Ticaret savaşlarına ramak kala

HaticeKarahan

VAN 6.03.2018 10:33:31 0
 Ticaret savaşlarına ramak kala
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Ticaret savaşlarına ramak kala
Ocak ayı sonlarında konuyu gündeme getirmiştim. Ticaret atışmalarının yükseldiği o günden bu yana, süreç açıkçası pek de sürpriz olmayan bir şekilde ilerliyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Trump işi bir adım daha ileri götürerek, çelik ve alüminyuma koruma kalkanı çekeceğini açıkladı. İfadelerine göre ABD’ye giren bilumum çeliğe %25, alüminyuma ise %10 gümrük vergisi getireceği anlaşılan Trump, ticaret savaşlarının tetiğini çekmekten çekinmeyeceğe benziyor. Öyle ki kendisi yine bu bağlamda, ABD ekonomisi dinamikleri çerçevesinde “ticaret savaşları iyidir ve kolay kazanılır” şeklinde de açıklamalar sarf etmiş bulunuyor.

Şimdi ABD açısından bakıldığında, Trump’ın bu iki sektöre karşı hassasiyeti bir bakıma anlaşılabilir. Nitekim Çin’in yıllar boyunca uyguladığı politikalar sayesinde, ortada bir global aşırı kapasite olduğunu dünya biliyor. Hatta bu noktada son yıllarda, G20 bünyesinde Çin’in üretimdeki aşırılığına karşı bir bütünleşik duruş sergilendiği de hatırlayacağız.

Lakin Trump’ın kast ettiği türde bir hamlenin spesifik olarak Çin’i hedef almadığı ve asıl diğer bazı yakın ortakları etkileyeceği gibi bir durumla karşı karşıyayız. Zira ABD’ye çelik ihracatı yapan ülkeler arasında, Çin nispeten arka sıralarda yer alıyor. Aksine, en yakın müttefiklerden Kanada çelik ticaretinde en tepede dururken, onu Brezilya, Meksika, Güney Kore gibi ortaklar takip ediyor. Ve hatta ABD’ye giren çelikte Türkiye’nin de yukarılarda yer aldığını belirtmek gerekir. Dolayısıyla odaklanılması gereken sektörel sorun esasen Çin tarafında yatarken, Trump’ın bu çıkışı hem hakkaniyet hem de ikili ilişkiler açısından bir nahoşluk yaratıyor.

İşin tartışılan bir diğer yanı ise, Trump’ın çelik ve alüminyuma karşı çekmeyi planladığı ticaret tetiğini, “ulusal güvenlik” gerekçelerine bağlıyor olması… Nitekim Kennedy zamanında uluslararası ticareti motive etme güdüsüyle yürürlüğe giren Trade Expansion Act kapsamındaki 232. bölümünde geçen istisnai durum böyle bir fırsat veriyor. Ne diyor söz konusu bölüm? Diyor ki; ABD Ticaret Bakanı, herhangi bir ürünün ithalatının ulusal güvenlik üzerinde yarattığı etkileri kapsamlı bir şekilde araştırmakla yetkilidir.

İşte bugüne kadar sadece 14 kez kullanılan ve uzun yıllardır rafta duran bu yetkiyi hatırlayan Trump iktidarındaki ABD Ticaret Bakanlığı da, yaptığı incelemeler sonucunda çelik ve alüminyum ithalatının sadece ülke ekonomisine değil ulusal güvenliğine olan zararlarını da tespit etmiş bulunuyor. Bizzat çelik sektörünün içinden gelen Bakan Ross, fiyatlar vs. gibi yan etkiler konusunda endişeye mahal yok derken, son karar hakkı ise -her an harekete geçmek üzere- Başkan’da mahfuz duruyor.

Bu bağlamda çelik ve alüminyum ithalatının ulusal güvenliğe nasıl bir tehdit oluşturduğu konusunda zihinler epeyce zorlanırken, olaya kılıf bulmanın ise güç olmayacağı kanaatindeyim. Nitekim yine söz konusu madde gereği, ulusal güvenlik gerekçeleri arasında yerli sanayiye dair istihdam ve gelir gibi çeşitli ekonomik saikler de yer alıyor. Ayrıca Dünya Ticaret Örgütü WTO, mesele milli güvenlik olunca duvarların yükselmesine izin veren esneklikler sunarken, burada muhakkak standart bir tanıma bağlı kalmayabiliyor.

Hal böyleyken, ABD’nin ticarette ulusal güvenlik silahını çekmiş olması, artacak sürtüşmelerin yanı sıra diğer ülkelerin de bu nadiren kullanılan argümanı alet etmesini beraberinde getirme riski taşıyor. Üstelik gelinen noktada zaten bir misilleme atışması artarak devam ediyor. Çin bir yandan çalışmalarını sürdürürken, Trump’ın çelik ve alüminyum çıkışlarına kayıtsız kalmayan Avrupa Birliği de, olasılığın gerçekleşmesi halinde birtakım ABD ürünlerine karşılık verme konusunda hazırlıklı olduğunu belirtmiş bulunuyor. İşin kötüsü Trump da bunun üzerine, Avrupa’nın otomotiv sektörünü hedef alan farklı bir atak düşünebiliyor. Ki genel olarak bakıldığında misilleme olayı, birçok ülkenin aynı ürünlerde kendi pazarlarını koruması yönünde de hamleler içerebilir.

Elbette her ülke için ABD pazarındaki ilgili paylar ile hamlelerden etkilenme derecesi farklı olacaktır. Bununla birlikte tırmanan gelişmelerin hissettirdiği en büyük risk, dünyanın bir korumacılık sarmalına girmek durumunda kalacak olmasıdır. Kısacası ABD böyle giderse, ulusal güvenlik derken dünyayı başta kendisinin hedef alınacağı bir ticaret savaşına sokabilir. Oysa ticaret savaşları, iddianın aksine ne iyidir ne de kolay...