler yaşanıyor. Dünyanın güneyinde ise daha radikal ve giderek artan bir sendikal örgütlenme ve eylemden söz etmek mümkün.

Kaynak: Aziz Çelik - Al Jazeera