Siyaset…

ALİ BAYRAMOĞLU

VAN 2.06.2015 08:59:11 0
Siyaset…
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

Siyaset…

Türkiye'de, toplumun referans olmaktan çıktığı, siyasetin öfkeyle özdeş hale geldiği, hatta duygunun siyasileştiği, toplumun siyaset içine hapsolduğu dönemler sık yaşanır.

Bu topraklara bunu kolaylaştıran faydacı, ataerkil, değişmez bir toplum algısına sahip bir siyasi kültür hakimdir.
Bunun sonuçları da bildiktir.

Eksik demokrasi ve eksik modernleşme uygulamaları, bu topraklarda doğal hal buymuşçasına bu nedenle kronikleşir. Dış ve iç değişim dalgaları, hemen her defasında donuk siyasi, ekonomik, toplumsal yapılar üzerinde ağır “travmatik etki”ler yaratır.
Özelliklerimizden birisidir: 
Bu travmalar çerçevesinde Türk toplumsal yapısı kendisini bütünleşerek değil, yırtılarak üretmiştir.

Her travma, her yırtılma, devlete endeksli, onun kontroluna yönelik çatışmacı siyaset algısını biraz daha beslemiş, toplumu biraz daha geri itmiştir.

Kemalist gözlükle bakıldığında, örneğin, son 10 yılın öyküsü, AK Parti'nin dindarı, değişimi, çevreyi temsil eden kimliğiyle iktidar olmasından ve bunun yarattığı bozulmadan ve travmadan ibarettir.

Ve bugün biliyoruz ki, bu travma, özellikle kentli, seküler, üst kesimleri etkilemiştir, zihni çatışmaları ve çelişkileri azdırmış ve onlar nezdinde “içi boş ve aktörsüz değişim söylemi”ni putlaştırmıştır. Sonuçta, değişim ruhuna aykırı bir ortak payda üremiştir.
“İçi boş ve aktörsüz değişim söylemi”nin altını çizmek gerek..
Dün belli bir kesimi tanımlayan bu ifade bugün bir başkasını, yarın bir diğerini tanımlayabilir.
Tanımlıyor da.

Dün hakim güçler tarafından muhatap alınmayanlar ve bunun siyasi mücadelesini geliştirenler, bugün başkalarını muhatap almıyor ve bunun siyasi savunusunu geliştiriyorlar.
Nitekim muhafazakar zihniyet, bugün başka bir değişim öyküsü karşısında, direnci ve siyasetsizliği sık dillendirir hale geldi. 

Aktörsüz, insansız, talepsiz değişimi savunma noktası bu.
Altını çizdiğimiz değişim, Kürt sorununa ilişkin olan değişimdir...
Mesele, Kürt sorununda muhatapsız, aktörsüz, talepsiz bir değişim sürecini savunan anlayışın yaygınlığı ve işlevidir.
Endişe ve ataerkil kültürün birlikte beslediği, bu “toplumsuz ve siyasetsiz yenilenme, değişme, sorun çözme mitosu”, ne yazık ki, ülkeye egemen zihniyetin hâlâ özünü oluşturuyor.
Ve bu öz her geçen gün pekişiyor.
Bu zihniyet yırtılarak kendisini biteviye yeniden üretmektedir.
Bu yırtılma iki yönlü oluyor.

Bir yandan her bir aktörün zihniyetine ilişkin yaşanıyor, öte yandan toplumsal ke- simlerin iç ortak algısına ilişkin olarak karşımıza çıkıyor.

İlk yırtılma, kişinin kendisini, “olan”ın dışına itip “bir bilinmeyen”in itici güç olduğu komplo teorilerine yaslanmasıyla, bunun toplumsal, kültürel, insani duyarlılıkları, talepleri, bunların belirleyiciliğini yok saymasından ileri gelir.
Nitekim ikinci yırtılma, “çoğulcu bir yerelleşme ya da siyaset” yerine “çoğunlukçu bir yerel fikir ya da siyaset”in yeniden doğmasıyla, çok parçalı toplum yerine tek parçalı millet kavramının sağda ve solda ideolojik bohçalardan tekrar çıkarılmasıyla ilgilidir.

Bu ikinci yırtılma “komplo teorilerine dayanan sembolik bir milliyetçilik üretiyor.
Ve tüm bunlar, bu savunan kişi, kesim ve dinamikler tersini söylese de, siyasetten yola çıksa da, siyasetin değişme adına sterilleştirilmesine ve devletleştirilmesine destek sağlıyor…
Kürt'süz Kürt sorunu algısının kökeninde de bu zihniyet yatmaktadır.
Umarız seçim sonrası bu havadan, bu siyaset dışı ruh halinden hızla uzaklaşılır.