Şehirli insan etnik kimliği ne yapsın

İbrahim Kiras

VAN 7.08.2018 09:00:11 0
 Şehirli insan etnik kimliği ne yapsın
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Belki sizin de dikkatinizi çekmiştir, birkaç gündür sosyal medyada yeni bir tartışma sürüyor. Aslında hiç de yeni sayılmaz ama Türkiye’de her tartışma çözüme veya bir anlaşmaya ulaşmadan sönüp gittiği için daha sonra bir vesile ile yeniden patlak veriyor. Böylece yeniden “gündem maddesi” oluyor. Bugünlerde tekrar patlak veren meselemiz milli kimlik, bunun yeniden gündeme gelişine vesile olan konu ise “Türk şiiri mi demek lazım, Türkçe şiir mi?” tartışması.

Bu tartışmayı ülkemizin önde gelen yayınevlerinden birinin kitaplarının duyurularında “Türkçe şiir” tabirini kullanmasına gösterilen tepkiler başlattı. Söz konusu yayınevi çeviri edebiyat kitaplarının duyurularında “Fransız edebiyatı, İngiliz şiiri, Rus yazarı” vs. gibi tanımlamalar -veya adlandırmalar- kullanırken yerli yazarlar ve eserleri için “Türkçe şiirin temsilcisi, Türkçe edebiyat” gibi -biraz da kulak tırmalayan- ifadeleri tercih ediyor.

Bu tercihin arkasında hangi “politik doğruculuk” güdüsünün olduğunu aslına bakarsanız Türkiye’de yaşayan herkes biliyor. Sözünü ettiğim sosyal medyadaki tartışmalarda da bu tutumun savunucuları kendi motivasyonlarını gayet net açıklıyorlar zaten: Ahmet Arif Kürt’tür, Türk değil… Mehmet Akif Arnavut’tur, Türk değil… Filanca Çerkez’dir, falanca Gürcüdür, Boşnaktır vs… Bunlara Türk şairi, Türk yazarı diyemeyiz.

İşin politik doğruculuk boyutuna saygım var tabii ama bu argümanları okuyunca ben şunu düşündüm: Demek ki “etnik kimlik” ile “milli kimlik” terimleri arasındaki farktan habersiz okuryazarlarımız var. Gerisini siz hesap edin demek istemiyorum ama bizim toplumumuzun bunca şehirleşme, bunca modernleşme, bunca demokratikleşme sürecinin sonunda hâlâ millet haline gelemediğini, millet olma nosyonunun hâlâ benimsenemediğini görmek acı verici.

Elbette bugünkü problemin veya en azından kafa karışıklığının temelinde özellikle 1930’lu yıllarda o günün siyasi konjonktürünün de etkisiyle alt etnik kimlikleri olmayan bir millet tanımının benimsenmesi ve benimsetilmek istenmesinin rolü inkâr edilemez. Bu konuda daha önce birçok vesileyle ifade ettiğim kendi kanaatimi tekrarlayacağım:

Cumhuriyetin kurucuları modern milli devletin bir milli kimliğe dayanması gerektiğinden, devletin vatandaşlarını bir arada tutan ve tutacak ortak kimliğin lüzumundan habersiz değillerdi. Ne var ki Kemalizm’in milletleşme ve laikleşme projelerini bir arada yürütebilecek donanımdan mahrum bulunuşu bu konuda başka yollara sapılmasına yol açtı. Yani farklı etnik kimlikleri tek bir millet kimliği altında bir araya getiren faktörün inkâr edilmesi zarureti dolayısıyla Türk adlandırması belirli bir dönemde etnik esasa bağlanmaya çalışıldı. Buna ırkçılık demek elbette haksızlık olur. Çünkü Kürtler, Çerkezler, Arnavutlar, Boşnaklar vs. kötüdür, aşağıdır, kalitesizdir falan denilmiyordu başka yerlerde yapıldığı gibi. Onlar da aslında Türk’tür deniliyordu. Ortak tarih ve kültüre sahip farklı etnik kimlikler arasındaki eşitliği ve toplumsal kaynaşmayı vatandaşlık bilinci ve hukuk değil “soy birliği” sağlasın isteniyordu. Türklük soya bağlı bir varlık olarak kabul edildiği için adı geçen toplulukların da soyu Orta Asya kökenine bağlanarak “etnik problem” çözülmek istenmişti ama niyet iyi bile olsa yol yanlış bir yoldu.

Sonradan bu yanlıştan dönülmüş olsa da “etnik inkarcılık” politikasının toplumun belirli kesimlerinde bir tortu bıraktığı muhakkak. Ancak bugünkü meselenin tamamen “tek parti devrinin” yanlışlarına fatura edilmesi de haksızlık olur. Bugün toplumun önemli bir bölümünde, hatta aydınlar arasında “milli kimlik”le “etnik kimlik” arasındaki anlam farkını ayırt edebilenler azınlıktaysa, problemin sosyokültürel yapımızla da ilgili olduğunu düşünmek gerekir.

Eğer aidiyet veya kimlik dendiğinde insanların büyük çoğunluğunun aklına hemen “soy”la, “kan”la ilgili bir şeyler geliyorsa milli kimlikten bahsetmek lüks olur.

Aşiret, soy, boy, aile mensubiyeti yahut hemşehrilik gibi kavramlar hâlâ çoğumuzun kimlik anahtarıysa milletleşme sürecini tamamlamış toplumlarla kendimizi mukayese etmek hata olur.

Demek istediğim, geleneksel ilişkilerin ve toplumsal değer hükümlerinin modernleşmeye direndiği, daha otuz yıl önce köylü nüfusun kent nüfusundan kalabalık olduğu, şehirleşmenin tarihinin henüz yarım yüzyılı bile bulmadığı bir ülke için aidiyet konusunun modern anlayışa uygun olmasını ummak aşırı bir beklenti olabilir.

Öte yandan, modern çağda ortaya çıkmış olan politik ve sosyolojik anlamlı “millet” kavramını dinî metinlerde geçen antropolojik anlamlı “kavim” kavramıyla karıştıran/karşılayan ve ayrıştırıcı etnik milliyetçilikleri onaylarken birleştirici millet anlayışını “kavmiyetçilik” diye lânetleyen İslamcı muhayyile de bu alandaki zihinsel sorunlara bir çözüm üretemiyor.