‘Siyasal İslamcılık’ ve Nahda..

Abdullah Muradoğlu

VAN 31.05.2016 10:38:16 0
‘Siyasal İslamcılık’ ve Nahda..
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Müslüman Dünya' son iki yüzyılda iki önemli gelişmeyle karşı karşıya geldi. İlki, 19. yüzyıl boyunca birçok İslam ülkesinin Batı'lı güçler tarafından sömürgeleştirilmesiydi. Diğeriyse sömürgecilik sonrası döneme damgasını vuran “vekalet rejimleri”ydi. 1920'lerin başında Osmanlı Devleti'nin de tasfiyesiyle, Orta Asya'dan Sahraaltı Afrikası'na, Adriyatik'den Hint Okyanusu'na, Balkanlar'dan Güney Asya'ya kadar İslam coğrafyası gayrimüslim güçlerin eline geçti. İslamcılık hareketlerinin, bu iki önemli gelişmenin etkisiyle şekillendiğini söylemek gerekiyor.

İslamcı hareketler sömürgeciliğe karşı gelişen milli hareketlerin ya kurucusu yahut iştirakçisiydiler. II. Dünya Savaşı'ndan sonra sömürgeci güçler işgal ettikleri ülkelerden çekilirken arkalarında “vekalet rejimleri” bıraktılar. Vekalet rejimlerinin bir kısmında krallar ve emirler, bir kısmındaysa “askerler” iktidardaydı. Sivil toplumun en önemli bileşeni olan İslamcılar ise siyasal sisteme dahil edilmediler, tam tersine, baskı altına alınarak yeraltına itildiler. Doğrudan doğruya İslamî kimliği hedef alan uygulamalar sebebiyle bu hareketler ideolojik olarak da sertleştiler. İslamcı fikriyatın doktrinize edilmesinde 'sosyalizm' gibi ideolojilerin İslam dünyasında cazip görülerek yayılması da rol oynadı. Öte yandan sözde bağımsız 20 kadar Arap devletinin “Filistin meselesi”ndeki acziyeti “Arap milliyetçiliği”ni zayıflatırken, İslamcılığın radikalleşmesinde bir hayli etkili oldu.

1990'ların başlarında Tunus ve Cezayir'de seçimlere giren “İslami Yöneliş Hareketi (Nahda)” ile İslami Selamet Cephesi (FİS)”şiddetle bastırıldı. Batı, Tunus ile Cezayir ve Mısır'da diktatörleri destekledi. İslamcı hareketlerin demokratik yoldan iktidar olmalarına, toplumsal sorunlarla yüzleşmelerine, dikta rejimlerinin ağır baskısıyla şekillenen zaaflarını gidermelerine imkan tanınmadı. Diktatörlük rejimleri ülke halklarının ekonomik durumlarını iyileştirmekten de acizdi. Ülke kaynakları bir grubun elinde toplandı; yolsuzluk, yoksulluk kangren hale geldi. Bütün bunlar gençlerin daha radikalleşmesi ve yer yer şiddete yönelmelerinden başkaca bir sonuç vermedi.

“Arap Baharı” yeni bir umut dalgası oluşturduysa da çok kısa sürdü. Mısır'da askeri bir darbe oldu ve “Müslüman Kardeşler” tekrar sistem dışına itildi. Suriye'de siyasal ve hukuki reform yapmamakta direnen Esed rejimi ülkeyi bir iç savaşa sürükledi. Bütün bu gelişmeler dinî radikalleşmenin en kötü ürünlerinin ortaya çıkmasına yol açarken, mutedil hareketler güç kaybetti.

Sadece Tunus'ta, öteden beri mutedil çizgisiyle tanınan Raşid Gannuşi'nin liderliğindeki “Nahda” hareketi fırtınalı denizden sakin limana çekilebildi. Geçenlerde yapılan kongresinde “Nahda”, siyasi faaliyet ile İslami tebliğ faaliyetlerini biribirinden ayırma kararı verdi. Böylece Nahda'nın toplumun her kesimine açılan bir parti olduğu ve demokratik siyasetin koşullarına bağlı kalacağı ilan edildi. Kongrede Nahda'nın yeni yol haritasını açıklayan Gannuşi'nin şu sözleri bu yazının da bir özetiydi:

Biz gelişen bir hareketiz. Kendi hatalarımızı dile getirmekten utanacak bir hareket değiliz. Her şeyden önce beşeriz. Nahda Hareketi yetmişli yıllardan bugüne gelişmekten hiçbir zaman geri kalmamıştır. Kimliğin tehdit altında olduğu dönemde kimlik için mücadele veren akaidî bir hareketten, totaliter rejime karşı demokrasi için mücadele veren protesto hareketine ve oradan da İslami referanslara ve değerlere sahip ulusal, demokratik Müslüman bir partiye dönüşmüştür.”