SÜNNET NEDİR?

SÜNNET HAKKINDA ÖNEMLİ BİR TESPİT

VAN 30.11.2016 10:08:49 0
 SÜNNET NEDİR?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 SÜNNET NEDİR?

"Uydurulan dinde sünnet, paralel dindir. 

Sünnet, dinin Kur’an’a paralel kaynağıdır. 

Sünnet, Boko Haram’a göre kız çocuklarını okutmamak, Taliban’a göre sakalı bir tutamdan aşağı olmamak, Lahor’da gördüğüm mollaya göre şadırvandaki sallanan kamu malı misvakı kullanmak, Mısırdaki selefiye göre pantolonun boyunu ayak bileğini açacak kadar kısa tutmak, Suudi’de kadına araba kullandırmamak, falan semtte cübbe giymek, İşid’e göre Yezidileri çoluk çocuk esir alıp pazarda satmak, falan hocaya göre yemeğe tuzla başlamak, feşmekan hacıya göre çorapsız gezmemektir.

İndirilen Dinde Sünnet: 

Sevgili Peygamberimizin (canımız yoluna feda olsun) örnekliğidir: Üsve-i Hasene. Sünnet, Allah’a adanmaktır. Sünnet, Kur’an’la terbiye olmaktır. Sünnet, gece yarısı kalkıp üç-beş-sekiz saat Kur’an üzerinde tefekkür etmektir. Sünnet, düşmanı Mekke’nin açlarına Hayber’in ganimet altınlarını yollamaktır. Sünnet, eşine el kaldırmamaktır. Sünnet, hanımını deveye bindirirken dizini altına binek taşı yapmaktır. Sünnet, torununu sırtına bindirip karizmayı yere sermektir. Sünnet, hanginiz Muhammed dedirtecek kadar kalabalığın içinde kaybolmaktır. Sünnet, ölürken elinde kalan yedi lirayı yoksullara dağıtmaktır. Sünnet müritlerine kurtuluş garanti belgesi dağıtmak değil, ölüm döşeğinde “Kızım Fatıma! Nefsini Allah'ın elinden satın al! Baban peygamber diye güvenme! Vallahi senin için bir şey yapamam!” diye inlemektir. Sünnet, yüzüne karşı kendini övene ağzından çıkanı kulağın duysun demektir. Sünnet, övgü yarışına girenleri “Ben O’nun kuluyum” diye engellemektir. Sünnet, “Ben de sizin gibi bir beşerim; hata da isabet de ederim” diyebilmektir. Sünnet, Kur’an’ı yüceltmek için hakarete, iftiraya, saldırıya uğramaktır. Sünnet Kur’an’ı tebliğ etmek için, hayatını adamaktır. Sünnet, Kur’an’a davet yolunda yola döşenen dikenlere, sırtına konan işkembelere, kellesine konulan ödüllere, hayatına yönelik tehditlere aldırmamaktır."

Mustafa İSLAMOĞLU

ÖZETLE

Sünnet Kur'anın ete kemiğe bürünmüş, hayata aksetmiş halidir. Kur'an dinin teorisi, sünnet de pratiğidir. Dolayısı ile de Kur'ana uyduğunuzda sünneti yaşamış olursunuz! 

Ancak geleneğin anladığı şekilde sünneti Kur'andan ayrı / müstakil bir dini kaynak görmek şirktir. Sünnet Kur'anın ortağı değildir. 

Kur'anda olmayan hususları elçiye isnat ederek dinselleştirmek ve sünnet olarak görmek elçiyi dinde ikinci bir kaynak / otorite saymak demektir ki bunun bir diğer anlamı peygamberimizi Allah'a eş koşmaktır, şirktir. 

Kur'ana göre peygamberimiz sadece ve sadece abduhü ve resulühü yani Allah'ın kulu ve elçisidir (habercisi, tebliğcisi, uyarıcısı). 

SÜNNET HAKKINDA ÖNEMLİ BİR TESPİT

Sürekli Kur'an ve Sünnet denir. Geleneksel dinde sürekli iki kaynağa vurgu yapılır. Oysa Kur'ana göre sünnet paralel kaynak değildir. Dinin tek kaynağı Kur'andır! Tevhid için sadece ilahı değil kaynağı da birlemek gerekir. Zaten kaynak bir olmadan ilah da bir olmaz. Çünkü o kaynağın sahibi dinde hüküm tesis ettiği için aynı zamanda paralel ilah edinilmiş olur.

Peygamberimiz sadece vahye uydu! O sadece bir bildiriciydi, tebliğciydi, uyarıcıydı! Bu, Kur'ana bakınca apaçık bir hakikattir.

"Elçinin görevi sadece bildirmektir" (Maide 99) 

Mevzu bu kadar nettir. Müslümana düşen işittim ve itaat ettim demek, elçiye uymaktır. Elçiye itaatin tıpkı elçi gibi yapmak, elçi gibi sadece vahye uymak olduğunu idraktir.

Böyle dediğinizde hemen "Elçi şunu yaptı, mesela sabaha dek namaz kıldı, şu günlerde oruç tutmadı mı, bunlar Kur'anda var mı" vs deniyor.

Peygamberimiz aynı zamanda bir kul olduğu için, şükrün bir ifadesi olarak elbette fazladan namazlar kılmıştır, oruçlar da tutmuştur. Örneğin namaz zikirdir. Fazladan Allah'ı zikretmek kötü olabilir mi!

Bunu pekala herkes yapabilir. Yapmalıdır da! Sorun burada değildir. Sorun elçinin kulluğunun bir gereği olarak yani Kur'anda olmadığı halde -fazladan- yaptıklarını din haline getirmektir. Böylece elçiyi tebliğci olmaktan çıkararak aynı zamanda dinin ortağı haline dönüştürmektir.

Peygamberimizin camide farz namaz dışında adına sünnet denilen namazlar kıldığı, ancak bunun farz gibi algılanmasından çekinerek zaman zaman terk ettiği, camide kılmadığı vs söylenir.

Esasında elçinin bu çekincesi kendi kulluğunun bir neticesi, kendi şükrünün bir ifadesi olan bu kişisel namazın din haline getirilmesi kaygısıdır. Yani halkın bunu din zannetmesi, zamanla bu namazların din haline gelmesi, böylece kendisinin de tıpkı Allah gibi din koyucuya dönüştürülmesi endişesi olsa gerektir. Yoksa buradaki kaygı bizim anladığımız manada sünnetin farz gibi algılanması değildir.

O halde elçi gibi bizler de fazladan namaz kılabiliriz. Fazladan oruç da tutabiliriz. Bu kulluğun bir ifadesidir, şükrün bir gereğidir. Ancak bu namaza, oruca vs. sünnet dediğimizde, böyle bir hükme bağlayarak bunları din haline getirdiğimizde şirke girmiş oluruz. 

Örneğin öğlen farzı kıldıktan sonra dilediğimiz kadar namaz kılabiliriz. Bu güzeldir. Ancak "Öğle namazı on rekattır. Dördü farz, kalan altısı da sünnettir" dediğimizde elçinin bu kişisel uygulamasını din, elçiyi de din koyucu haline getirmiş oluruz! Bahsettiğim sorun işte budur. 

Evet vazifesi sadece tebliğ (bildirmek) olan elçiyi 
Allah gibi din koyan bir yarı ilaha dönüştürmüş, elçiyi ilaha eş ve ortak koşmuş oluruz! Çünkü dinde hüküm tesis etmek, emir, kural, uygulama ortaya koymak sadece Allah'a aittir. O bu yetkisine kimseyi ortak etmez! Aksi bir uygulama Kur'anın ifadesiyle Allah'tan başka rabler / ilahlar edinmek demektir.

Kavramlar algı oluşturur. Tanımlamalar eğilim inşa eder, yaklaşım meydana getirir. Bu sebeple neye ne dediğimiz, neyi nasıl tanımladığımız çok önemlidir.

Bu fazladan olan namaz, oruç vb ibadetlere sünnet vs dediğimizde bu ibadetleri din haline getirmiş oluruz.

Bu durumda bir kısmının farz, öteki kısmının sünnet olması sonucu değiştirmez. Böylece Allah farzlarla, elçisi de sünnetlerle din tesis etti demiş oluruz ki bunun anlamı apaçık şirktir.