Mustafa Karaalioğlu
***
Bir başka ifadeyle AK Parti ve MHP seçmeninin yüzde 65’lerde seyreden ortak havuzu nihayetinde bu sonucu üretiyor. Yeniden kazanabilmek için gereken 50+1 rakamının etrafında dönen bir denklemden söz ediyoruz.
Gayet tabii ki bu durumda Erdoğan’ın TEOG sınavını da vergi zammını da gerekirse araba camlarını da dikkate alması, yani hesaba katması kaçınılmazdır. Bunun için önce karşısındaki blokun direncini ve tepkisini zayıflatmak için Atatürk’e sahip çıkmak gibi hamleler yapmak, sonra da kendi geniş tabanından kayıpları önlemek için adımlar atmak zorundadır. Hamlelerin niteliği ya da işe yarayıp yaramayacağı başka, buna ihtiyaç olduğu gerçeği başkadır. Her girişim sonuç doğurmayabilir hatta bazıları reaksiyon bile yaratabilir ama sonuçta barajı aşmak için yapılması gerekenler vardır.
Zira, 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimi ‘seçimlerin seçimi’dir.
Bu noktada bilinmesi gereken temel siyasi ve sosyal hakikat, Türkiye’nin yaşadığı gerilimi azaltmak ve en basit haliyle huzura ulaşmak ihtiyacıdır. Sürekli ve bitmek tükenmek bilmeyen bir dış baskı atmosferi ve buna bağlı içeride teyakkuz halinden arınmak gerekiyor. Türkiye’nin uluslararası sahadan ve bulunduğu bölgeden kaynaklanan tehditlerle karşı karşıya olduğu muhakkaktır ama mücadele yolu bu problemlerden yakınmak değil, kaynağına inerek bertaraf etmektir. Aksi takdirde problemler sürecek ve derinleşecektir. Nitekim, yaşanmak olan da bundan başka bir şey değildir. Daha fazla perde arkası mesai, yani diplomasi ve müttefik kazanma ihtiyacı giderek artıyor. YPG konusunda sadece ABD ile değil Rusya ile de sorun yaşamamız bunun son örneğidir.
FETÖ başta olmak üzere her türlü tehditle mücadele için toplum desteğini artırmanın yolu da özellikle yurtdışındaki üst düzey isimlerin getirtilmesini sağlayacak yeni enstrümanlar bulmaktan geçiyor. İade dosyalarını muhataplarımızı bahanesiz bırakana kadar tekrar tekrar güçlendirmek zorundayız.
***
Öte yandan, 2019 yolunda en etkili propaganda yöntemi ise, toplumun bütün kesimlerinin yüzünün gülebileceği ortak duyguyu aramaktır. Kendisini Atatürkçü ya da laik olarak tanımlayan kitleleri sadece Atatürk ismi üzerinden değil, ifade özgürlüğünden kamu hayatına katılımda eşitliğe kadar bütün alanlarda tatminkâr bir aidiyet duygusuyla selamlamak gerekir.
Siyasi görüşü, etnik kimliği ya da dünyaya bakışı ne olursa olsun herkesin kendisini iyi hissedeceği bir Türkiye tablosu için yapılacaklar bellidir. Hukuk ve demokrasi başlığı altındaki bu adımları geciktirmeden atmak, hasar gören alanları onarmak lazımdır.
Böyle bir yaklaşım sadece seçimin neticesini değil, Türkiye’nin geleceğini, marka değerini, hayat kalitesini, huzurunu ve barışını belirleyecektir.