ŞEYTANİ ÜÇ GÜÇ: NANKÖRLÜK, HADDİ AŞMAK, HAKSIZLIK

ERHAN AKTAŞ

VAN 20.08.2014 11:32:16 0
ŞEYTANİ ÜÇ GÜÇ: NANKÖRLÜK, HADDİ AŞMAK, HAKSIZLIK
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Kur’an; nankörlüğü, haddi aşmayı, haksızlık yapmayı, “küfür” kapsamında değerlendirmektedir. Mü’minler, toplumsal barışı sağlamak, kendileri ile barışık olmak; çevrelerine güven ve huzur vermek istiyorlarsa, bu üç beladan arınmak zorundadırlar. Kuşkusuz ki bu konuda yegâne yol gösterici de Kur’an’dır. Kur’an, bunlardan arınmayan kimseleri, doğru yola iletmeyeceğini söylemektedir. İyi bir mü’min olmanın yanı sıra, iyi bir insan olabilmenin yolu da bu belalara karşı duyarlı olmaktan geçmektedir. - Sapkın, Cahil, Azgın – Şeytani üç güç: Nankörlük etmek, haddi aşmak ve haksızlık yapmak. Veya bunların izdüşümü olan: Sapkınlık, cehalet ve azgınlık. Bunlar, insan için en zor sınav konularıdır; aynı zamanda Allah’a eş koşmanın yanı sıra, insanın karşı karşıya kaldığı üç büyük beladır. Nankörlük, haddi aşmak ve haksızlık; sözcük olarak farklı anlamları olmakla birlikte, aynı anlam sahasında yer alan sıfat değerlerdir. Bu sıfatları bünyesinde barındıran kişi veya toplumlar, aynı zamanda bu özelliklerin sonucu olarak; sapkın, cahil ve azgın olurlar. Bu özellikler, öylesine bir karakteristik yapıya sahiptirler ki, bir birlerinden beslenerek, birbirlerinin yaşamalarına katkı sağlarlar. Bu özelliklerden bir tanesi dahi, kimde bulunuyorsa, o kimse, diğer özellikleri de potansiyel olarak bünyesinde barındırıyor demektir.


Kur’an; nankörlüğü, haddi aşmayı, haksızlık yapmayı, “küfür” kapsamında değerlendirmektedir. Mü’minler, toplumsal barışı sağlamak, kendileri ile barışık olmak; çevrelerine güven ve huzur vermek istiyorlarsa, bu üç beladan arınmak zorundadırlar. Kuşkusuz ki bu konuda yegâne yol gösterici de Kur’an’dır. Kur’an, bunlardan arınmayan kimseleri, doğru yola iletmeyeceğini söylemektedir. İyi bir mü’min olmanın yanı sıra, iyi bir insan olabilmenin yolu da bu belalara karşı duyarlı olmaktan geçmektedir. Kur’an, bu belalara karşı, duyarlı olma konusunda, hiçbir konuda olmadığı kadar insanı uyarmamaktadır.  Buna rağmen, onu, kılavuz ettiğini söyleyenlerin büyük bir çoğunluğu, ne yazık ki bu konuda gerekli özeni göstermemektedirler. Böyle olunca da, bu belalara müptela olmuş; nankör, haddini aşan ve zalim olan, bir Müslüman! Kişilik ve kimlikle karşı karşıya bulunuyoruz. Bu üç beladan kurtulmadıkça, “adam gibi adam” olunamayacağını bilmek zorundayız. Bu belalar, kimde varsa, bilsin ki, o kötü bir insandır. Bunların, kendisinde olup olmadığını da yine en iyi insanın kendisi bilmektedir. Merhametten yoksun, yardım etmeyi sevmeyen; vermekten değil, almaktan hoşlanan; cimri, çıkarcı ve bencil olan bir kimse, bilsin ki: nankördür, haddi aşandır, haksızlık yapandır. Birinci şeytani güç, nankörlük: Nankör;  aynı zamanda,“haddini aşan” ve “haksızlık yapan” kimsedir de. Bir kimse, başkası hakkında; onun iyi bir kimse mi, yoksa kötü bir kimse mi olduğuna; güvenilir olup olmadığına, karar verirken, bu değerleri “ölçüt” alırsa, doğru seçim yapmayı başarabilir. Kolay kolay yanılmaz. Bir kimse ile “yakınlığı” ve “uzaklığı”  belirleyen şeyin, “kan bağı” değil; o kimsenin,“iyi” veya “kötü” biri oluşunun belirleyici olması gerektiğini bilir. Hiçbir akrabalık bağı olmayan “iyi bir kimseyi;” kendi kanından, canından olan,“kötü bir kimseye” tercih etme erdemliliğini gösterir. Tercihin, “kan bağına” göre yapılmasının, “nankörlük” olduğunu bilir. Kötü biri olduğu halde; bir yakınını, yalnızca yakını olduğu için, yabancı, ama “iyi” bir kimseye tercih eden birisi, nankördür. Nankör bir kimse; hiçbir iyiliğin, hiçbir yardımın karşılığını vermek istemez; kısmen verse de bu bir zorunluluktandır. Diğer bir anlatımla, herhangi bir nedenden dolayı mecbur kaldığındandır. Zira normal koşullarda; zorda olan, darda kalan, muhtaç olan birisine yardım etmek gibi bir düşüncesi yoktur. Bencillik, aklını ve kalbini çepeçevre kuşatmış, iyi biri olma özelliğini  devre dışı bırakmıştır.Bu kimseler; yalnız almaktan hoşlanırlar, vermekten değil. Nankör, şükretmesini/teşekkür etmesini bilmeyene denir. Şükretmek ise:  bir kimsenin kendisine sunulan veyasahip olduğu şeyin karşılığını vermesi demektir. Sahip olduğu şeyleri, kendisine verene teşekkür etmesidir. Tıpkı et, süt, yağ, yumurta vererek, aslında bunlarla bir nevi şükreden hayvanın, şükretmesi gibi. Zira hayvan; yediği ota ve yeme karşılık; et, süt, yumurta vererek, şükretmiş olmaktadır. Var eden ve yaşatan, verdiği rızıkla bizlere lütufta bulunan Allah’a şükretmek, sözle değil, ancak O’nun gösterdiği yoldan gitmekle olur. Diğer bir deyimle, O’nun gösterdiği yoldan gitmemek nankörlüktür. Nankör; kendisine verilen hayatın, malın, sağlığınve olanakların karşılığını vermeyendir. Onu görmezden gelendir. Nankör; kendisine yapılan iyiliği yok sayan, iyilik yapana minnet duymayan, ona teşekkür etmesini bilmeyenkimsedir. Allah’ın verdiği cana, o canın; canlılığını sürdürmesi ve yaşaması için sunduğu nimetlere, şükretmek demek; o canı,yaradılış amacına uygun değerlendirmek demektir.

Bu nimetleri; nimeti verenin, veriş amacına uygun değerlendirmeyen bir kimse, nankördür. Bir kimse, ister Yaratıcı’nın, ister bir insanın kendisine sunduğu nimete, yaptığı iyiliğe karşılık,“minnet duyması” demek, şükrünü eda etmesi demektir. Zira “minnet” duyan kimse, nankörlük etmez. Şükretmede duyarsızlığı ahlak edinmiş bir kimse; nankördür.  Kur’an’ın ifadesi ile “sapkınlaşmıştır.”  Doğru yoldan çıkmıştır. Ey merhametli ve bağışlayıcı Rabb’im!  Şükrümüzdeki acziyetimizi bağışla. İkinci şeytani güç, haddini aşmak: Eğitim düzeyi, unvanı ve konumu ne olursa olsun, haddini bilmeyen kimse cahildir. Haddini bilmemek,  insanın payına düşenle yetinmemesidir. Bütün kavgaların, geçimsizliklerin ve kötülüklerin baş nedeni, insanın haddini bilmemesidir. Haddini bilen bir insan: neyi ne kadar ve nasıl yapacağını bilen insandır. Haddini bilen kimse; haddini bilmekle; evinde, işinde ve içinde yaşadığı toplumda hiç kimseye rahatsızlık vermemiş olur. Her şey, kendisine özgü bir denge üzerinde varlığını sürdürmektedir. Denge ise bir şeyin, “gerektiği kadar olması” ile mümkündür. Ne eksik ne fazla. Bu aynı zamanda herkesin haddini bilmesi demektir. Haddini bilmemek, ya fazlalığa ya da eksikliğe neden olacağından, dengeyi bozmak demektir. Dengenin bozulması demek; bir varlığın, varlığını kendisine özgü koşullarda sürdürebilmesinin sıkıntıya düşmesi demektir. Haddini bilmemek, en basit ifade ile başkalarının kişilik haklarına müdahale etmek demektir. Başkasının hakkını çiğnemek demektir. Haddini aşmak, ahlaki anlamda saygısızlıktır. Başkasına saygısı olmayan kimsenin kendisine de saygısı yok demektir. Haddini bilmemek, başkasına yük olmak demektir. İnsan, sahip olduğu gücün ve olanakların sınırlarını çok iyi bilmelidir. Kur’an, haddini bilmeyenlerin, büyüklük tasladıklarını, kendilerini üstün görerek azgınlaştıklarını; kuruntularının tutkunu olarak, insani özelliklerini yitirdiklerini ve gerçeklere kulaklarını tıkadıklarını, gözlerini kapattıklarını ve ahmakça davrandıklarını söylemektedir. Kur’an,  İslam’ın çağrısınailk karşı koyanların, “toplumun haddini bilmeyen ileri gelenleri” olduğunu sık sık tekrarlamaktadır.  Haddini bilen kimse, gücünün sınırlı olduğunu da bilir ve varlık olarak, “muhtaç”  bir varlık olduğunun bilinciyle yaşar. Varlığını sürdürebilmek için, kendi dışındaki âleme muhtaç olduğunu bilir. Sahip olduğu ne varsa, bunların gerçek sahibinin kendisinin olmadığını, tamamının, Yaratıcı’sı ve başkaları tarafından verildiğini bilir. Bu bilinç; onun, gücü ve olanakları arttıkça, alçakgönüllülüğünü daha da arttırır. Haddini bilmeyen bir kimseye, haddini bildirmenin en iyi yolu, onu kendisi ile baş başa bırakmaktır.
İnsanlığın yaşadığı sorunların ve felaketlerin baş sorumluları, hadlerini bilmeyen insanlardır. Haddini bilmemek, ulaşabildiği kimselere sıkıntı vermek demektir. Haddini bilmeyen kimse, kibirlidir. Kibir de şeytanın en temel karakteristik özelliğidir. Ey merhametli ve bağışlayıcı Rabb’im! Bizi haddini bilen kimselerden eyle.   Üçüncü şeytani güç, haksızlık: Kur’an’ın, daha çok “zulüm” olarak tanımladığı haksızlık, bir kimsenin kendisine ait olmayan bir şeye sahip olmaya kalkışması veya hakkı olmayan bir davranışta bulunmasıdır. Yeryüzünde yaşanan bütün kötülüklerin temelinde, insanın hakkına razı olmaması gerçeği yatmaktadır. Haksızlık, nasıl ki yapılmaması gereken bir şeyi yapmaksa; aynı zamanda yapılması gereken bir şeyi yapmamaktır da. Özetle haksızlık, haktan sapmaktır; adil olmamaktır. Aynı zamanda kişisel hak ve hukukun çiğnenmesi olan haksızlık, bir kimsede ortaya çıkan en önemli davranış bozukluğudur. Zulmetmek, doğrudan haksızlık yapılarak olabileceği gibi; yapılan haksızlığa izleyici kalmaktır da.Haksızlık; kimden gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın;  buna karşı çıkmayan bir kimse, yapılan haksızlığın ortağı sayılır. Müslüman olduğunu iddia eden bir kimsenin, bir haksızlık yapmaya yöneldiği zaman; eğer inancı onu durdurmuyorsa; inancını gözden geçirmelidir.

Geçekten inanıp inanmadığını sorgulamalıdır. İnsanın; kendisine, çevresine ve doğaya karşı, sorumluluklarına uygun davranmaması; kendisinin, çevresinin ve doğanın haklarını çiğnemesi, onun haksızlığa sapmış kötü bir kimse olduğunu gösterir.   İslam denince, nedense ilk akla gelen şeyler; “ namaz, oruç, hac, gibi kimi ayinlerdir.”  Oysaki ilk akla gelmesi ve üzerinde en çok durulması gereken değerler; “şükretmek, haddini bilmek ve adil olmak” olmalıydı. Kur’an; nankörlük yapan, kendini beğenmiş, haddini bilmeyen ve haksızlık yaparak zulmedenlerin, en ağır ceza ile cezalandırılacaklarını; bu kimselerin; cehennemlik olduklarını, Allah’ın bunlara hidayet etmeyeceğini söylemektedir. Onun için, Müslüman,  bu konularda duyarlı olmayı ilke ve ahlak edinmelidir. Bu üç özellik, aynı zamanda “iyi” ve “kötü” insanın kim olduğunu belirlemektedir: Şükretmesini bilen, haddini aşmayan ve haksızlık yapmayan bir kimse, “iyi”; şükretmesini bilmeyen, haddini aşan ve haksızlık yapan kimse ise “kötü” insandır. Şeytanın bu üç gücünü yendiğimiz gün, toplumun ıslah olmasında, yeryüzünde kardeşliğin ve adaletin egemen olmasındaki en önemli engelleri aşmış oluruz. Ey merhametli ve bağışlayıcı Rabbim! Beni, yüzlerce kez haksızlığa uğramış ta olsam, bir kez dahi haksızlık yapmama erdemliliğine sahip kıl.