Türkçülükten Kürtçülüğe

Mustafa Siel

VAN 28.03.2015 11:42:13 0
Türkçülükten Kürtçülüğe
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

Asıl Sorun Türk Ulusçuluğu Projesidir

Önce sorunun adını doğru koyalım. Elbette Türkiye’de (öncesi tartışılır ama) Cumhuriyetten itibaren bir Kürt sorunu ortaya çıkmıştır ve kim ne derse desin bu sorun halen devam etmektedir.

Lakin Cumhuriyetle beraber ortaya çıkan sadece (ve esas sorun olarak) Kürt sorunu olmayıp, öncelikle ve ivedi olarak İslam’ı sosyal ve siyasal hayattan (kamusal alandan) dışlama, ileriki dönemlerde (tıpkı batıda Hristiyanlığa yapıldığı gibi) ismi var - cismi yok konumuna getirme ve seküler laik bir Türk ulusu oluşturma çabasının oluşturduğu sorundur ki, Kürt sorunu bu sorunun olumsuz neticelerinden biri ve uzantısıdır aslında.

Türkiye’de Sadece Kürtler ve Türkler Yok

Bir kavimler mozayiği olan Osmanlının yerine kurulan Türkiye’de sadece Türkler ve Kürtler yoktu. Türkmenler ve Kürtlerin yanı sıra, Çerkezler, Gürcüler, Araplar vd. vardı. Tüm bu kavimler İslam ortak paydası etrafında birleşip kendilerini Müslüman üst kimliği ile ifade ediyor, kavimlerini ise ikinci dereceden bir alt kimlik olarak görüyorlardı.

Kemalistler Kürt olmayan tüm kavimleri Türk ulusu yapay projesi ile Türkleştirmişler, hedefledikleri İslam’ı tamamen dışlayan Türkçülük anlayışına tam olarak ulaşamasalar da, kısmen dini içerikli Milliyetçi Türkçüler ile din düşmanı esaslı ulusalcı - ulusolcu Türkçüler olmak üzere sağ ve sol olarak iki ana akım halinde Türkçülük ideolojisi etrafında toplayabilmişlerdir.

İki ana akımı da laik ve seküler olan Türkçülerin Milliyetçi kısmı Türkçülük içinde İslam’a (fraksiyonlarına göre nispeti değişmekle birlikte) kısmen yer verirken, ulusalcı - ulusolcu kısmı İslam’ı tamamen devre dışı bırakmayı hedeflemektedirler. Bu gün benzer akım ve süreçleri Kürtçülük hareketi içinde müşahade etmekteyiz.

Ümmetten Türk Ulusuna

Kemalizm Türkiye sınırları içindeki tüm kavimlerden yeni bir ulus oluşturmak için, buna engel olarak gördüğü en önemli iki unsur olan İslam ve Kürtlerin üzerinden silindir gibi geçip ezmiş, sonra ezdiği bu iki unsuru da katarak tüm halktan o güne kadar mevcut olmayan laik bir Türk ulusu yoğurup oluşturmaya çalışmıştır.

Bir şeyler oluşturmasına oluşturmuştur da, Frankeştayn gibi bir hilkat garibesi oluşmuştur. Geçmişini ve kendini inkar eden, vücudu Türk, beyni Fransız, ayağı Alman, gözü İngiliz vs. acaip bir yaratık.

Oluşturulan bu Türk ulusu ne Türk’e benziyordu, ne Alman vs.ye. Üstelik kısmen onlara benzediği hususlarda da olumluluklarını (dürüstlük, çalışkanlık, disiplin vs.) değil, hep olumsuzluklarını (cinsel sapmalar, ateizm vs.) almıştı.

Bir Zamanlar Türk Ulusu

Hoşumuza gitse de gitmese de kabul etmek durumundayız ki, Kemalist rejim Kürt olmayan unsurlardan hilkat garibesi de olsa bir Türk Ulusu oluşturmayı başarmış ama, bu ulusa Kürtlerin büyük bir kısmını katamamış, o hamura sokup yoğuramamıştır.

Kürtlerin ekseriyeti o hamura zorlu sokulduklarında, su alıp karılamayan un topakları gibi kalmışlar, o hilkat garibesi Türk ulusunun içinde erimeden birer kist gibi varlığını sürdüren birer kaya parçası gibi durmuşlardır.

Buyurun Bu da Kürt Ulusu

Tohumları ta 100 yıl (belki daha da önce) atılsa da, ancak 1980 ihtilali sonrası kuvvetli bir şekilde ortaya çıkan Kürt ulusçuları da, aynen Türk ulusçularının yaptığını yapmaya çalışmaktadır.

PKK ve zihniyeti aynen Kemalistlerin yaptığı gibi seküler ve laik bir Kürt ulusu oluşturmaya çalışmaktadır. Tıpkı Türk ulusu gibi vücudu Kürt olan bu ulusun diğer unsurları ecnebi olup, henüz bağımsız bir devlet olamamasına rağmen ortaya çıkan bu ulusta Kürt Frankeştaynıdır ve Türk Frankeştaynının sahip olduğu arazlarla fazlasıyla maluldür.

Türkçülük Sorununa Birde Kürtçülük Sorunu Eklendi

100 yıldır en temel sorunumuz Ümmet anlayışını yıkarak ortaya çıkan Türkçülük sorunu idi. Bu sorun kendi zıt kardeşi olan Kürtçülük sorununu da sonunda ortaya çıkararak sorunlarımızı çiftledi ve, nur topu gibi!  bir (zıt) ikizimiz oldu böylece.

Son yıllara kadar kitlesel bazda bir Kürtçülük söz konusu olmayıp, Türk ulusu bünyesinde erimeyen Kürt halkı, zaman zaman Türkçülüğe karşı asabi çıkışlarda bulunsa da Kürtçülük yapmadı ve Kürt ulusu oluşturmak gibi bir sürece girmedi. Bilinçli yada bilinçsiz olarak Ümmet şuurunu muhafaza etti ve halen Kürtlerin çoğunluğu bu konumunu muhafaza etmektedir.

Nasıl ki Türkçülük Kürt olmayan tüm unsurları Ümmetçilik anlayışından uzaklaştırarak ortaya çıktı ise, Kürtçülükte son yıllara kadar bilinçli yada bilinçsiz olarak Ümmetçilikte direnen Kürt unsurların (en az % 25’ini) Ümmet anlayışından uzaklaştırarak var olabildi.

Türk Ulusundan Ümmete

Kürt olmayan unsurlar rejimin ulusçuluk projesine çok fazla direnemeyip doğrudan ve dolaylı olarak teslim oldular. Öyle ki, Ümmetçi kalmayı becerebilenler bile, bu projeden etkilenerek milli dindarlık iddiasında bulunabildiler en fazla.

Ancak 1970’lerden sonra tekrar gündeme gelebildi gerçek anlamda Ümmetçilik ve geçen 40 yılda ciddi bir taban bularak, ulus haline getirilmiş bu kitlenin rotasını yeniden Ümmete döndürmeye başladı.

Türk Ve Kürt Sorunu Çözülme Yolunda İken

Bunun yansımalarından biri olarak, Kürt sorununa (eksik ve zaaflarıyla beraber) Ümmetçi bir mantalite ile yaklaşan İslamcıların çabalarıyla, Kürt sorunu çözüm sürecine girmeye başladı.

Bu kadrolar aslında Türkçülük ve Türk ulusu sorununu da çözmeye çalışıyorlardı kendi çapları ve mevcut dengeler çerçevesinde. Gel gör ki, Türkçülük sorunu merhale merhale aşılmaya, Ümmet anlayışı adım adım özümsenmeye çalışıldığı bir süreçte, bu kez de Kürtçülük sorununun azmanlaşmaya başladığı; Türk Frankeştaynı normalleşmeye, aslına rücu etmeye çalışırken, Kürt Frankeştaynının gün geçtikçe anormal bir şekilde azmanlaşmaya başladığı görülmeye başlandı.

Eller Gider Mersine Bizimkiler Gider Tersine

Tarihin garip bir cilvesi olarak, Kürt olmayan unsurlar rotalarını Türk ulusundan Ümmete doğru kırmışlarken, son yıllara değin bir şekilde Ümmetçi kalabilmeyi başarmış olan Kürtlerin ciddi bir kesimi rotalarını Ümmetten Kürt ulusuna doğru kırdılar.

Son 40 yıllık süreçte milli dindarlık (Türk İslamcılığı) saf İslamcılığa – (Ümmetçiliğe) doğru dönüşüm geçirirken, bırakın Kürt halk kitlelerini, İslamcı Kürtlerin bile Ümmetçilikten Kürt İslamcılığına doğru dönüşüm geçirmeleri gerçekten çok acı bir durumdur.

Eğer süreç bu yönde devam ederse, bir zamanların Ümmetçi İslamcı Kürtleri şimdilerde Kürt İslamcılığa – (milli dindarlığa) evrildikleri gibi, ileri de saf Kürt ulusalcılığına ve hatta seküler Kürt ulusolculuğuna evrileceklerdir kaçınılmaz olarak.

Bugün En Büyük Sorunumuz Kürtçülüktür

100 yıldır Türkçülükten çektik ama, bu gün Türkçülük sorunu gerileme aşamasında iken, şimdi de Türkçülüğün tetiklediği ve zıt kardeşi olarak oluşumuna neden olduğu Kürtçülük sorunu dehşetli bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Sadece 6-8 Ekim Kobani bahaneli olaylarda yaşananlar, özellikle Yasin Börü ve arkadaşlarının katledilmesi esnasında gelişen olaylar, Kürtlerin ciddi bir kısmının tam bir Frankeştayn moduna girdiklerini net olarak ortaya koymaktadır.

Kürtçülük Türkçülükten Daha Ciddi Bir Sorundur

Benim görebildiğim kadarıyla Kürtçülük sorunu, Kürtlerin önemli bir kesiminin ta hücrelerine değin nüfuz etmiş Türkçülükten daha ciddi bir sorundur. Çünkü Türkçülük bir rejim projesi olarak genelde halka bu denli derin ve ciddi nüfuz edememiş, ancak elit bir tabakanın içselleştirdiği bir proje olmuştur. Nitekim son 40 yıllık süreçte, halkın büyük kesiminin bu projeden adım adım uzaklaşırken, elit kesimin hala direnmesi buna işaret etmektedir.

Türkçülük (ve paralelindeki ideolojiler) genelde okumuş kesimlerde yer bulmuş, halkın alt tabakalarına ancak kısmen inebilmiş iken, Kürtçülük 7’den 70’e Kürt kitlelerinin ciddi bir kısmına, okumuşundan okuma yazma bilmeyenine kadar sirayet etmiş ve etkisi altına almış görünüyor. Bu nedenledir ki, Kürt olmayan halk unsurları kolayca Türkçülüğün etkisinden kurtulabilirken, Kürtçülerin kurtuluşu çok zor görünüyor.

Bu gün asıl tehlike ne dağdaki silahlı PKK kadroları, ne de şehirlerdeki KCK ve diğer yapılanmalardır. Asıl tehlike en alt seviyede halk kitlelerine değin sirayet etmiş bulunan bu Kürtçü anlayıştır.

Geleneksel anlayış ve yaşayışta, 5 vakit namazını kılan yazmalı - yaşmaklı yaşını başını almış köylü kadınların Kürtçülük yapması, Yasin Börü vahşice katledilirken zılgıt çekmesi ve teşvik etmesidir en büyük tehlike.

Korkarım ki Kürtçülük cereyanı iliklerine kadar sirayet ettiği Kürtleri Türkçülüğün etkisindeki Kürt olmayan unsurlardan daha ciddi ve kalıcı olarak etkileyip dönüştürecek, Türk Frankeştaynından çok daha azman ve tehlikeli bir ve kalıcı etkiler oluşturacak bir Kürt Frankeştaynı ortaya çıkaracaktır.

Din Dilimiz İslamdır

Geçen haftaki yazım bazı eleştireler aldı. Özellikle yazının başlığı olan “Ana Dil mi Öncelikli Din dili mi?” ifadesinin sorunlu olduğu ifade edildi ki, bizde bu başlığın meramımızı tam ifade edemediğini ve yanlış anlaşılmaya uygun olduğunu fark ederek; yazının ana temasını daha iyi ifade ettiğini düşündüğümüz,  “Dillerimiz Ve Irklarımız Allah’ın Ayetleridir, Putlarımız Değil”  olarak değiştirdik.

Yazıyla ilgili eleştirilerde Türkçe’yi din dili olarak gördüğümüz gibi bir anlam çıkarılabileceği söylendi. Yazıda geçen din dilinden kastım, Kur’an ve Sünnet kaynaklı İslami – Dini anlayışımız olup, bu ifade ile Türkçe yada Osmanlıca’yı din dili olarak görmek yada öne çıkarmak gibi bir düşüncem yoktu.

Ana Dil Anamızın Ak Sütü Gibi Helal Ve Haktır

Yazıda ana dilin bir hak olmakla beraber, bir hedef ve ideoloji haline getirilmemesi, asıl merkezde olanın İslami anlayışımız olması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Bu başlığı ironi amacıyla kullanmıştım, lakin bu ironiyi yeterince ve açık izah etmemem, böyle yanlış anlamalara zemin oluşturdu.

Ana dili isteyenlerin bunu Kürt Ulusçuluğu için yaptıklarını söylemem, Kürtler ana dilini eğitimde ve resmi kurumlarda talep etmesinler anlamında değil; İslami çevrelerin laik Kürt ulusçuluğu hedefiyle bu talepte bulunanlarla aynı mevzide ve safta durmalarının yanlışlığı ve şu anda olmasa bile ilerde Ulusçuların söylemlerini içselleştirme tehlikesine dikkat çekmekti.

Ebetteki İslamcılar olarak kadın, işçi, Kürt, Türk vs. herkesin tabi haklarını savunacağız ama bu savunma; savunduğumuz bu hakları mücadelemizin odağına oturtmadan,  kendi durduğumuz yerden, kendi hedeflerimiz ve kendi anlayışımız çerçevesinde olmalıdır, yazımın ana teması buydu.