Tam bağımsızlığın yolu: Faizsiz düzen

İsmailKılıçarslan

VAN 14.11.2017 09:12:48 0
 Tam bağımsızlığın yolu: Faizsiz düzen
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Tam bağımsızlığın yolu: Faizsiz düzen
‘Yine romantik romantik yazmış; şu dönemde faiz olmadan, faize bulaşmadan iş yapmanın, ekonomik olarak ayakta kalmanın bir yolu var mı?’ diyecek bazıları… Desinler.

‘Tabii reel politik gerekçeler yüzünden, dünya finans piyasasının gereklilikleri bakımından’ diyecek başka bazıları… Desinler.

‘Allah’ın ve Peygamber(sav)’in tanımladığı ribâ ile modern faiz birbirinden ayrı şeylerdir, meseleyi başka türlü ele almak gerekir’ diyecek çok daha bazı başkaları… Desinler.


Ben de bildiğimi diyeyim: Faiz haramdır. Faizin her türlüsü haramdır. Kendisi, etkisi, gölgesi, tozu, dalı, budağı haramdır. Paranın üzerinden para kazanmak; para gibi zaten değeri son derece tartışmalı bir değişim aracı üzerinden ‘finans rantı’ oluşturmak külliyen ve ebediyen haram kılınmıştır biz Müslümanlara. Almak ve vermek haram olduğu gibi, aracılık etmek ve alınıp verilmesine rıza göstermek de haramdır.

Ötesini de diyeyim.

En genel çerçevede İslam’ın, daha özel çerçevede İslamcı düşünüş geleneğinin ekonomik düzeni tanzimdeki ilk kuralı şudur: Ekonomi, faizin haramiyeti üzerine bina edilir. Çünkü insana göre olan ‘faizsiz ekonomik hayat’tır.

Bugün Türkiye’nin ve Türkiye benzeri ülkelerin içine düştüğü ve bir türlü çıkamadığı sarmal şudur: En yüksek vergileri sürekli olarak finans ekonomisine dayalı şirketler verir. Çünkü bizim gibi ülkelerde ekonomi; üretenin, emek verenin, ortaya mal ya da hizmet koyanın değil; paraya sahip olanın yanında hizalanır.

Parayı, güya ‘paraya aracılık etmek için’ kurulduğunu düşünmemizi istedikleri bankalar, borsalar, finans piyasaları yönetir.   

‘Aman sende, amma çağdışı laflar ediyorsun, ya ne olacaktı’ mı dediniz? Baktığınız yerden çok haklı olduğunuzu düşünmeniz size makul geliyor olabilir tabii.

Hadi bir başka yerden ilerleyelim.

Efendimiz(sav)’in doğup büyüdüğü Mekke’de tam bir finans-kapital düzeni hükümferma idi. Sermayeyi ellerinde tutan büyük aileler, kendileri dışında kalan herkesi bir çeşit ekonomik köleliğe mecbur etmişlerdi faiz sayesinde. Küçük ve orta çaplı esnafların neredeyse tamamı bütün kazançlarını faiz ödemelerine aktarmak zorunda kalıyorlardı. Üretmenin değil, paraya sahip olmanın geçer akçe olduğu bir kölelik düzeni işliyordu anlayacağınız. Güç, belli başlı ailelerin inisiyatifinde idi.

Efendimiz(sav), bir çeşit ‘tarım toplumu’ diyebileceğimiz Medine’ye hicret ettiğinde mescit ile birlikte bir de pazar oluşturdu. Bu pazar bir bakıma ‘paranın hükümdarlığından üretimin ve ticaretin hükümranlığına geçişi’ kodluyordu. İki önemli kuralı vardı buranın. Birincisi pazarı denetlemek ve vergiyi ekonomik hareketlilikten sağlamak… İkincisi ise faiz, anamalcılık, karaborsacılık, haksız rekabet gibi tüm olumsuzlukları engelleyen bir serbestlik getirmek… Tanımın hakkını vererek söyleyecek olursak ‘toplumsal kalkınmayı üretimde ve ticarette arayan’ bir anlayışı hâkim kıldı bu yaklaşım İslam ekonomisine. Üretimin ve ticaretin tek elde toplanmasına da karşı koyarak sermaye gücünü toplumun geneline yaymayı başardı. Buna rağmen görece daha zengin, hatta oldukça zengin işadamları çıkmadı mı Medine pazarından? Evet çıktı. Ama küçük-orta sınıf esnafı ezmeden, tarım sınıfını fakirleştirmeden yaptı bunu. Yani insanın haysiyetini korumayı önceleyen bir yapıdan söz ediyoruz. Bugünün faiz düzenine dayalı ekonomisinde ‘insanın haysiyeti’ bütünüyle devre dışıdır. 

Medine pazarı, o denli ‘insana göre’ bir pazardı ki, çok uzun süre ihtiyaç olmadığı için ‘yer vergisi’ dahi alınmadı. Sabah erken gelenin pazarın en güzel yerinde tezgah açabilmesi mümkündü Medine pazarında.

Şu kadarını söylemek lazım: Bugünün dünyasında Türkiye ve benzeri ülkelerin ‘ben tam bağımsız bir ülkeyim’ demeleri için gereken şey hiç şüphe yok ki ‘faiz sisteminden ve finans-kapital hükümranlığından kurtulmakta’ yatıyor. Gerisi bence laf-ı güzaftır.

Peki, Türkiye ve benzeri ülkeler için ufukta bu yönde bir umut var mıdır? Maalesef yoktur. Zira ‘başka bir dünya mümkün’ cümlesine inanmak, ‘böyle gelmiş böyle gider’ cümlesine inanmaktan; ‘birlikte değiştirelim’ cümlesine inanmak ‘boş ver, dünyayı sen mi kurtaracaksın’ cümlesine inanmaktan daha zordur. Bedel ister.

Bence (kendim de dâhil olmak üzere) bu bedeli ödemek isteyen kimse yok bugünün Türkiye’sinde. Meselenin ek yeri de burasıdır. 

Ne diyordu Cahit Zarifoğlu: ‘Halk aşksızsa sokaklar banka dükkânlarıyla doludur.’