SEÇİLMİŞ OLMA SENDROMU

Ralph Waldo Emerson

VAN 27.09.2016 10:39:46 0
SEÇİLMİŞ OLMA SENDROMU
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Evet, güçlü ve seçilmiş olmak özgüven patlaması yaparak, kişinin kendisini herkesten ve her şeyden müstağni görmesine yol açıyor. Ve lider odaklı yapılanmalarda, hayatlar her daim rest üzerine kuruludur. Var olmak ya da olmamak aynıdır liderler için. Çünkü onlar seçilmiştir!
“Kim olduğun öyle bir haykırıyor ki; ne dediğini duyamıyorum…”

İktidar güç demektir.
Güçse enaniyettir, gururdur, kibirdir…
Güçlü olan liderdir, seçilmiştir, erişilmezdir ve mutlak itaat ister.
Çünkü O, Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir ve tartışılmaz olandır.
Bu gücü ona vehmettirense koşulsuz itaat edenlerdir.
Tabi olanlar onu kutsayarak her sözünde hikmet arar, emir ve yasaklarına odaklanır.
Sözün yalanı ya da yanlışını düşünmeksizin, imani bir bağlılıkla kendini itaate adar.
Çünkü onlar, tabi olandır, tebaadır, itaatkâr ve edilgendir.
Kimliğini kanıksamayı zaman ona öğretmiştir.
Ve zaten yıllarını hizmet edebileceği birini arayarak geçirir.
Azgelişmiş toplumlarda analar, dünyaya daima itaatkâr, pasif ve munis tabiiler doğurur.
Çocukluğundan itibaren birey, gerek aile, gerek okul, gerekse toplumsal yaşamında itaat için eğitilir.
Yaşamın her safhası onu daha edilgen yapar.
Çocukluğu devler ve kafdağı masallarıyla yoğrulurken, gençliği ise kendine karizmatik bir lider aramakla geçer.
Bu bazen bir devlet ya da kabile başkanı, bazen hezeyanlarla dini duygularını sömürerek hegemonya kuran bir tarikat veya cemaat lideri, bazense onu büyülü hülyalara daldıran sahte bir Mesih’tir…
Hayatın anlamı zaten nedir ki?
Seçkin olana hizmet ve vehimlerine figüran olmaktan başka!
Öyle olması da elzemdir, çünkü lider olan seçilmiştir ve ona itaat ibadettir…
Günümüz insanları sanki bir avuç seçilmişin güçlü ve diri kalabilmesi için gereken enerjiyi, kalbi, beyni ve ruhu ile efendisine bağlanarak ona güç devşiren, sanal programlarla uzaktan yönetilen zihinsel köleleri andırıyor.
Tüm yeryüzünde koyu bir fanatizm hâkim ve toplumlarımız seçkinlerini maalesef popülizmlerle belirliyor.
Nitelikten yoksun oluş ve kültürel yoksulluk, günümüz İslam toplumlarında popülist düşünce hâkimiyetinin ve seçkinlerin kendilerini müstağni görmelerinin temel etkeni.
Sömürgeci güçlere olan derin teslimiyetlerimizin altında devlet, mezhep, cemaat, grup, hizip benzeri tüm yapılanmalardaki yönetici ve liderlerin dar görüşlü, bağnaz ve ufuksuz oluşları yatıyor.
Dalga dalga gelen bozgunlarla ricat seansları yaşayışımızı yıllardır her ne kadar yanlış İslami kabullere bağlasak ta, gerçek arka planda muktedirlerimizin vehimlerle dolu yetersizlikleri var.
Müslüman topluluklar yıllardır kendini seçilmiş zanneden lider, şeyh, üstat, din meczupları ve mehdilik iddiasındaki ego manyakların tasarrutu altında.
Bâtıni eğitim, tarikat ya da cemaatsal saplantılarla beraber mistik bir din anlayışı beraberinde itaatkâr ve gönüllü köleler halinde yetişen topluluklarımız, hiç bir zaman bağımsız düşünceye ve alternatif bakış açılarına ihtiyaç duymuyor, bilakis bu çağrılara istifhamla bakıyor.
Toplumların en önemli yönlendirici unsuru olan din ve siyaset, bağımsız kalamayan, düşünemeyen, üretemeyen ve sorgulamayan liyakatsiz liderler ve yöneticilerin elinde.
Bu da şüphesiz, nitelikli ve özgün kadrolar yetiştirilmesine, özgürlükçü, bağımsız İslami düşüncenin gelişimine engel olmakta.
Ve bu anlayış FETÖ örneğinde de görüldüğü gibi tüm örgütsel yapılanmalarımızda beyinleri dumura uğramış, lider ve hocalarını seçilmiş gören, efendisinden gelen her sözü emir telakki ederek düşünmeden icra eden, kendi halkı ve insanına karşı dahi olsa emperyalistler tarafında yer alarak hizmette beis görmeyen niteliksiz şakirtler üremesine zemin oluşturuyor.
Artık öyle bir cinnet yaşıyoruz ki, sömürgeci kolonyalistler tarafından yıllardır İslam toplumlarına dayatılan ve Müslüman halkların katı reaksiyoner tavırları sayesinde bir türlü içselleştirilemeyen batı emperyalizminin kavram ve kurumları; “modernlik/sekülerlik/demokrasi/insan hakları” gibi sloganik sunumlarla, ırkçı ve şövanist dalgalar eşliğinde tüm İslam dünyasında gür seda ve tekbirler eşliğinde Müslüman topluluklarca tekrarlanmakta.
Modern/seküler zamanları yaşadığımız bu demde, maalesef kendimizi ifade edemiyor, haykırış sandığımız inilti ve yakarışlarımızı kendimizden başkasına dinletemiyoruz.
Ve sanırım yüreğimizin derinlerinde yıllarca biriktirmiş olduğumuz öfke ve hınç, toplumsal duyarsızlıklar karşısında kendimizi, varoluş gayemizi ve istikbale dair ümitlerimizi yiyip bitirerek bizi kendi toplumlarımıza yabancılaşmaya götürüyor.
Bu gün batı ideolojik bir savaş yürütüyor ve bizler o kadar güçsüzüz ki.
Gerçeklerin çarpıtıldığı, bozularak baskı altına alındığı bir düzlemde artık mücadele bir yana, kendimizi ifade edemiyor ve kitlelere ulaşamıyoruz.
Popülist kültür ve dünyevileşme çağrıları devasa hoparlörlerle, seçilmişlerin ellerinde, tüm sokak ve köşe başlarında yankılanırken; bizler küçücük FM radyolarla yaptığımız parazitsel yayınlarla kimseyi düşlerinden arındıramıyoruz.
Sanki bulaşıcı bir virüs sürekli çoğalarak dünya genelini tebaalaştırıyor, köleleştiriyor.
Artık toplumlarımız sömürge devletlerin ve bir avuç muktedir liderin zombisi halinde…
Algı operasyonları o kadar güçlü ve gelişmiş ki, itaat kültürü ile büyüyen nesillerin bu saldırı ve tehditler karşısında pasif ve edilgen tavır geliştirmelerinden daha tabii ne olabilir?
Günümüz tüm seçilmişlerin alanlarda yankılanan vaaz ve konuşmaları enaniyet dolu ve hepsi de bıkmadan yılmadan aynı cümleyi tekrarlıyor:
“Allah beni insanlığın kurtarıcısı olarak seçti!”
Evet, güçlü ve seçilmiş olmak özgüven patlaması yaparak, kişinin kendisini herkesten ve her şeyden müstağni görmesine yol açıyor.
Ve lider odaklı yapılanmalarda, hayatlar her daim rest üzerine kuruludur.
Var olmak ya da olmamak aynıdır liderler için.
Çünkü onlar seçilmiştir!
Varlıklarını, itibarlarını, liderliklerini devam ettirebilmek için her türlü riski göze alabilirler.
Liderlik imajları zarar görmesin için, yanlışlığına inandıkları şeyleri peşi sıra savunmaktan, icra etmekten çekinmezler. Çünkü hayatları ve karizmaları liderlik üzerine kuruludur.
O yüzden, bizim gibi azgelişmiş toplumların hayatı, pamuk ipliği gibidir çoğu zaman.
Kırılgan, naif ve ömürsüz…