Türkiye Fırat’ın batısına kalkanını koydu

Merve Şebnem Oruç

VAN 28.08.2016 12:47:15 0
Türkiye Fırat’ın batısına kalkanını koydu
Tarih: 01.01.0001 00:00

Dünya bir satranç tahtasıdır. Oyun açılırken tahtanın tamamı göz önünde bulundurulmalıdır. Başlangıç, kazanacak ve kaybedecek olan için nötr bir durumdur. Oyunu oynayanlardan biri profesyonel biri amatör olsa bile sonuç garanti değildir. Örneğin tecrübesiz bir oyuncunun özverisi oyunun sonucunu etkileyebilir, aldığı riskler gidişatı değiştirebilir. Veya güç bir durumdan çabuk, esnek ve kararlı bir manevrayla kurtularak hızlı ve kontrollü bir saldırıyla karşılık veren yeni ve genç oyuncu, yaşlı eski bir kurdun oyun planını bozabilir.

Liderlik bir satranç oyunudur. Lakin herkes lider olamaz. Zira herkes zoru başaramaz. Fatih Sultan Mehmet'in gemileri karadan yürütmesi gibi bir hamle, özverinin, rizikonun göstergesi olduğu gibi, aynı zamanda 'aykırı' olmanın sonucudur. Ancak 'aykırı', genellikle parlak bir alternatif olarak görülmemiş, çoğu zaman eleştirilmiş, yıpratılmış, günah keçisi olmuş, hatta deli muamelesi görmüştür. 'Aykırı', ancak kazandığında meşrulaşmış ve o zaman tarih kitaplarına 'çığır açıcı', 'çağ açıp çağ kapatıcı' olarak kaydolmuştur.

Satranç oyununda, filinizi kurtarmak için piyonunuzu, vezirinizi kurtarmak için atınızı feda edebilir; tuzak kurmak için taktiksel olarak geri çekilebilir, dikkat dağıtmak için oyunu başka cepheye taşıyabilirsiniz. Aynı durum rakibiniz için de geçerlidir. Tecrübeli rakip, kendini tahtada beklediğinden daha uzun süre oynar durumda bulduğunda, sizi çeşitli şekillerde tehdit edebilir. Buna kulak asmamak, tribünün duygu durumundan etkilenmemeyi başarmak ve oyuna devam etmek hiç de kolay değildir. Ama taşlar yuvalarına geri döndüğünde bir adım önde olmak bunu gerektirir. Nitekim sonunda bir taraf kazanacak, ötekiyse kaybedecektir.

Türkiye uzun zamandır Suriye'de çok uluslu bir ittifaka karşı satranç masasında... İç meselemizmiş gibi görünen pek çok konu, bu köşede sık sık analiz etmeye çalıştığımız gibi Suriye'yle, bölgesel dizaynla ve kurulmaya çalışılan yeni dünya düzeniyle ilgili.

Recep Tayyip Erdoğan 2012'de ameliyat olduğu sırada FETÖ'nün savcıları tarafından tezgahlanan 7 Şubat MİT krizi Hakan Fidan'ı hedef aldığında, Abdullah Gül, Ömer Çelik gibi isimlerin ekranlarda yaptığı 'büyük resim' vurgusunu hatırlayın. 2013 Gezi olaylarında 'Bu işin ardında Suriye meselesi var' işaret ederken komplo teorisyenliğiyle suçlanmayı göze alanları hatırlayın. Şubat 2012'de Birinci Kuseyr Muharebesi olmuş ve muhalifler stratejik öneme sahip Kuseyr'in yarısını ve Humus'un en kritik bölgelerinden Baba Amr'ı kaybetmişti. Haziran 2013 Gezi sürecindeyse Kuseyr'in kalanı kaybedilmişti. Ve böylece Lübnan-Suriye sınırının kontrolü büyük oranda Hizbullah'ın eline geçmişti.

17-25 Aralık 2013'le beraber başlayan süreçle, Suriye iç savaşı takvimini üst üste koyduğunuzda aradaki ilişkiyi görmek mümkün. Örneğin Mayıs 2014'te, biz tapeler, skandallar ve seçimlerle meşgulken Suriye'nin kalbi olarak addedilen Humus, muhalifler tarafından terk edilmek zorunda kalmıştı. Ağustos 2014'te ise Kalamun Hizbullah'ın kontrolüne geçmiş ve muhaliflerin Lübnan-Suriye tamamen kesilmişti.

En azından 6-7 Ekim 2014 Kobani olaylarında Suriye konusunun bizi doğrudan nasıl etkilediği anlaşılmıştır. Genel seçimlere giderken Türkiye siyasetinde FETÖ ile yapılan ittifaklar, bir tarafıyla hep dış politika ve özellikle Suriye konusundaki pozisyonumuzla ilgili değil miydi? PKK'ya, Suriye kolu PYD üzerinden ABD tarafından sağlanan meşruiyet ve PKK'nın 2015 yazında ateşkesi sonlandırması, 'IŞİD'le savaşıyorum' şemsiyesi altında iç savaşı Türkiye'ye taşımaya çalışması birbirini takip etmedi mi?

Bugün bazıları, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası, Türkiye hava sahasını ihlal eden Rus savaş uçağının düşürülmesi sürecinde rolü olan iki pilotun tutuklanmasından salt 'amaç Rusya'yla ilişkileri bozmaktı' sonucunu çıkarıyor, lakin hatırlayalım: Türkiye 2015 yazında Azez-Mare hattında güvenli bir bölge oluşturulması talebinde bastırmakta, mültecilere iç savaştan tek çıkış noktası olarak kalan Türkiye sınırını güvenli hale getirmek için çabalamaktaydı. Ankara bu işin peşini bırakmıyor, IŞİD karşıtı koalisyona ve dahi Rusya gibi aktörlere konunun artık ulusal güvenlik ve egemenlik meselesi haline geldiğini anlatıyordu. Bu bölgeye müdahale ve IŞİD'le mücadele planları masadaydı ve siyasi irade bunun için bastırıyordu. Rus uçağının düşürülmesi, aslında güvenli bölge planına ve Suriye'ye yapılacak operasyona karşı sabotajdı.

2016'ta geldiğimizde IŞİD havucunun peşi sıra oluşturulmaya çalışılan PYD koridoru faaliyetleri ve rejimin Halep kuşatması sürmekteydi. ABD-Rusya liderliğinde sözde ateşkes ilan edilmiş, oysa savaş sahada istenen tabloya erişmek amacıyla çerçevelenmişti. Ve konuya yakın herkesin bildiği gibi, Halep düşerse Esad kazanır, PYD Fırat'ın batısına geçerse malum koridor kurulurdu.

Türkiye'nin Rusya ile ilişkilerinin düzelmesi, ve hatta İsrail anlaşmasından bazılarımız gibi beklenen esas sonuç, Suriye'ye yapılacak bir kara operasyonu ve bunun küresel savaşa yol açmayacak şekilde yapılabilmesiydi. İşte 15 Temmuz Darbe Girişimi, sürekli ayak sürüyen ve içeriden Suriye'ye ilişkin her girişimi sabote eden FETÖ'cülerin, buna set çekmek için son hamlesiydi. Erdoğan ölecek ve önlerinde engel kalmayacaktı. FETÖ, en önemli karakteristiği olan 'kripto' olma özelliğini dahi terk ederek açığa çıkma riskini Suriye nedeniyle göze almıştı. Son hamle başarısız oldu; plan patladı, örgüt deşifre oldu, arkasındaki akıl bozguna uğradı.

Nitekim püskürtülen darbe girişiminin üzerinden kırk gün geçmişken, TSK nihayet Cerablus'a operasyon başlattı. Cerablus ve 15 köy IŞİD'den temizlendi, PYD/YPG Fırat'ın doğusuna çekilmek zorunda kaldı. Türkiye tüm saldırılara ve sabotajlara rağmen beş yılın sonunda oyun dönüştürücü hamlesini yaparak duruma el koydu ve Fırat'ın batısına kalkanını yerleştirdi.