Türkiye, İsrail’in Truva Atı mı?

Siyonist devletin Gazze’de giriştiği son katliam beraberinde Türkiye-İsrail ilişkilerini de yeniden gündeme getirdi.

VAN 1.08.2014 19:11:05 0
Türkiye, İsrail’in Truva Atı mı?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Siyonist devletin Gazze’de giriştiği son katliam beraberinde Türkiye-İsrail ilişkilerini de yeniden gündeme getirdi.

İlişkilerin tarihine bakıldığında İnönü marifetiyle İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke payesine sahip Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin en iyi olduğu dönemin 28 Şubat süreciyle başladığı görülüyor. Çarpıcı olan ise 2008’e kadar Ak Partili dönemde bu ilişkilerin zirve yapması ve Siyonistlerde alabildiğine memnuniyet oluşturmuş olmasıdır. Çarpıcı bir diğer husus da şudur ki; Davos’u müteakip gerilen ve siyasal planda en alt seviyeye inen ilişkiler ticari-ekonomik alanda düşüşe geçmenin tam tersine yükselmesidir.

Son günlerde çeşitli zeminlerde rahatsızlığı dile getirilen bu durum üzerine Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın “Alıyoruz, veriyoruz. Ticari ilişkilerin dondurulmasını kimse beklememeli” yönlü açıklaması hükümetin de bu noktada zorlandığı ve durumu izahta güçlük yaşadığını göstermektedir.

İnternethaber yazarı Sedat Laçiner, bugünkü yazısında Türkiye-İsrail ilişkilerinin siyasal ve ekonomik ölçekte tarihine ve gelişim seyrine ışık tutuyor.

“Siyasi alandaki çalkantıya ve İsrail’in Filistinlilere ve Türkiye’ye verdiği zararlara rağmen iki ülke ekonomik ilişkileri bozulmadı, hatta rekor üstüne rekorlar kırmaya devam etti.” diyen Laçiner’in Ak Partili hükümetler dönemine dair yaptığı şu saptamalar çok çarpıcı:

“Denebilir ki son 10 yıldır Türkiye-İsrail ekonomik ilişkileri kendi rekorunu yenilemektedir.

İsrail 2014'de Türkiye'nin en çok iş yaptığı ilk 20 ülke arasına girmiş durumdadır ve sıralamadaki yeri her geçen yıl yükselmektedir. İsrail açısından baktığınızda ise Türkiye, İsrail'in en çok ticaret yaptığı 10 büyük ortaktan biridir. Yani İsrail'le iş yapan ilk 10 ülke arasına girmiş durumdayız.”

Sedat Laçiner’in yazısı:

Türkiye-İsrail İlişkileri: Tehlikeli Bağımlılık

İsrail, Arapların toprağı üzerinde, milyonlarca Filistinli silah zoruyla sürülerek kurulmuş bir devlettir. ABD, İsrail’i tanıyan ilk devlettir. Türkiye ise İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülkedir.

İsrail, aslında bölgede yıkılan Osmanlı düzeni tabutuna çakılmış en son çivi gibidir. Buna rağmen Türkiye Cumhuriyeti, İsrail’i tepkiyle karşılamamış, tam tersine 28 Mart 1949’da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur.

İnönü devrinde gerçekleşen bu tanıma, uzmanlara göre ABD’den yardım almak, ülkenin Batılı kimliğinin altını çizmek ve uluslararası Yahudi desteğini alabilmek içindir. Türk Dışişleri Bakanı Sadak’a göre ise İsrail artık bir gerçeklik haline gelmişti ve tüm dünya gibi Türkiye de onu tanımıştı. Sadak’ın bu sözlerine katılmak mümkün değildir. İsrail’in tanınması Uluslararası İlişkilerde en çetrefilli sorunlardan biri olmuştur ve Türkiye’nin tanıması İsrail’in meşruiyet sorununu aşmasında çok büyük bir katkı sağlamıştır.

Türkiye, sadece tanımada değil, İsrail’in kuruluşunu mümkün kılan süreçte de Filistinlileri yalnız bırakmıştır. Örneğin Aralık 1948’de Filistinli Arapların karşı çıkmasına rağmen Filistin Uzlaştırma Komisyonu’nun kurulmasına İsrail lehine destek veren devlet yine Türkiye olmuştur.

TÜRKİYE’NİN İKİLİ OYUNU

1956 yılında İsrail, İngiltere ve Fransa ile birlikte Mısır’ın Suveyş Kanalı’na saldırdı. Saldırı ABD’den habersiz gerçekleşmişti ve ABD operasyona karşıydı. O yıllarda Türkiye, ABD’nin sözünden hiç çıkmıyordu ve bekleneceği üzere aynı şekilde davrandı, yani saldırganları lütfen eleştirdi.

Aynı zamanda Bağdat Paktı’nın üyesi olan Türkiye, diğer üyeler ile birlikte İsrail’i Ortadoğu barışına en büyük tehdidi oluşturmakla suçladı, hatta 26 Kasım 1956’da Türkiye’nin İsrail’deki diplomatik temsilcisi geri çağrıldı. Ancak Türkiye’nin görüntüdeki bu sert tutumu gerçekte tam da böyle değildi. Arapları tatmin etmek için sert görünen Türkiye, perde arkasında İsraillilere aslında söylediği gibi bir ülke olmadığını anlatmakla meşguldü, yani İsrail’e şirin görünmeye çalışıyordu.

Türkiye Büyükelçisi İstinyeli, olayın ardından İsrail Dışişleri Bakanlığı’na gitti ve Türkiye’nin aslında İsrail’e karşı olmadığını, tansiyonu düşürmek ve Arapları ikna edebilmek için taktik açıklamalar yapmak zorunda kaldığını söyledi. Yani gösterilen tepki neredeyse bir senaryonun parçasıydı. Türkiye bir yandan İsrail karşıtı gibi görünerek Bağdat Paktı’nın dağılmasına mani oluyor, diğer taraftan ise İsrail’e en kalbi sevgilerini iletiyordu.

Bu tablo Türkiye’nin İsrail ile olan karmaşık ve garip ilişkisinin iyi bir örneğini gösterir ve tıpkı CHP gibi Demokrat Parti’nin de İsrail politikasının ilkelerden ziyade çıkarlar üzerine oturduğunu gösterir.

İKİLİ POLİTİKAYA DEVAM

Türkiye, Johnson Mektubu ve Kıbrıs Sorunu sayesinde dış ilişkilerinde sadece Batı’ya güvenmenin ne kadar sakıncalı olduğunu öğrenmiş oldu. ABD’den çok Amerikancı olan Türkiye, bunun bedelini üçüncü dünyada dışlanarak ağır bir şekilde ödedi. Bu nedenle 27 Mayıs Darbesi sonrasında pozisyonunu dengelemek isteyen Türkiye, Arapların ve Müslüman ülkelerin desteğini alabilmek için Filistin sorunu ile ilgilenmek durumunda kaldı.

1960’ların sonunda Türkiye, görüntüde Arap tezlerini destekledi ve İsrail’den işgal ettiği topraklardan çıkmasını talep etti. 1969’da El Aksa Camii Siyonistlerce yakılınca İslam dünyasında infial oluştu ve tepkiler 1. İslam Konferansı’na ve devamında kurulacak olan örgüte yol açtı. 1969’da Türkiye Rabat’taki konferansa katıldı, ancak İsmet İnönü bu katılımı Türkiye’nin İsrail ve Araplar karşısındaki tarafsızlığını bozacağı iddiası ile eleştirdi. Aynı şekilde Ordu da rahatsızlığını hissettirdi. Belki de bu nedenlerle Türkiye konferansta Cumhurbaşkanı veya Başbakan değil, Dışişleri Bakanı düzeyinde temsil edildi. Dahası İsrail’i eleştirse de Türkiye, Konferansta İsrail’in tam anlamıyla kınanmasını engelledi. Türkiye ayrıca Filistin Kurtuluş Örgütü’nün konferansa katılımına da mani oldu. Başka bir deyişle, kendisinden öncekiler gibi Süleyman Demirel Hükümeti de İsrail konusunda ikili bir politika izledi ve etik bir duruş sergileyemedi.

12 EYLÜL VE İSRAİL

30 Temmuz 1980’de İsrail, Kudüs’ü daimi başkent ilan edince Türkiye İsrail’i kınadı ve Kudüs Başkonsolosluğunu tepki olarak kapattı. Aralık 1980’de ise diplomatik temsil düzeyi ikinci katip seviyesine indirildi. 12 Eylül idaresi görünüşte İsrail’e karşı sert bir söylem kullanıyordu, ancak pek çok uzmana göre sert söylem samimi değildi ve tek amacı Batı’da yazılan senaryolara uygun olarak, Türkiye’yi İslam dünyasında İran’a karşı sözde lider konumuna getirmekti…

İsrail, 1980 ve 1990’lı yıllar boyunca ilişkilere büyük yatırım yaptı, ancak asıl sonucu 1990’ların sonunda alabildi. O tarihe kadar Türkiye, resmi olarak Arap tezlerini destekliyor görünse de İsrail ile ilişkiler devam ettirildi, özellikle ABD nezdinde Yahudi lobileriyle yoğun bir işbirliğine gidildi. Ekonomik ilişkiler ise diğer pek çok İslam ülkesinin aksine her dönemde devam ettirildi. Ancak 28 Şubat döneminde atılan temeller hiçbir dönem ile kıyaslanamaz. Türkiye-İsrail ekonomik ilişkilerinde bugün yakalanan zirve büyük oranda 28 Şubat’ın attığı temeller sayesindedir.

İsrail, Türkiye ile iyi ilişkilerden her zaman karlı çıktı. Bu sayede Filistin meselesinin aslında Yahudi-Müslüman sorunu olmadığını, sadece Arapların bir kısmı ile İsrail arasında bölgesel bir çatışma olduğunu ispat etmeye çalıştı.

AK PARTİLİ YILLAR

AK Partili yıllar ise çelişkili yıllardır… İsrail’in Ankara Büyükelçisi Pinhas Avivi 2005 yılında bizzat benim de katıldığım Ankara’daki bir toplantıda İsrail-Türkiye ilişkilerinin tarihinin en iyi noktasında olduğunu söyledi.

Avivi’ye göre Türkiye-İsrail ilişkileri dış ticarette, turizmde ve yatırımlarda hiçbir dönemde olmadığı kadar iyi bir durumdaydı ve buna ‘altın dönem’ denebilirdi. Başka bir deyişle 1990’larda kurulan bağlantılar 2000’li yıllarda meyvesini verdi ve İsrail-Türkiye arasında karşılıklı bağımlılık kurulmaya başlandı.

2006 yılında İsrail Dışişleri Bakanı, ülkesinin Türkiye’yle ilişkilerini “mükemmel” olarak adlandırdı. Bu dönemde Türkiye, İsrail ile Pakistan ve Suriye gibi bazı Müslüman ülkeleri barıştırmaya çalıştı. Ayrıca  İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas bir gün arayla Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde konuştu.

Türkiye-İsrail siyasi ilişkileri 2008 sonunda İsrail’in Gazze’ye saldırmasıyla bozuldu. Türkiye Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkı olduğunu belirtti, ayrıca İsrail’i devlet terörü uygulamakla suçladı ve bundan sonra karşılıklı ağır suçlamalar ve eleştiriler devam etti. Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu sırasında büyük bir kriz yaşandı, Başbakan Erdoğan, İsrail Devlet Başkanı Peres’i çok ağır sözlerle suçladı ve “bebek öldürmeyi siz iyi bilirsiniz” dedi.

Davos’u Alçak Koltuk Krizi ve Mavi Marmara izledi. Mavi Marmara’da ilk defa bir devletin askerleri Türk vatandaşlarını uluslararası sularda katletmiş oldu. İsrail, Türkiye’ye meydan okuyordu. Dahası olayın akabinde İsrail Kabinesi PKK’ya destek verilmesini dahi görüştü. Kimi kaynaklara göre bu destek güçlü bir şekilde verildi de.

Siyasi alandaki çalkantıya ve İsrail’in Filistinlilere ve Türkiye’ye verdiği zararlara rağmen iki ülke ekonomik ilişkileri bozulmadı, hatta rekor üstüne rekorlar kırmaya devam etti.

Denebilir ki son 10 yıldır Türkiye-İsrail ekonomik ilişkileri kendi rekorunu yenilemektedir. 2014 itibariyle dış ticaret hacminin 5,5 milyar dolar civarında gerçekleşmesi beklenmektedir (Bunun sadece 76 milyon dolarının Filistin ile ticaret olduğu bilinmektedir).

İsrail 2014'de Türkiye'nin en çok iş yaptığı ilk 20 ülke arasına girmiş durumdadır ve sıralamadaki yeri her geçen yıl yükselmektedir. İsrail açısından baktığınızda ise Türkiye, İsrail'in en çok ticaret yaptığı 10 büyük ortaktan biridir. Yani İsrail'le iş yapan ilk 10 ülke arasına girmiş durumdayız.

Buna diğer ekonomik ilişkiler de eklendiğinde Türkiye ile İsrail arasında çok güçlü ekonomik bağların kurulduğunu ve bu bağları koparmanın her geçen gün zorlaştığını söyleyebiliriz.

Konunun detaylarını daha önceki bir yazımda ele aldığım için rakamlara girmeyeceğim. İşin aslı Uluslararası İlişkilerde genel olarak boykot ve ekonomik müeyyidelerden yana da değilim. Ancak İsrail özel bir devlettir ve görünen o ki başından beri Türkiye’yi ekonomik ilişkiler üzerinden kendisine bağlamak istemektedir.

İsrail gibi nispeten küçük bir devletle milyarlarca dolarlık ekonomik ilişki kuran Türkiye bunun bedelini zamanla ekonomik ve siyasi alanda öder.

İsrail ile ticari ilişkilere Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç’ın dediği gibi “ticaret devam ediyor. Alıyoruz, satıyoruz. Bundan dolayı kimse bizi eleştirmesin” şeklinde bakılamaz. Ekonomik ilişkilere yakından bakıldığında örülen ekonomik ağın günün sonunda Türkiye’yi geri dönülmez bir yola soktuğu görülecektir.

TÜRKİYE, İSRAİL'İN TRUVA ATI MI?

Ayrıca Türkiye’deki İsrail bağlantıları sayesinde İsrailli firmalar diğer Müslüman ülkelere girebileceklerdir. Bilindiği üzere Malezya, Endonzeya, Pakistan ve Suudi Arabistan gibi pek çok Müslüman devlet İsrail'i tanımamaktadır. Önemli bir kısmı ise İsrail'e yıllardır ekonomik boykot uygulamaktadır. İsrail bu boykot ve engelleri Türkiye üzerinden aşma planları da yapmaktadır. Başka bir deyişle, Türkiye bir nevi Truva Atı konumuna getirilmek istenmektedir.

Bu bağlamda Hükümetimizi ve yetkililerimizi uyarmak en tabii görevimiz olsa gerektir.

Dış ticaret her zaman sadece ticaret değildir. Özellikle İsrail ile ticaret hiçbir zaman sadece ticaret değildir.

Kaldı ki bir soruyu da sormadan edemiyorum, eğer Türkiye İsrail’in yaptıklarını Musevi bir topluma onlarca yıl boyunca yapsaydı, acaba İsrail’in Türkiye ile ekonomik ilişkileri kaç dolar olurdu? 

NOT: Türkiye-İsrail ekonomik ilişkilerinin detayları için bakınız: Sedat Laçiner, "İsrail'e Haddini Bildirdik mi?", 13 Temmuz 2014, Pazar.