TIRPAN

Annenizin ak sütü gibi helal olan ücretinizi afiyetle yiyin.

VAN 12.02.2018 22:09:07 0
TIRPAN
Tarih: 01.01.0001 00:00
  

TIRPAN

            Doğu Anadolu’nun kışları çetin geçmektedir. Gerçi şimdi iklimler değişti. Ancak ben eskilere, yani makineleşmenin henüz olmadığı zamanlara gideceğim…

            Çok kar yağdığında, hele birde tipi olursa? Dünya ile irtibatınız kesiliyordu. Bu nedenle “Kış dar bir kapıdır.” deniyor. Yazın karınca gibi çalışıp, kışa hazırlık yapmak elzemdir. Hayvanlar için yeterli düzeyde ot ve saman, ısınmak için tezek ve odun olmalıdır. 6 ay sürecek kış için yiyecek depolamak da önemlidir. Bu nedenle hane halkı ve misafirler için; Un, şeker, patates, soğan, lahana, peynir, torak, yağ vb. hazırlanmalıdır.

            Tedbirler tam olursa, kış kolay hatta keyifli geçebilir. Ancak bir eksiğiniz varsa vay halinize! Ot ve samanı bol olanların hayvanları semiz, eksik olanların ise zayıf bir şekilde bahara varmaktadır.

            Nihayet cemreler düşmüş, karlar erimiş, ilkbahar bütün çeşitlilik ve güzelliği ile gelmiştir. Hayvanlar insanların eline bakmaktan kurtulmuş, Allah’ın kendilerine sunduğu; zengin bahar sofrasında keyif çatmaktadırlar.  Bir kemik bir deri kalan hayvanlar bile, kısa sürede toparlanacaklar.

            Hasta insanlar için bile; “İlkbahara çıkarsa bir şeyi kalmaz.” deniyor. Çünkü bu mevsimdeki; GULIK, SIPING, KARİ, KERENG, HELIZ, CAĞ gibi bitkiler, gerçekten şifa dağıtmaktadır.

            Her şey çok güzel, tabiat yemyeşil olmuş. Rengârenk çiçekler ve böcekler arzı endam etmektedir. Evcil hatta yabani hayvanlar en güzel zamanlarını geçirmektedirler. Bu rahatlık bizlere rehavet vermemeli, kışa hazırlık yapmalıyız.

            Otlar ha olgunlaştı, ha olgunlaşacak. Bir haftaya varmaz, biçmeye başlamak gerekir. Bu bizim tek başına başarabileceğimiz bir iş değil. Günde en az 20-30 tırpancı çalıştırmamız gerekir. Bunu ancak karşı nahiyeden sağlayabiliriz.

Amcamla birlikte nahiyeye gidiyoruz. Evleri dolaşarak, tırpancılarla görüşüp pazarlığı bitiriyoruz. Bu yıl yevmiye 35 lira olacak. Ayrıca günde bir paket BİTLİS sigarası verilecek. Yarın gelip işe başlayacaklar. Dönüş yolunda amcam: “Allah razı olsun. Dayım piyasayı yükseltmiş. Yoksa 30 liraya anlaşabilirdik.” diyor.

Sabah namazından sonra, köyün altındaki çayıra gidiyoruz. Tırpancılar uzaktan görünüyor. Bir tanesi atına binmiş diğerleri yayan geliyorlar. 32 kişiler, müştemilatlarını yere bırakıyorlar. Önce çevik hareketlerle tırpanları eğe ve zımpara taşı ile biliyorlar, akabinde sıraya diziliyorlar. Başlarında HONAZ (lider) var.

Honaz “Bismillah” deyip; tırpanını sağdan sola doğru yarım daire şeklinde çayırın içine daldırarak otları biçmeye başlıyor. O biraz mesafe alınca, ikincisi, üçüncüsü… Hepsi bir biriyle uyumlu olarak tırpanlarını sola çekip, sağa savurarak otları yere seriyorlar.  Tırpanların çıkardığı “ğışt, ğışt” sesleri adeta bir orkestranın nağmelerini andırıyor.

Honaz genellikle kafilenin en güçlüsüdür, ancak hızını diğerlerinin durumuna göre ayarlamaktadır. Biçme mesafesini yeterli bulan Honaz durup, biçilmesi gereken kısmın başına geçip tırpanını bileyip, tekrar biçmeye başlıyor. Diğerleri sırasıyla onu takip ediyorlar…

Hışırtı duyuluyor.  Bir yabani ördek can havliyle otların arasından kaçıyor. Irgatlar işlerini bırakıp onu kovalamaya yelteniyorlar. Neyse ki hayvan uçup kurtuluyor.  

  Kahvaltımız geldi. Yakındaki TEĞCIK çeşmesinde yenmesine karar veriliyor. Irgatlar çeşmenin yanında, daireler şeklinde oturarak kümelenmişler, yoğurda TEPTEPE ve DESTE ekmeklerini doğruyorlar. Üzerine çeşmenin soğuk suyunu koyup karıştırarak kaşıklamaya başlıyorlar. Kaşıkların bir kısmı ağaç, bir kısmı ise demirden yapılmış. Üç kişinin kaşığı eksik ancak bu durum problem değil. Bazıları ortak kaşık kullanıyor. Gurur, kibir, saplantı yok. Biri kaşığı bırakıp diğeri alıyor ve sıra diğerinde…

Ekmeklerini meşakkatli ancak helal kazanan bu insanlara afiyet olsun. Kendilerine birer paket Bitlis sigarası veriliyor. Tiryakiler cıgaraları tüttürüyorlar. Bir tanesine ısrar ediliyor. O da “Dengbej Şakıro” dan iki türkü söylüyor…

Tırpanını taşa vuran kürsünün üzerine oturmuş, kürsünün ucunda bulunan lama şeklindeki demirin üzerine tırpanını koymuş çekiçliyor. Bu iş ustalık istiyor. Böylece tırpanın kesici ağzı inceltilip daha keskin hale getiriliyor.

Tekrar işe koyuluyorlar. Otlar yere seriliyor. Biçilen otların toplanması gerekir. Bu işi de bizler yapıyoruz. Rus malı bir tırmığımız var. Bunu KOVİ ve KELEŞ adında iki öküz çekiyor. Tırmığı abim kullanıyor. Adeta onun uzmanı olmuş. Onunla otları toplayarak şerit haline getiriyor.  Bizler ise DİRGAN ve el tırmığı ile şeritleri KET (yuvarlak yığın) haline getiriyoruz.

Güneş giderek yükselip sıcak yüzünü gösteriyor. Tırpancılar ve bizler habire terliyoruz. Şapka takanların şapkalarının kenarları ve gömlek yakaları terden farklı bir renge bürünüyor. SEVDİN çeşmeden testiyi suyla doldurmuş, ağzını TOPTOPİK denen dikenli küre şeklindeki bir bitkiyle tıkamış ve gölgeye bırakmış.

Tırpancılar mola verdiler. Acele su istiyorlar. Hemen dolu testiyi alıp hızlıca onlara gidiyorum. Elimdeki tası doldura doldura dağıtıyorum. Kana kana içiyorlar…

Tekrar iş başı; çalış babam çalış, bitmek tükenmek bilmiyor. Çabuk acıkıyorum. Arada bir köyün yolunu gözlüyoruz. Neyse ki Şakir ve İbrahim görünüyor, yemeği getiriyorlar. Patatesli bulgur pilavı, tereyağı, sıcak tandır ekmeği. Nevaleyi aralarına alıyorlar. Pilava bolca tereyağı dökülüyor. Yemeğe yumuluyorlar, kaşıkla yağ alanlar dahi var. Endişe edilecek bir durum yok. Bu tırpan işinde çok kuvvetli yerseniz dahi kısa zamanda hazım ediyorsunuz.

Biz toplayıcılar tırpancılara yetişemiyoruz. Yeni bir düzenleme yapılıyor. İki tırpancı bizim guruba katılıyor. Bunlardan birinin adı Ahmet, köylüleri ona kısaca Ahmo diyorlar. Ben ve Ahmo yan yana çalışmakla birlikte koyu bir sohbete koyuluyoruz. Bana gençliğini, gönül oyunlarını anlatıyor: “Ben senin yaşında iken… Bak aramızda kalsın.” deyip devam ediyor. Bende ona verdiğim söze sadık kalarak sizlere ayrıntıları anlatmayayım.

Biraz ötemizde çalışan tırpancılar çok neşeliler. Arada bir kahkaha sesleri bize ulaşıyor… Tırpan hışırtısı, kahkaha sesleri, tırmığın takırtısı derken zaman ilerliyor. Nihayet paydos, öteberilerini topluyorlar, ücretleri veriliyor ve yarın gelmek üzere ayrılıyorlar.  

Gidişlerinde bir zafer kazanmışlık edası var; biri ceketini sırtına atmış, bir diğeri şapkasını öne doğru eğmiş, yüksek sesle konuşarak uzaklaşıyorlar. Allah yar ve yardımcınız olsun. Annenizin ak sütü gibi helal olan ücretinizi afiyetle yiyin.

Bizde köye doğru gidiyoruz. Tabir yerindeyse pestilimiz çıkmış. Tandırın dibindeki sıcak su kazanını çıkarıyorum. Yaptığım banyo bana ilaç gibi geliyor. Yemek, çay ve uyku… O kadar derin bir uykuya dalıyorum ki, adeta akşamdan sabaha ışınlanıyorum.