TC Medine Vesikası

Bayram ZİLAN

VAN 9.05.2013 10:18:43 0
TC Medine Vesikası
Tarih: 01.01.0001 00:00
Tarihsel olaylar, yaşandığı dönemin koşulları ile değerlendirilirse anlamlıdır. Fakat Hz. Muhammed’in bütün uygulamaları zaman ve mekân mefhumundan bağımsız olarak kıyamete kadar toplumlara ışık tutması özelliğiyle her daim anlamlıdır.

     Heterojen topluluklarda eşitliği, adaleti ve özgürlüğü sağlayan toplumsal sözleşmelerdir. Bu sözleşmeler, dilsel, renksel ve dinsel farklılıklara yaşama imkânı sağlar, tahakküm ve çatışmayı önler, hak ve hukuku korur, bundan yoksun kalan topluluklardaysa savaş, çatışma ve hak/hukuk ihlallerinin yaşanması kaçınılmazdır.

     Türkiye toplumu, “Toplumsal Sözleşme”si olmadan 90 yıl idare edilmenin yarattığı ağır bedellerin ertesinde yine bir “Toplumsal Sözleşme” ihtiyacıyla karşı karşıya kalmış durumdadır. 1924’ten bu yana yapılan bütün “Sözleşmeler” toplumsallık vasıfsızlığı bir yana, hiçbir ihtiyacı karşılayamaması ve bütün farklılıkları dışlaması özelliğiyle “Tektaraflı Sözleşmeler”dir.

     Mevcut Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nca hazırlanan taslaklar, kutsal maddeleri ve etnik kavramları koruması nedeniyle şimdiden kadük kalmaktadır.

     Etnik kimliklerden ve ‘makbul vatandaş’ tariflerinden arındırılmayan, farklı renk, din ve dilleri korumayan, eşitlik ve adalet temelinde düzenlenmeyen, kutsalları ve tabuları olan metinlerin ‘Toplumsal Sözleşme’ olabilmesi mümkün değildir.

     Bu açıdan 1400 önce yazılmış ‘Medine Vesikası’, heterojen toplumların birlikte yaşayabilmesine ışık tutan önemli ve değerli bir ‘belge’dir.

     Medine Vesikası, Müslüman bloğun liderleri ve Müslüman olmayan diğer blok temsilcileriyle yapılan istişare ve müzakereler sonucunda varılan anlaşmalarla vücut bulmuştur.

     Hak-hukuk ihlallerinin yaşandığı, diller-dinler arası çatışmanın hâkim olduğu Medine, bu Vesika’yla dini ve hukuki özerklik temelinde çoğulcu bir toplumsal yapıya kavuşmuştur.

     İslam’ı tebliğle mükellef bir Peygamberin, farklı dinlere de -dayatma ve/ya baskıya başvurmadan- tebliğ imkânı sağlaması, üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Ayrıca Resulullah’ın Vesika’dan önce, Medine’nin sosyal, dini ve demografik yapısını belirlemek için nüfus sayımı yaptırması, ‘Anayasa’lar düzenlenirken nelere dikkat edilmesi hususunda önemli ipuçları vermektedir.

     ‘Medine Vesikası’ örneği, ‘Toplumsal Sözleşme’lerin ‘Hâkimiyet’ değil, ‘katılım’ temelinde düzenlenmesini, bütün farklılıkların temsilcilerinin hazır bulunduğu özgür bir ortamda, karşılıklı görüşme, tartışma ve mutabakat neticesinde elde edilebileceğini göstermektedir.

     Medine Vesikası’nın kabulü,

     Savaş ve düşmanlıklarla yorgun düşen Medine halkının içinde bulunduğu kaotik ve güvensiz durumu değiştirmiş, birlikte yaşamın zeminini hazırlamış, herkesi, hukuk temelinde ve ‘neysen, o-sun’ ilkesinde var etmiştir.

     Kimsenin kimse üzerinde baskı kurmaya kalkışmamasını, ‘başkalarının’ doğal bir realite kabul edilmesini, farklı yaşama ve düşünme biçimlerine saygı gösterilmesini hukuki teminat altına almıştır.

     Medine Vesikası’nın temel özelliklerinden bir tanesi de, sosyal blokların  (Müslümanlar, Yahudiler ve Müşrik Araplar) tamamına (tek, tek) değinmesidir.

     Bütün kabilelerin Vesika’da bir bir zikredilmesiyle, toplumda var olan dini ve etnik toplulukların kimlikleri tanınmış, her bir etnik grup, hukuki ve kültürel anlamda tam özerkliğe kavuşmuştur. 

     Böylece din, yasama, yargı, eğitim, ticaret, kültür, sanat vb. gündelik yaşam alanlarında herkes ‘ne ise, öyle kabul edilmiş’ ve kendisini tanımladığı hukuki ve kültürel standartlar içerisinde ifade etme imkânı bulmuştur.

     Medine Vesikası’nın muhtevası ve hazırlanış biçimi, 90 yıldır gerçek bir ‘Toplumsal Sözleşme’ye ihtiyaç duyan Türkiye’ye ışık tutmaktadır.

     Bu ihtiyacın giderilmesi, devletin “herkesin devleti” ve/ya “başkalarının da devleti” olduğunu kabul etmekle mümkündür.

     Bu da, ya bütün etnik ve dini blokların “Toplumsal Sözleşme”de zikredilerek, ya da hiçbirinin zikredilmeden teminat altına alınmasıyla sağlanabilir.

     Sonuç olarak yeni anayasayla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ya Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin, Alevilerin, Müslümanların ve diğer bütün farklılıkların devleti olacak, ya da hiç kimsenin devleti olmayacak.

     Her iki durumda da devlet, dili, rengi, ırkı, dini ne olursa olsun bütün yurttaşlarına karşı eşit ve adil olmuş olacak.

     Böyle bir anayasanın yolu Medine Vesikası’nı idrak etmekten geçer.