TASAVVUF DİNİ

Ramazan YAMAN

VAN 23.05.2017 10:06:41 0
TASAVVUF DİNİ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 "Onlar, (eski kitap sahipleri) kelimelerin anlamlarını değiştirdiler"

Allah, kuranı kerimde Yahudilerin ve Hıristiyanların kelimelerin anlamlarıyla oynayıp, kendi menfaatlerine göre değiştirdiklerini söylüyor! Sözü bağlamından koparıp, amacından saptırıp, içeriğine kendi durduğu noktayı onaylayan bir anlam yükleyip tahrif ve tahribata yol açtıklarını haber veriyor!

Onlar, lafza amacından farklı anlamlar yüklemekle kalmamış, lafzı da değiştirecek bir cesaret içine girmişlerdi! Kudüs’ün kapılarından girerken Allah Yahudilere "Hıtta" "Bizi bağışla" deyin" demişti. Onlar, "Hınta" "Bize buğday ver" dediler. Müslümanların bir kısmı ise, "Allaha yaklaşmak için vesileler arayın" ayetinin anlamını, "Allaha yaklaşmak için bizi vesile yapın, bize gelin!" diye değiştirdiler! "İşlerinizde açmaza düştüğünüzde Allah ve resulüne başvurun" (Nisa 59) ayetinin anlamını da "Başınıza bir iş geldiğinde ölülerden yardım isteyin!"(Ruhu-l Furkan tefsiri c.2 sayfa 82) diye değiştirebildiler!

Tasavvuf erbabının bunu daha ileri taşıyarak kendisine "söylemeyip söyletildiği, yazmayıp yazdırıldığı"nı iddia eder noktaya getirmesini ise hiç bir şekilde tevil etmek mümkün değildir! Bu, lafzı zorlama veya takla attırmaktan daha öte bir şey… Kur'an'dan bu yorumu çıkarmak mümkün olmadığı gibi, aksine dinin hükümleriyle ilgili son sözü Allah'ın söylediği Kur'an'da apaçık belirtilmiştir. Allah resulüne inen son vahiyden sonra, hiç kimsenin Allah’dan din hakkında hüküm veya bir söz alamayacağına inanmak imanın bir gereğidir.

Tasavvuf erbabı tarafından İslam ile paralel ve adına “İslam” dedikleri bir din şekillendirilmiştir! Bu dinin hiçbir şekilde tevhid inancıyla bir alakası yoktur. Tarih de tasavvufun dönem dönem insanları nefis tezkiyesine sevk eden, bazı sosyal ve bireysel olumsuzluklardan uzak tutan fonksiyonunun olması ve bunu başarması da tasavvufun İslam’ın içinde kabullenilebilir ve Müslümanlar için bir metot olabileceği anlamına gelmez. Zira İslam’ın aktif, hayatı imar etme ve hayatın içindeki olumsuz birey ve toplumları ıslah etme, gerekirse bertaraf etme sorumluluğu yüklediği, düşmanın silahıyla silahlanmayı, üretmeyi, düşmanın ilmini bile alıp kullanmayı en önemlisi akletmeyi emreden düstur ve pratiklerinin yanında tasavvuf çok naif ve çok istismara açık kalmaktadır. Hayatın gerçeğinden uzak, insan fıtratına tezat, önderlerin sultasına ve vehimlerine karşı korunaksız bir yapıdır!

Tasavvufun akletmeyi ve aklı kullanmayı reddetmesi bile İslam dairesi içinde olamayacağının belgesidir! Zira tasavvuf için en tehlikeli hareket, akletmek ve soru sormaktır! Tarih de ve günümüzde algılanan ve yaşanan tasavvufun, hiçbir değer üretmediği, aksine, İslam’a, İslam kültürüne ait değerleri tükettiği görülmüş ve görülmeye devam edilmektedir.

Mutasavvıfların, başta İnsanımızı en çok etkileyen ve etkilemeye devam eden Celaleddin Rumi olmak üzere topluma ve İslam’a ne gibi zarar verdikleri ortadadır. Mesnevi de yer alan hikayeleri ancak tasavvufun kendi sapkın gerçeği içinde izah edebiliriz. Bunları İslam’ın içinde ele alıp olumlamak ve Müslümanlar için düşünsel ve ibret alınıp yaşanılası, iyiyi kötüden ayırt edecek örnekler ve ibretler olduğunu söylemek düpedüz şirktir. Tasavvufun ancak nev-i şahsına münhasır "hakikatleri" dairesinde tevil edilebilir bu hikaye veya fiiller, İslam’ın bizzat mücadele ettiği şeylerdir! Mesnevide öyle menkıbeler ve Rumi’nin bizzat yaşadığını iddia ettiği durumlar vardır ki, bırakın İslam’ı, yeryüzünde vicdanı olan, ar damarı sağlam hiçbir insan bunları normal şeyler olarak göremez!

Kaldı ki, yeryüzündeki bazı öğretiler de insanları kötülük yapmaktan alıkoyabiliyor!

Mesela, Budist rahipler de müntesiplerini adeta birer "meleğe" dönüştürebiliyor! İnsanları belli bir ahlaki düzeyde tutmak değildir Allah'ın gayesi! Kendinden başka ilah olmadığını insanların anlamasını ister! Kul ile Allah, Allah ile kul arasındaki iletişimin niteliğini apaçık sınırlarla belirler! Fakat Rumi ve diğerleri, Allah ile (haşa) halvetten tutunda çeşitli sünnetullaha ve Kur’an’a aykırı garip şeyler anlatırlar ve bunların üzerine kuranın hiç tanımadığı bir din inşa ederler! Bu dinin gerekli yerlerine ekleme çıkarmayı yine kendileri yaparlar! Adına da "İslam" derler!

Bu dinin öyle sözleri ve iddiaları vardır ki; Onlar Allah ile görüşürler! Onlar Allah ile görüşüp Anadolu insanını doğrayan, İslam ümmetinin bütün külliyatını yakan düşmanla işbirliği yapmayı, “ulul emr'e itaat!" diye açıklarlar! Onlar, yazmazlar yazdırılırlar! Söylemezler söyletilirler! Onlar, Allah adına insanlardan tevbe alırlar! Onlar, Allah'ın ete kemiğe bürünmüş hali olduklarını söylerler! Onlar, insanların kalplerini okuyabildiklerini, gayb aleminden haber verebildiklerini iddia ederler! Onlar, ölüyü dirilteceklerini, kendilerinden habersiz kedilerin fare bile yakalayamayacağını söylerler! Onlar, Allah ve resulüyle her daim görüşüp kesintisiz bir ilişki içinde olduklarını, şahıslar ve olaylar hakkında bilgilendirildiklerini iddia ederler!

En büyük ve en etkili delilleri; "Allah istese yapamaz mı?" dır! (Sufilik dinine göre elbette yapar! Ancak İslam dinine göre yapmayacağını, kendi koyduğu yasalara göre yap(a)mayacağını, yani böyle birşey dilemeyeceğini söylüyor Allah! Allah sözünde durandır(!)

Tarikat ve tasavvuf önderlerinin yaşam biçimleri, irşad yöntemlerinin örneği hiçbir peygamberde görülmemektedir. Hiçbir peygamber, bir köşeye çekilip "İlimle meşgul oluyorum, oturduğum yerden düşmanın üzerine gülleler gönderiyorum, ihvanımın hallerini dikizleyip onları uyarıyorum!" dememiştir! Zühd, ihlas, zikir ve takva noktasında bu metodu benimseyenlerin çok samimi olanları kısmi anlamda başarılı olsa da, insanları bazı günahlardan uzak etse de, İslam'ın bir irşad yöntemi olmayı Kur'an'a göre asla haketmez! Çünkü, mürit bir haramla karşı karşıya kaldığında, Allah'ın görmesinden çok, şeyhinin göreceğinden ürker! İşte şirk başladı! Allah'dan daha çok şeyhinden korkmak haramdan alıkoyduysa seni, şeyh Allah'ın yerine geçmiştir! Tasavvuf ve tarikat, temel öğretilerini İslam'dan değil, eski medeniyetlerin mistik sufiizm’inden alır! Bu herkesin kabul ettiği bir gerçektir. Bu gerçek, tasavvufu tek başına "kötü" veya gayri İslami yapmaz elbette.

Bir medeniyetten/uygarlıktan kalan hiçbir şey tek başına doğru, tek başına yanlış değildir. İnsanlığın ürettiği ortak değerler vardır ve bu değerleri de İslam toptan reddetmez. Fakat sufiizm/tasavvuf İslam'a eklemlendiği ve Müslümanlar arasında bir irşad, bir dinî algılama biçimi olarak cârî olmaya başladığı günden bu güne, İslam dairesi içinde iyiye doğru toplumları eviren bir nitelik kazanmayı bırakın, kendi köklerini güncelleyerek ve her yeni yaşam biçimine, modernizme, değişen eşyaya, aygıtlara, teknolojiye ve çağa kendini uyarlayarak önüne geçilmez, sahih İslam algısını boğan bir güce ulaştı. Öyle ki, tasavvufa ve tarikatlara en küçük bir eleştiri getirmek, “din düşmanlığı” olarak anlaşılıyor! Çok garip, dinin hükümlerini tartışan ulemamız, tarikatların hükümlerini tartışmaktan korkar hale getirilmiş! Naif, dünya işi ve dünyalıktan uzak, bir lokma bir hırka teorisi iddiasındaki insanların nasılda aç gözlü olup, devlet talebinde bile bulunup, bunun için yüzlerce insana kıyabildiklerini görüyoruz.

Yine, birçok tarikat liderlerinin yaşam standartlarına ve servetlerine baktığımızda hiç de öyle olmadığını müşahede ediyoruz. Dillerini nasıl bir kılıç gibi kullandıklarını, muhaliflerine nasıl iftira atabildiklerini, bırakın tasavvufun teorik çizgisini, insanlık çizgisini dahi nasıl gözlerini kırpmadan fütursuzca aşabildiklerine şahit oluyoruz.

Hiç eğip bükmeye gerek yok! Tasavvuf, tarihi süreç içerisinde yer yer insanları irşad, zühd ve nefsi tezkiye noktasında kısmi başarılar sağlamış olsa da, hiçbir zaman, İslami çizgide bir söylem ve eylem üzerinde olmamıştır! Bundan sonra da olacağını beklemek, safdillik değilse, Allah’ı anlamamaktır. Ya müstakil bir din olarak adını koyalım, ya da İslam içerisinde anmayalım! Zira her tarafından fışkıran olumsuz tavır ve söylemler, tertemiz kaynağı kirletiyor! Tarikat dediğimiz olgu bugün değil, yüzyıllar önce “bir lokma bir hırka” talebinden, “benden başka hiç kimse ve hiç kimsenin adamı gün yüzü görmesin!” “Hiç kimse devletin ve toplumların üzerinde benden fazla nüfuza sahip olmasın!” “Hiç kimse benden varlıklı olmasın!” “Hiç kimse benden habersiz, benim bölgemde irşad ve tebliğ faaliyeti yapmasın!” noktasına gelmiştir. Dikkatle bakıldığında görülecektir ki, kapitalizmin etki alanına en fazla “bir lokma bir hırka” düsturuyla yola çıkan bu yapılar ve onların liderleri girmiştir! Son günlerde aklı başında olan herkes görüyor ki, devlet kurumlarında adam alma ve adam atamalarına bile el atmış vaziyetteler! Allah şerlerinden bu ümmeti muhafaza etsin! Tekrar edelim; Tasavvuf ve tarikat İslam soslu müstakil bir dindir! Tabi içindeki herkesi kapsamadığı şerhini düşelim! Vesselam.