Seçimlere İlişkin Tavrımıza Dair...

Yaklaşan seçimlere dair nasıl yaklaşmak gerektiğini ele alan Rıdvan Kaya, konuyla ilgili tartışmalara da değinerek sürece kayıtsız kalmanın sakıncalarına dikkat çekiyor. Rıdvan Kaya / Haksöz Haber

VAN 30.05.2015 09:49:26 0
Seçimlere İlişkin Tavrımıza Dair...
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

Rıdvan Kaya

Türkiye gündemi doğal olarak 7 Haziran’da yapılacak seçimlere kilitlenmiş durumda. Burada bu konuyu değerlendirmeyi arzu ediyoruz.

Evvela yaşadığımız toplumu ve hatta tüm coğrafyamızı doğrudan etkileyeceği açık bir konuyu yakından takip etmenin bazılarının zannettiği gibi güncel-aktüel gelişmelerin içinde boğulup asli görevimiz olan tebliğ ve davet sorumluluğunu ikinci plana atmak anlamına gelmediğini, bu yaklaşımın, eleştirinin haklı olmadığını vurgulayarak söze başlamakta yarar görüyorum.

Nasıl tavır alınması gerektiği konusuna birazdan değinelim inşallah ama öncelikle bu çapta toplumsal-siyasal sorunlara ve gelişmelere bigâne kalınamayacağının altını çizelim. Neden? Çünkü söz konusu gelişme doğrudan hem bizi hem de muhataplarımızı etkiliyorsa onların içinde bulundukları hali şu veya bu yönde değiştirme potansiyeli taşıyorsa bunu görmezden gelme lüksü söz konusu olamaz.

Gündeme bigane kalma lüksümüz olamaz!

Düşünün ki, sizin belirlemediğiniz, sizin planlamadığınız ya da doğrudan aktör konumunda bulunmadığınız bir gelişme mevcut ama bu gelişme şu veya bu şekilde sizi etkileyecek. Ne yaparsınız, “biz asli fail konumunda olmadığımız gelişmeleri gündemimize almayız, onunla ilgilenmeyiz” diyebilir misiniz? Bu durumun klasik bir örneği olarak Bizans ve Sasaniler arasındaki savaşa Müslümanların taraf olmasını hatırlayalım.

Ya da şu örneği düşünelim: Mısır’da Sisi darbesi oluyor ve gerek Hamas, gerek Gazze halkı bundan doğrudan etkileniyor. Oysa Hamas ve Gazze halkı İhvan ile doğrudan irtibatlı değillerdi ama Mısır’da yaşananlardan birebir etkilenmek durumunda kaldılar. Ve bir başka örnek: 6-8 Ekim Kobani hadiseleri sırasında Kürdistan’da İslami kuruluşlar ve hassaten de Hüda-Par hedef alındı. Oysa ne Kobani olayıyla, ne IŞİD ile hiçbir alakaları yoktu.

Yani eğer bir hadise doğrudan sizi etkiliyorsa, “ben bu konunun tarafı değilim”, “gelişiminde payım yok” deyip sıyrılmanız mümkün olmayabiliyor. Bu yüzden bizi neyin ilgilendirip neyin ilgilendirmeyeceği hususu sadece bizim belirlediğimiz çerçeve ile ilgili olmayıp, bazen dışımızdaki gelişmelerin sonuçları üzerinden de ele alınmayı hak eder.

Burada şu noktayı da vurgulamakta yarar var: Diyelim ki, yanıltıcı, saptırıcı bir gündemin dayatıldığını görüyorsunuz; yanlış ve çarpık yaklaşımlara konu olan bir gündemle muhatap olunduğunu düşünüyorsunuz Bu durumda ne yapmalıyız? Görmezden mi gelmeliyiz? Hayır, çarpıklığa dikkat çekmeliyiz! Söz konusu gelişmeye, gündeme nasıl yaklaşılması ya da nasıl yaklaşılmaması gerektiğini ortaya koymalıyız. Yani özetle siyasal-toplumsal sorunları, tartışma ve gündemleri göz ardı ederek, bunlara dudak bükerek tevhidin tebliğine odaklandığını düşünen yaklaşım doğru bir yaklaşım değildir.

Kuran’a baktığımızda bunu açık bir biçimde müşahade etmek mümkündür. Vahy hem gündem belirlemiş, ama aynı zamanda mevcut gündeme dair hükümler de bildirmiştir. Örneğin o gün cahiliye toplumunun gündeminde olan sorunlara, sıkıntılara, tartışmalara nasıl yaklaşılması gerektiğini ortaya koymuş; kız çocuklarına yapılan zulümden, terazideki haksızlığa, kölelere karşı adaletsizlikten, yetimin, yoksulun gözetilmemesine ve daha bir dizi hususa dikkat çekmiştir.

Yani cahiliye toplumunun gündemindeki hususları kendi gündemine almış ve bu bağlamda şirkten nasıl kaçınılması gerektiğine işaret ederken, aynı zamanda tevhidin neyi gerektirdiğini de belirlemiştir. Burada ne görüyoruz? Soyut bir tevhid anlayışından öte, doğrudan hayatın içinde, bizzat yaşanan sorunlar ve gelişmeler üzerinden muvahhid bir kimliğin inşasını görüyoruz.

Buradan kalkarak vurgulamak gerekirse, toplumsal ıslahı hedefleyen bir anlayışın müntesipleri açısından var olan, yaşanan gündemi değerlendirecek miyiz, değerlendirmeyecek miyiz diye tartışmak anlamsızdır; tartışılması gereken şey gündeme nasıl yaklaşılması, hangi zaviyeden ele alınması olabilir ancak!

Şüphesiz genel seçimlerin gerek doğrudan, gerek dolaylı biçimde bizleri, yapıp etmelerimizi, ilişkilerimizi etkileyeceği ortadadır. Ve hangi durumun maslahatımıza uygun, hangi sonucun maslahatımıza aykırı oluğunu tespit emenin, bu hususta kafa yormanın da haklı, mantıki bir tercih olmanın ötesinde, bir zorunluluk olduğunu görmek durumundayız. Açıkçası ilmihal bilgisi gibi bir şeydir bu, daha önemsiz ve ikincil değildir.

Neyin lehimize, neyin aleyhimize olduğu açık değil mi?

Yaşadığımız ülkede iktidarı biçimlendirecek, aynen sürmesini ya da değişimini getirecek bir seçim süreci var önümüzde. Ve bu durum netice itibariyle bizi etkileyecek; işimizi kolaylaştıracak ya da zorlaştıracak; taleplerimizin daha rahat karşılanmasını ya da yok sayılmasını getirecek; sistemden kaynaklanan mağduriyetlerimizi azaltacak ya da artıracak, bunun farkındayız. Böylesi bir noktada kahvehane ağzı takınan insanlar misali “ya bunların hepsi aynı, hepsi makam, mevki, mal mülk derdindeler, bize ne” diyen siyasal gündeme ve sorumluluk bilincine uzak apolitik tipler gibi davranmamız söz konusu olamaz.

CHP zihniyeti güç elde ederse Suriyeli muhacirlerin durumu ne olur? Daha önemlisi Suriye’deki direniş bundan nasıl etkilenir? MHP güçlenir ve hükümet ortağı olursa Kürt sorununda tıkanma ve yeniden çatışma süreci gelişir mi? HDP’nin barajı geçmesi bilhassa Kürdistan’da yaşayan Müslümanların daha fazla kuşatılması sonucunu doğurmaz mı? vb. soruları sormak, bunlar üzerinde düşünmek önemsiz bir uğraş mıdır? Gereksiz midir? Acaba İslami mücadeleden bağımsız bir iştigal alanı mıdır? Ya da bu kaygılarla AK Parti’nin zayıflamamasını arzu etmek sisteme eklemlenmek olarak mı görülmelidir?

Bazı Müslümanlar basit ve yüzeysel bir mantık yürütüyorlar ve kendi yaptıklarından, geliştirdikleri tavırdan ziyade yapmadıkları ve tavırsızlıkları üzerinden bir kimlik inşa edebileceklerini, hatta bir mücadele hattı örebileceklerini zannediyorlar. Bu saçma bir tutumdur. Hiçbir hareket, iddiası olan, topluma bir mesaj sunan, kitlesel bir mücadele zeminine oturan hiçbir oluşum ne olmadığına ya da neyi yapmadığına ilişkin beyanlarla varlık alanını dolduramaz. Ama gayet mümkündür ki, eklemlenme kaygısıyla sergilenen abartılı tutumlar neticesinde hayattan, mücadeleden soyutlanma riskiyle karşılaşabilir. Bir anlamda zalimlere karşı tavırsızlık, zulme karşı edilgenlik anlamına gelen tutum alışlar sergilemek suretiyle adeta kendi varlığını anlamsızlaştırabilir.

Elbette gelişmeler, Müslümanları, Ümmeti ilzam eden hadiseler karşısında tavır sahibi olmak demek illa da önümüze konulan çerçeve ile kendimizi kayıtlamak anlamına gelmez. Mesele şu veya bu partinin kuyruğuna takılma tahfifine de indirgenemez.

Biz kendi kimliğimizle, eleştirilerimizle, şerhlerimizle ve de taleplerimizi öne çıkartmak suretiyle seçim sürecine ilişkin tavır belirleyebilir ve bunu da kendi kimliğimizle yapabiliriz. Nasıl ki, Ümmetin maslahatına aykırı gördüğümüz bir oluşuma karşı tavır alma zorunluluğu hissediyorsak, aynı şekilde Ümmetin hayrına gördüğümüz bir yaklaşımı ve oluşumu destekleyebilir, onun güçlenmesinden yana tavır alabiliriz. Bu bizi şerh düşerek ve konjonktürel olarak desteklediğimiz oluşumla bütünleşmeye, onun potasında erimeye götürmez.   

Bazı Müslümanlar beklentilerinin merkezine kendi örgütlülüklerini, İslami kimlik ve sorumluluklarını koymak yerine sistem partilerinden birini koymuş olabilirler. Bu elbette olumsuz bir tutumdur. Aslolan bizim kimliğimizle varoluşumuzdur; umutlarımızın, beklentilerimizin merkezine İslami kimlik ve örgütlülüğümüzü yerleştirmek olmalıdır. Mamafih bu zeminde ortaya çıkan eksiklik, boşluk ya da tutarsızlıklar mevcut hal ve yaşanabilecekler üzerinde sağlıklı bir tahlil yapmamızı ve tavır almamızı engellemez. Birileri yanlış yaptıysa ya da yapıyorsa, herkesin aynı yanlışa düşmesi adeta kaçınılmaz bir kader gibi görülemez.

Müslümanlar arasında kimileri konuyu çok dar bir alana sıkıştırmaktalar, adeta “oy verme de ne yaparsan yap” türünden bir yaklaşım ortaya koymaktalar. Oysa oy verip vermek genel siyasal tutumun tezahürlerinden sadece biridir. Örneğin siyasi tartışmada tarafsanız, aktörlerden birine, ya da birilerine karşı tavır almışsanız bu da siyasal bir eylemdir.

Bu noktada şu soru üzerinde düşünelim, bir Müslümanın bir partiyi oy vererek ya da bir başka biçimde desteklediğinde cahili sisteme eklemlendiği ve akidevi açıdan saptığını düşünenler örneğin aynı kişinin o partinin iktidar olmasını arzu etmesini nasıl değerlendirirler? Cahili sistemin partilerinden birinin güçlenmesini arzu ettiğine göre yine sapmış mıdır? Ve acaba bu durumdan azade olan kaç kişi vardır?

“Oy verilir mi, verilmez mi” tartışmasına girmeksizin söylüyorum. Oy vermeyi düzenin işleyişine rıza olarak değerlendirip kaçınılması gerektiğini savunan yaklaşım da, daha yakın görülene oy verilmediğinde uzak olanların dolaylı biçimde desteklendiğini ve bunun da zalimlere arka çıkmak anlamına geldiği tezini benimseyen yaklaşım da son kertede maslahat merkezli yorumlardır, toptan mahkum edilmeyi değil tartışılmayı gerektirir. Ama kanaatimce özü itibariyle mesele oy meselesi değildir. Tavır meselesidir. Ne var ki, Türkiyeli Müslümanların genelde geçmişten bu yana bu konuyu çok yoğun bir şekilde tartışma gündeminin merkezine koymuş olmalarından ötürü konu adeta burada düğümlenmiş gibidir.

Asıl belirleyici olan kimliğimiz ve mücadelemizdir!

Oysa bizim özgün bir kimliğimiz ve mücadelemiz varsa Ümmet perspektifiyle ortaya koyduğumuz tavırlar bizim kimliğimizi gölgelemez. Maslahat mantığıyla tavır alırız ama özdeşleşmeyiz. Kaldı ki toptancı yaklaşımların zaten doğru olmadığına inanıyoruz. Yanlışa niye ortak olalım ki! Örneğin Afganistan’da Taliban’ı destekliyoruz diye her düşüncesini ve eylemini desteklemek zorunda değiliz. İhvan’ın yanındayız ama İhvan’ın zaaflarına ortak olmayız. Suriyeli mücahitlerle elimizden geldiğince dayanışma içindeyiz ama bu her yaptıklarını sahiplendiğimiz anlamına gelir mi?  

Unutmayalım ki, biz asli kimliğimizle ve Kuran ve sünnet’in rehberliğinde yürüyüşümüzü sürdürmekle mükellefiz. Ve bunu yaparken hatta zaman zaman gayrı İslami oluşumlarla dahi paralel tutumlar geliştirebiliriz. Paralellik aynileşmek değildir, örtüşmek ya da özdeşleşmek değildir.

Rabbimiz önümüzdeki süreci tüm Ümmetimiz ve mazlumlar için hayırlı kılsın; İslam’a ve Müslümanlara yönelen tehdit ve tehlikelere karşı Müslümanların saflarını koruma, güçlendirme, takviye etme niyeti ve gayretiyle ortaya koyduğumuz amellerimizi kabul buyursun. Bizleri sahih, hayırlı, bereketli amellerde buluştursun. Seçimleri Müslümanların sevindiği, zalimlerin üzüldüğü bir sonuca tebdil buyursun inşallah!