Mustafa Öztürk
***
Bu tablo çok ağır bir ahlaksızlık problemiyle karşı karşıya olduğumuzun vesikalık fotoğrafıdır. Problemin en yakıcı tarafı, ahlaksızlığın dinî hamiyete refere edilerek yapılıyor olmasıdır. İşin can yakıcı başka bir tarafı da İlahiyat ve Diyanet hakkında konuşup din alanında kimin sahih kimin sapkın bir anlayışa sahip olduğu hakkında ahkâm kesen eşhasın pek çoğunun İlahiyat ve Diyanet dışından olması, dolayısıyla hariçten gazel okunmasıdır. Kur’an’da ve sayısız hadiste gıybet, nemime, iftira gibi rezîletler çok kesin bir dille yasaklanmasına karşın, sözüm ona dinî hamiyetle İslam’ı savunmayı kendine vazife bilecek kadar “duyarlı müslümanlar”daki(!) gıybet ve nemime şehvetinin bu denli yüksek düzeyde olması hakikaten trajik bir durumdur.
Yıllar boyunca kürsüler ve minberlerlerden gıybet, yalan, nemime, iftira, sû-i zan gibi ahlâkî arızaların onarımıyla ilgili sayısız vaaz ve hutbe dinleyen bir millet olmamıza rağmen ahlâkî planda bu kadar ahlaksız tipolojisi üretmemiz en azından benim izah edebildiğim bir şey değildir. Bunca çirkin fiilin çirkinliği her birimiz tarafından gayet iyi bilinmesine, üstelik Hucurût suresinde müslüman toplumun bu tür çirkinliklerden uzak durması emredilmesine rağmen içimizdeki birileri sevap işler gibi gıybet, dedikodu üretebiliyor ve üstelik bunu din adına yapabiliyorsa, o zaman burada “örtük tekfircilik” var demektir. Çünkü Kur’an ve Sünnet’teki onca açık ikaza rağmen bir müslümanın başka bir müslüman hakkında gıybet, yalan, iftira, nemime üretmesi söz konusu değildir. Ama ortalık gıybet, yalan ve iftiradan geçilmiyorsa, o zaman birileri din konusunda kendileri gibi düşünmeyen müslümanları “müslüman” olarak görmüyor demektir. Ne var ki gıybet etmemek, yalan konuşmamak, iftira atmamak sadece müslümanların kendi iç hukuklarında geçerli olan ahlak kuralları değildir. Bilakis bunlar farklı din, inanç ve inanışlardan bağımsız olarak insanlık ve adamlık vasfı kazanmanın olmanın olmazsa olmaz kurallarıdır. Sonuç olarak, en temel sorunumuz müslümanlıktan ziyade, insan ve adam olamama, yani “derin ahlaksızlık” sorunudur.
Bu sorunla başa çıkmanın en etkili formüllerinden biri ve belki de ilki, şeytan taşlamaktan tavaf etmeye vakit bulamama modundan çıkıp herkesin kendi şeytanını (hırs ve ihtiraslarını) taşlama moduna girmesidir. Kişinin kendi şeytanını taşlamasının tavaf yerine geçeceği kesindir. Bunun manevi katma değeri ise erdem ve erdemliliktir.
***
İlahiyat, Diyanet ve İlahiyatçılar hakkında biteviye gıybet, iftira, nemime üreten zevata tavsiyem, son yılların Türkiye sosyolojisinde hayli rağbet gören “durumdan vazife çıkarma mesleği”ni kendilerine kariyer kapısı kılmaktan derhal vazgeçip kendi şeytanlarını taşlamakla meşgul olmalarıdır. Yok eğer bu zevat kendilerini ismet sıfatıyla muttasıf gibi görüp sürekli olarak başka müslümanların müslümanlıkları ve İslam anlayışları hakkında pervasızca konuşup dedikodu üretmeyi sürdürürlerse, o zaman günün birinde kendilerini de siygaya çekecek bir Molla Kasım çıkagelir. Tarihin bir döneminde beşerî ihtiyaçlar ve çabalar neticesinde ortaya çıkıp kendine az çok taraftar bulmuş belli bir din yorumunu tek hakikat gibi sunmak ve başka yorumları benimsemiş kesimler üzerinde faşizan baskı kurmaya çalışmak gibi operasyonların bu topraklarda geniş taban bulmayacağını da bu vesileyle not etmek gerekir. Yani bu topraklarda Hanefî kılıklı Talibanvârî bir İslam yorumu ergenler ve cahil kesimlerden az çok alıcı bulabilirse de maşeri vicdanda kesinlikle mahkûm edilir.
karar