TAĞUTÎ SİSTEMDEN DAVUDÎ SİSTEME

MUSTAFA BOZACI

VAN 15.09.2014 14:03:34 0
TAĞUTÎ SİSTEMDEN DAVUDÎ SİSTEME
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Çatımız tamam oldu; first ve second leydilerimizle kadro tamamlandı, alanlar açıldı, kamu, haki olanları dahi başörtüsüne açıldı. Başörtüsünün içinin boşalması kimin umurunda! Faiz sisteminin, fuhşiyatın, sömürü ve adaletsizliğin farklı alanlarda sürüyor olması kimseyi kaygılandırmıyor! Artık makyajlanmış ve soslanmış, ılımanlaştırılmış bir din algısı etrafında, bu hak din, ne olsa geçer bir vasatta, hiç kimsenin tavuğuna kışt demeden (alanlar alabildiğine açık ya!), Anadolu halk dininin gelenek ve göreneklerinden, örf ve adetlerinden, folklor ve kültüründen bir parça haline indirgenmiş durumda! Eskiden olduğu gibi, yeniden! Buna fit’seniz söylenecek söz yok!   Çok şükür kafayı yemedik! Aklımız başımızda. İster ironi deyin, ister ikaz; ama söze kulak verin. Mazoşist de değiliz, belamızı da istemiyoruz. İsteğimiz hakkı hatırlatmak, bir tavsiye; belki haykırmak, samimiyet ve sahiplenme konusundaki tutarsızlıklarımız için bir serzeniş… Önce bir dinleyin, sonra almazsanız almayın! Geri iade edin. Ama bizimkisi inadına değil, imanına bir tavır; bizce! Birileri, kardeşlerimiz daha doğrusunu bize hatırlatana, ikna edene kadar bu ve böyle! Daha dün, kavramlarımız vardı; samiri, bel’am, karun, tağut, firavun.. gibi. Şimdilerde onları hatırlamıyor bile çoğumuz! Hatırlatmıyoruz da birbirimize! Endişelerimiz değişti. İddialarımız azaldı. Samimiyet yok gibi. Mensubiyet ve aidiyetlerimiz farklılaştı. Nitelik endişesi yerini çoktandır yerini niceliklere terk etti. Sistem bizim oldu! Halk bankası bankamız, sistem kankamız! Mit bizim oldu; ordu illerden bir il olmaktan kurtuldu! Bunlarda bir ‘bit yeniği’ yok mu? Bu kadar kolay ve ucuz mu? Sistemlerin değişimine dair teoriler yeni bir tarza daha kavuştu! Hiçbir kuşkumuz dahi kalmadı! Ölümle korkutulup sıtmaya razı edildik! Oysa kendisinden korkulmaya/titizlenilmeye layık olan yalnız Allah değil miydi?! Şimdi yine birilerimiz, ‘O zaman gidenlerimiz niye İran’a gitmiyor da ab ülkelerine gidiyor!’, Hz. Yusuf kıssası, Mümtahine ve Rum sureleri, ayete/Tevbe suresine müsteniden ‘müşrikleri niye bulduğunuz yerde öldürmüyorsunuz!’, peygamber de panayırları kullanmıştı vs. ve yine birilerimiz ‘din bu!’, ‘başka ne bekliyorsun!’ falan diyecekler! Ne diyelim, ‘pes doğrusu!’ ‘Yanlış sorunun doğru cevabı olmaz’, ya da ‘kel başa şimşir tarak’ demekten başka! Ne Hz. peygamberin sireti ve mücadelesi, ne peygamber kıssaları ve ne tarihten ders alma, ne akıl, ne iz’an; ‘Bu ne akıl tutulması!’ demekten başka! Te’vilin sonu yok ki?! Zırvanın zirvesi! Ya hu; daha dün Emevileri, Abbasileri beğenmiyordunuz; ne oldu, bir çiçekle/kişiyle bahara erdiniz! Dününüze mi bakacağız, bugününüze mi; ‘dün dündür’ de dediğinizi duymadık henüz! Yarın ne diyeceğinizden nasıl emin olacağız?! Devlet mevlet de yok, gerekmiyor; siz bir bahçelisini tanırsınız, o da muhalefette! Firavunun köleleştirici, zelil kılan, sihirbazlarca süslenen sömürü düzenine öykünüyoruz, İsrailoğulları gibi! Aklımız fikrimiz soğan sarımsakta! Gözümüz hep arkada! Böğüren putlarına pek kolay âşık oluyoruz samirinin! İşimiz gücümüz semirmek! Bilal-i Habeşi gibi bir kere, samimiyetle, teslimiyetle ‘Ehad’ diyerek dediğimizin yanında, önünde ardında durup sadakat gösteremiyoruz! Ne diyoruz, ne de çokça tekrarladığımız halde ne dediğimizi biliyoruz! İki taraftan biri hakikaten kör ve sağır. Mankurt, aşırı saf. Kendini, rengini ve ruhunu kaybetmiş. Şaşkın ve baygın, iç edildiğinin farkında dahi değil…. İki taraftan biri böyle olunca, diğeri ise oldukça mahir, donanımlı, kurnaz ve profesyonel… İç ederken dahi çaktırmıyor. İddiamız; yol, kanalizasyon, kamuda başörtüsüne serbestlik seviyesine indirgenmiş durumda. Ucu veya sonu akp’ye çıkmayan tek bir cümle kuramıyoruz. Onsuz bir hal ve şart düşünemiyoruz dahi. Ne bir söylemimiz kaldı, ne bir gardımız. Yakın coğrafyalarda yaşananlara karşı kurgulanan oyunlara, büyük resme, arka plandaki oyun kuruculara dikkat çekildiğinde ‘Haşa, onlar ilah mı, bu kadar mı güçlüler…’ tarzından cevap yetiştirenler, yurttaki her gelişmeyi bırakın bir parti ve bileşenlerini, tek kişiye, lider kültüne indirgemelerine durup düşünüp bir bakmazlar mı?! Bir mantık ve mukayese hassasiyeti göstermezler mi? Tabi bu topraklarda kerameti kendinden, müritlerden menkul bir atmosfer, algı ortamı kahir oranda ana renk, değil mi?! Çatımız tamam oldu; first ve second leydilerimizle kadro tamamlandı, alanlar açıldı, kamu, haki olanları dahi başörtüsüne açıldı. Başörtüsünün içinin boşalması kimin umurunda! Faiz sisteminin, fuhşiyatın, sömürü ve adaletsizliğin farklı alanlarda sürüyor olması kimseyi kaygılandırmıyor! Artık makyajlanmış ve soslanmış, ılımanlaştırılmış bir din algısı etrafında, bu hak din, ne olsa geçer bir vasatta, hiç kimsenin tavuğuna kışt demeden (alanlar alabildiğine açık ya!), Anadolu halk dininin gelenek ve göreneklerinden, örf ve adetlerinden, folklor ve kültüründen bir parça haline indirgenmiş durumda! Eskiden olduğu gibi, yeniden! Buna fit’seniz söylenecek söz yok! Tavşana kaç, tazılara, hem de onlarcasına tut, politikası uygulanıyor, çaktırmadan! Ne çaktırmaması; gözümüzün içine baka baka! Alan açıkmış! Kime, nerede! Kim, hangi doğru sözü, kime karşı, yamultmadan, eksiltip, eklemeden; aynı renginde söylüyor?! Aynı ton ve volümde tekrarlayabiliyor?! Hangi edinimimiz bir bağıştır, lütuftur; Allah’ın emri olması yanında! Ulaşılan hangi maddi değer, asli değerlerimizin dejenerasyonu yanında anmaya değer?! Hangi hal ve tavrımız, hangi kisve, makam ve mevki bize, birbirimize dinimizi, ahiretimizi, Allah’ı hatırlatıyor?! Bir gayya çukurundayız, fosseptiğin içindeyiz! Bunu hatırlatanların hatırının sayılmaması, deli divane addedilmesi, yapı bozumculukla suçlanmaları, mevzilerin –ki bu mevzilerin yönünün ve içeriğinin acilen sorgulanması gerekiyor, makam mevki gibi dünyalıklar sunmasının dışında- kaybına sebep olacakları endişesi ile aforoz edilmeleri nedir ki Allah’ın hatırının terk ediliyor oluşunun yanında! ‘Bu kadar nankörlük de fazla!’ demezsiniz, demezler ya(!), varsayalım deniyor, diyenlere şunu hatırlatalım ki; firavun da Musa (as)’a ‘Sen nankörsün’ demişti, güya onu elinde besleyip büyütmesine dayanarak ve sonra da onu ve sistemini alaşağı edecek vahyi, olanca yalınlığında ilettiği için. Ama tarihe kaydı düşülen, Musa (as) diliyle verilen cevabı bizlere nasıl hatırlatıyor İlahi kelam; ‘O başıma kaktığın İsrailoğullarını köleleştirmenden, kadınlarını bırakıp erkeklerini öldürmenden kaynaklanıyordu! (bizatihi senin âli cenaplığından değil!)’ Heyhat; okuyan, anlayan, düşünen mi var! Tekerrür eden tarih mi, aynı aymazlık, ahmaklık mı?! Aklını kullanmayanların üzerine ne yağardı? Pardon; duyamadım!!! Evet, ister kabul edin, ister acepleyin/acaipleyin; bugün yeryüzünde yeryüzü ilahlık ve rabliğine soyunmuş, müridlerince, gönüllü kölelerince onlarda bu güç vehmedilen bir organizasyon var! Yani organize işler bunlar! Bizim buralarda sergilenenler de büyük senaryonun uzantıları… Biz hak olan eşsiz ve yegâne İlahımızı ellerimizle, zihinlerimizle hapsettiğimiz gökyüzünden yere de indirmez, O’nun Rabliğine teslim olmaz, ‘sezarın hakkı sezara’ aymazlığından kurtulmazsak, bu oyun sergilenmeye, tekrarlanmaya devam edecek! Ama sopayla, ama havuçla! Onların örümcek evi benzeri zayıf, çarık çürük düzenleri ne yazık ki devam edecek! Ta ki biz aklımızı başımıza alana; Kitabımıza, aslımıza, özümüze dönene; hakka teslim olana; hakkı hakkıyla temsil edene kadar! Tevhid ertelenebilir, belli pazarlıklara konu kılınabilir, ölçülüp tartılabilir bir miktarda dünyevi karşılığa indirgenebilir bir ilke değildir! Büyük ve şaşmaz bir projedir! İnsanlığın kurtuluşuna vesile olacak yegâne; alternatifsiz, taklit edilemeyecek manifestodur! Bir tekliftir! Hakka mugayir bir tek menhiyat, onlarca müsbet mesele ile teraziye alınamaz! Buna bir ‘geçiş’ adına sessiz kalınamaz! Bu bir yazılım meselesidir, donanım değil! Sistem rengini işletmecisinden almaz. Birileri malumunuz bizi dinliyormuş(!); o da mesele mi, biz yıllardır kimleri dinlemiyoruz ki; Ab’si, abd’si, siyonisti, bm’si, nato’su, imf’si.. yetmez mi?! Az iş mi bu? Biz, bir tek kendi dinimizi, İlahımızı, Rabbimizi, Kitabımızı dinlemedik, bu, zül olarak bize yeter de artar bile! Davutoğlu’nun son konuşması ekesene alınsa -ki zaten bu eksen noktasındaki şaşılığımız ve şaşırmamızın bir sonucudur, bu başımıza gelenler- aynı okumaları yapabiliriz yine… Tamamen eklektik, sezarın hakkını vererek, aynı cümle içinde nasıl bir telif yapıldığının farkına dahi varılmadan(!), Anadolu folk dinini refere eden, bir zamanlar aklı başında bildiklerimizin aşırı hassasiyet gösterdikleri, şimdilerde lâl kesildikleri, değer atfettikleri, abd’yi yeniden keşfettikleri bir fotoğrafı serdeden, hali zül melalimizi resmeden ve fakat örterek dikte eden bir konuşmayla karşılaştık şahsen! Siz ne gördünüz, okudunuz, bilmem! Bilen, gören varsa bize de anlatsın… Bakınız, bu tarz eleştiriler, sözüm ona önemseniyormuş gibi ‘Elbette olmalı, bir canlılık belirtisidir!’ tarzından dinleniyormuş havası da estiriliyor ki en çok buna hasta oluyorum! Kralın soytarısı gibi veya ‘Biz yine bildiğimizi okuyalım’ anlayışıyla, aslında ‘mahallenin delisi’ yerine konuluyorsunuz! Ama deli kim, akıllı kim takdir sizin! Hatırı sayılacak ise sadece ve ancak hâkimler hâkimi, yegâne güç kuvvet sahibi, aziz/İzzet sahibi ve izzet verecek olan Allah Teala’dır. Gerisi lafı güzaf ve hikâye! Yüzüstü olsun, dik olsun/diklenmeden sürünmeye devam; ne Sakarya kaldı, ne Sakaryalılar, ayağa kalkacak! Zira ne bir değer kaldı elde avuçta ne samimiyet! Havuçtan başka! Ha bir de şu fillerin terbiyesi ile ilgili hikâyeyi hatırlatayım unutmadan! Not; paralel yazılar olarak Akif Emre’nin ‘Modern kutsallık’, İsmail Kılıçaslan’ın ‘Çok Sıkıldım’ ve Etyen Mahçupyan’ın ‘Türkiye İslamlaşıyor mu?’ yazılarına bakılabilir…