'Seçici duyarlılık', nerden baksan ırkçı, nerden baksan oryantalistçe

YASİN AKTAY

VAN 20.09.2014 11:57:35 0
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Suriye'de IŞİD ile PYD güçlerinin çatışmasından, daha doğrusu, IŞİD'in önlenemeyen ilerleyişinden ve dehşetinden kaçmak zorunda kalan Kürtlerin Türkiye sınırlarından girmesiyle birlikte Suriyeli misafirler konusu yeni bir boyut daha kazandı.

Türkiye'nin insani yardım konusunda, özellikle canı tehlikede olanın sığındığı güvenli bir liman olma konusunda hiç bir dinsel, mezhebi veya etnik kökene bakmıyor olduğu iddiasını kanıtlamak için tabi ki böyle olayların yaşanmamış olmasını çok daha fazla isterdik.

Keşke olmasaydı. Ama oldu.

Olanda bizim için ibretler olduğu kadar imtihanlar da vardır.

Türkiye'nin Suriye'den ve Irak'tan gelen insani göç dalgasına karşı sergilediği tutum neresinden bakarsanız müstesna bir tavırdır ve her türlü takdirin ötesindedir.

Bu müstesna tavrı ve uygulamaları baştan beri takdir etmek bir yana her türlü kulpu takmakta yarışanları utandıracak bir şey beklemiyoruz.

Onlar iyilik yapmadıkları gibi iyilik yapanların iyiliklerini engellemekle meşguller. Böylece kendi duyarsızlıklarını, insanlığa karşı sergiledikleri sorumsuzluklarını haklı kılacak, onları içinde bulundukları cimrilik ve pintiliğin kıpırdatabileceği vicdan kırıntısını da rahatlatacak bir bahanenin peşindeler.

Bu bahane onları her geçen gün daha da saldırgan daha da küstah kılıyor. Bu haleti ruhiyenin tabiatı bunu gerektiriyor. Şimdiye kadar kabul edilmiş 1.5 milyona yakın misafirin hepsinin Sünni olduğunu ve bu olayda hiç bir insani boyut olmadığını söyleyebiliyorlar.

Oysa işte neredeyse Suriye ve Irak'ın her yanından gelmek zorunda kalanların oluşturduğu kompozisyon içinde olmayan yok. Türkmen'in de Arab'ın da hem Şiisi hem Sünnisi, Ermeni, Yezidi, Hıristiyan, Kürtler de vardı, ama şimdi daha çok sayıda Kürt'ün Suriye'den geleceği anlaşılıyor.

Türkiye insani yardım sözkonusu olduğunda mazlumun da zalimin de ne dininin ne mezhebinin ne de etnik kökeninin sorulamayacağını dünyaya öğretiyor. Bu konuda bugünün dünyasının bu derse fazlasıyla ihtiyacı var. Zira dünyanın içine gark olmuş bulunduğu bu hizipçilik hiç de hayra alamet değil.

Zalimin kimliğine bakıp, kendi zalimini hoşgören, onu sorgulamayan, ona karşı hiç bir vicdani uyanışa yol vermeyen gaflet, insanlık için bir felakettir ve bu felaket şu anda dünyada dış politikanın neredeyse normu.

Hele kendi zalimi zulmetmişse mazlumun haline kör, feryadına sağır kalmanın bu kadar kolay olabildiği bir dünya...

Ne yazık ki, bu dünya son dört yıldır bölgemizde yaşananlara karşı sözümona uluslararası toplumun halini özetliyor.

İsrail Gazze'ye aralarında 500'ü çocuk olmak üzere 2200 kadar sivil insanı hava bombardımanı ile katlederken Avrupa'da dikkatini çekmek istediğim bir akademisyen, batılı sıradan vatandaşların tepkisizliğini şöyle açıklıyordu: 'Ortalama bir batılı Filistin ile İsrail, yaklaşık 70 yıldır birbirlerine saldırıp duruyorlar diye bakıyor.. Bu seferki saldırıda kimin kimden ne kadar öldürdüğünün pek önemi yok. Barış da tesis edilse, nasılsa o da çok uzun sürmez. O halde bırakın ne halleri varsa görsünler noktasına geliyor'.

Bu, her bir küçük parçasında büyük dramların üretildiği Ortadoğu coğrafyasında yaşananları inkar eden, korkunç bir lakaytlık. Bu algıya göre Ortadoğu'da yaşanan hiç bir insani dramın hiç bir ekonomik değeri yoktur. Bugün dünyada olup bitenlere karşı sergilenen bu duyarsızlığın 1915 denilince bir anda bütün antenlerini açıyor olmasını ve tabii ki yine IŞİD denilen yeni büyük canavar karsında ayaklanma moduna geçmesini bir kenara kaydedelim.

Bunun adını seçici duyarlılık da koyabilirsiniz. Neresinden bakarsan ırkçı, neresinden bakarsan oryantalist.

Aslında batılı akademisyenden aktardığım, Ortadoğu hakkında üretilmiş olan bu algı, batılı ülkelerin her birinin bu coğrafyada olup bitenlere dair kendi vatandaşları nezdinde yürüttükleri başarılı meşrulaştırma kampanyalarının bir sonucu.

Kuşkusuz bu kampanyaların bir sonucu tam bir duyarsız, kaygısız toplum. Oysa duyarlılık ve diğergamlık bir toplumun hayatiyetinin en önemli göstergesi.

Üç dört yıl içinde canını tehlikede görüp sığınmak isteyene güvenli bir melce olan Türkiye 1 buçuk milyona yakın insanı en iyi şartlarda ağırlayarak sergilediği duyarlılıkla aslında kendi hayatiyetini pekiştirmiş oluyor.