RİYASET – BAŞKANLIK

İslâm ne Hakkı aldatır, ne halkı aldatır. Aldatmayı kötü bilen ve bildiren bir sistemin adıdır İslâm. Kimsenin kimseyi aldatmaya hakkı yoktur. İnsanları kandırarak sevketmenin insanlar için de bunu yapanlar için de bir onuru bulunmamak

VAN 28.07.2015 11:51:34 0
RİYASET – BAŞKANLIK
Tarih: 01.01.0001 00:00




İslâm, vahye teslim olma anlamına geldiğine göre lügat manasını aşıp kendine özgü bir kavram anlamına kavuşmuştur. Din olarak İslâm denildiğinde kesinlikle Kur’an’da bulunan vahiyler toplamı anlaşılır. Bu önce Cibril’e, Cibril’in de, Allah’ın insanlar arasından elçi seçtiği Muhammed(a.s.)’e verdiği bilgiler anlamındadır ki bunların toplamı Kur’an’da bulunmaktadır.


Kur’an İslam’ın ana kaynağıdır ki kaynaklığı bakımından nasıl sıradan bir Müslüman için kaynaklık vasfına haiz ise Allah’ın elçisi Muhammed için de aynı şekilde kaynaklık özelliğine sahiptir. Yani sıradan bir kimseyi bağlayıcılığı nisbetinde Allah’ın elçisini de bağlamaktadır. Kur’an’la bildirilen dünya görüşü ve bu görüşe bağlı yaşam biçimi, Allah tarafından kullarına gönderildiğinden, yoktan var ettiği kullarının yaratılışında bulundurduğu özellikler göz önünde bulundurularak tespit olunup, gönderilmiştir. Böyle olunca da dünya görüşü ve yaşam tarzı anlamları toplamı manasına gelen din, kulları için kolaylaştırılmıştır. Kur’an’ın birçok ayetinde bu kolaylık açıklıkla dile getirilmektedir. İnsanı, eşyayı ve kainatı yaratan Allah, yarattıklarının gerçeğini her varlıktan daha iyi bilendir. Yaratışta da kendisi için geçerli kurallar koymuş ve bu kurallarda değişiklik olmayacağını belirtmiştir.

Ki bunlara Kur’an diliyle ‘Sünnetullah’ denilmektedir. Allah özellikle canlıları yaratırken en küçüğünden en büyüğüne kadar hepsini ‘tek başlı’ olarak yaratmıştır. Küçücük pireden, koskoca file kadar bütün canlılar tek başlıdır. Baş’ın tekliği Sünnetullah’tan dır demek kesinlikle yanlış olmaz. Zaten Allah’ın da tek olması ayrıca bunu gösteren bir başka delildir. İlahın iki olması halinde bu düzenin-kainat düzeninin- aynı kalmayacağını, bozulacağını açıkça yine Kur’an buyurmaktadır.

Liderliğin, tabiatı itibariyle ferdi -tek- oluşu Allah’ın yarattığı canlılar için koyduğu kurallardandır. İki başlılığın asla düzenlilik anlamına gelmediği, dünyanın hiçbir yerinde birden fazla baş ile bir şeylerin yapıldığı görülmemiştir. Yalnız Fransız ihtilalcilerinin ‘triumvira’ adını verdikleri üç başlı yönetimin ne denli felaketlere ayrıca sebep olduğunu yakın tarihi bilenler gayet iyi hatırlayacaklardır. Eski Yunan’da Atina’da yalnız vatandaş olanlara has olan görüş izhar etme, yani oy kullanma hakkı, şehrin ‘Forum’ denilen meydanında toplanan 25 bin nüfuslu şehrin 3 bin vatandaşının açıklanan görüşlerden biri lehine oy kullanarak en fazla oyu alan görüşün kanunlaşması şeklinde işliyordu. Seçilen liderin de ne kadar yardımcısı olursa olsun, ne miktarda müşaviri bulunursa bulunsun yine de liderliğin tabiatının ferdi oluşu sebebiyle sonuç olarak tek kişinin karar verdiğini ve bu kararın uygulandığını görüyoruz.

Meclisli, meclissiz bütün ülkelerde, her şeye rağmen yönetim tek elden ve bu ele güç veren odakların tek ele verdiği imkanın sonucu olarak gerçekleşmektedir. Bu cümleden olarak örneğin Türkiye’de iktidar, yani siyasi güç asla mecliste olmamıştır. Kurulduğunda Mustafa Kemal’de idi. Sonra İsmet İnönü’nün elinde olmuştur. 14 Mayıs 1950’lerden itibaren ise Meclise rağmen kesinlikle Adnan Menderes onu elinde bulundurmuştur. Nitekim “Odunu koysam milletvekili seçtiririm” diyen bir insan yetkilerinin de sınırını belirtiyordu aynı zamanda…

Tıpkı M. Kemal’in koskoca Meclise karşı tek başına “Efendiler!.. Buna şapka derler. Giymeyenin başı kesilir” demesi de iktidarın tek başına onun elinde olduğunu gösteriyordu. 27 Mayıs 1960’lardan bu yana ise iktidar gerçekten yalnızca askerlerin elinde bulunmuştur. Öncelikle Milli Güvenlik Konseyi’nin, sonra ise anayasal bir kurum haline getirilen Milli Güvenlik Kurulu (MGK)’nun vasıtasıyla ordu iktidara sahibiyetini sürdürmektedir. 12 Eylül’de de Org. Kenan Evren’in tek başına elinde idi. Ne var ki ele güne karşı en azından bir heyet görüntüsü vermek kaçınılmaz görünmektedir. Kamuoyunu kandırabilmek, insanlara aslında sahibi bulunmadıkları şeyin sahibi intibaını vermek için meclisler bulunmakta, heyetler kurulmaktadır.

Adına meclis veya kurul denilsin gerçek değişmemekte ve gerçek iktidar -siyasi güç- tek elde bulunmaktadır. Bu tek el, çoğu zaman kendini bir heyet veya meclisle temsil ediyor göstermektedir o kadar. Bu cümleden olarak TBMM’nin durumunu göz önünde bulundurursanız, bu meclise görünürde milletin temsilcileri olarak geldiği sanılan kimseler çıkarlarının temsilciliğinden başka bir şey yapmamaktadırlar. Diğer yandan Partilerinin grup kararları istikametinde oy kullanma zorunluluğu da yönetimde kararların parti liderleri tarafından, onların isteği yönünde alındığını, yani yine liderin dediğinin olduğu görülmektedir. Piyasaya her ne kadar kollektif kararlaşmış gibi lanse edilse de bilinmektedir ki kararlar gerçekte ferdi olarak alınmaktadır.

Uygulanması ise aşağılarda yine fertlere kalmaktadır. Bu tabiidir. Riyaset, yani başkanlık gerçekte doğal olan yönetim biçimidir. Resullah da İslâm toplumunun başkanı idi. İslâm yargının, yasamanın ve icranın ayrılığına izin vermez. Bu düşünce son iki yüzyıldan beri moda ise de dünyanın her tarafında görülmektedir ki yargı da, yasama da icranın (yönetimin) istediği istikamette çalışmakta ve kararlar almaktadır.

Daha geçen gün Ankara DGM’nin Sivas Olayları sanıklarıyla ilgili kararları siyasi rüzgarlar tarafından nasıl bir o yana, bir bu yana eğilmek istenildiğini göstermiştir. Avrupa’ya kendini endekslemiş bir Türkiye’de Mahkemelerin kararları bile batı kamuoyunun isteği istikametinde alınacaktır. Mahkeme, buna imkan vermemiş midir, temyiz bu yanlışı(!) Bağdad’dan çevirecektir. Hani mahkeme kararları üzerinde tartışılmaz, tenkid edilmez idi ve bunu yapmak da kanunlara göre suç idi! Neden bu suç kesin olarak işlendiği halde hiçbir savcı DGM kararlarını tenkid eden eleştiren çevreler aleyhine takibata geçmemektedir.

Siyasi iktidar, Avrupaya endeksli olduğundan yargıda da, yasamada da, icrada da batının iktidarını üzerinde hissetmekte ve batının isteği istikametinde kararlar almaktadır. Bu kararlar her alanda kendini göstermektedir. Başkanlık, adı üzerinde insanların aynı dünya görüşünü ve bu dünya görüşüne bağlı yaşam tarzını kabul ettikleri ortamda bu amacı gerçekleştirmek için aralarında organize olmaları ve bu organizasyonun başına da içlerinden birini seçmeleriyle teşekkül eder.

Başkan, yöneteceği insanlar için İslâm esasından kesinlikle sapmadan, tevhid akidesine asla ters düşmeyecek, Müslümanların izzetini koruyacak, isabetli kararlan almak için Müslümanlar arasından seçilecek ‘İstişare Meclisi’ üyeleriyle ülke meselelerini istişare eder. Bu danışmalar, hakkında hüküm verilecek, kararlaştırılacak konularla ilgili kararın en iyi olabilmesi, en isabetli olabilmesini sağlamak içindir. Allah aklı yalnız tek bir kişiye değil, bütün insanlara derece derece verdiğine göre, başkan ne kadar akıllı olursa olsun Allahın kendilerine akıl verdiği kişilerden bilgi ve becerisi bulunanlarla danışarak kendi kararını oluşturmak, eksiğini tamamlamak, fazlasını atmak ve en uygununu kararlaştırmak imkanına sahip olur. Başkan bu suretle en uygun kararları alır ve uygular, uygulanması için amir ve memurlarına emir verir.

Bir başkanın, başkanlığını meşru kılması ancak seçiliş sebeplerinin varlığını korumasına bağlıdır. İslâmi bir toplumda birisinin başkan olması Allah’ın hükümleriyle hükmetmesi şartına bağlı bulunduğuna göre, başkan meşruiyetini ancak bu şartın gerçekleşmesi halinde taşımaya devam eder. Aykırı davranması halinde ise ‘Mezalim Mahkemesi’nin kararı ile başkanlıktan alınır. Bu sebeple İslâmi düzende ve gerçekte de başkanların süreli olarak seçilmesinin hiçbir geçerli gerekçesi bulunmamaktadır.

Neden ve hangi şartlara bağlı olarak seçilmişse bir başkan bu şartları taşıdığı sürece başkanlığının devamı asıldır. Bunamadıkça, başkasının hakimiyetine girmedikçe, Allah’ın hükümleriyle hükmettikçe başkanlığının meşruiyeti devam ediyor demektir. Seçimini durup dururken yenilemenin hiçbir anlamı yoktur. Zaten başkanlık yapabilme özelliklerini yitirmişse seçimin yenilenmesi neyi değiştirecektir? Danışma -istişare- meclisi üyeleri için de durum böyledir. Liyakat asıldır. Başkan yalnız meclis üyeleriyle danışmalarda bulunmakla yetinmez. Gerekli gördüğünde konunun uzmanlarıyla, daha da ileri giderek bütün bir halk ile istişare eder. Bunu bugün referandum denilen usul ile yapar. Halkoyuna başvurur. Bu tür işler tüm halkla birlikte yapılabilecek işler için geçerlidir. Kararları başkan aldığı ve aldığı kararların uygulamasının başı da olduğu için tüm sorumluluk başkandadır.

İslâmi yönetim şeklinde asla dokunulmazlık söz konusu değildir. Devletin başından ayağına kadar hiç kimsenin işlediği suçun kovuşturulması tehir edilemez. Hiç bir görevli dokunulmaz değildir. Bilakis sorumluluğun büyüğü devletin en başında bulunana aittir. Demokrasilerde olduğu gibi sorumsuzluk olmayıp sorumluluk vardır. Demokrasilerde cumhurbaşkanları suç işlese bile suç işlememiş sayılır ve masumdur, dokunulmazdır. İslâm da ise dokunulma istisnasızdır.


Yeter ki kişi kendisine dokunulacak bir iş yapmasın. Dokunulacak bir iş yapan kim olursa olsun dokunulur. Yani sorgulanır, yargılanır ve hakkında hüküm verilir. Ya beraat eder veya hüküm giyer. Bu hususta kimse istisna değildir. Böylesi bir eşit davranış ise yalnızca İslâm’ın işidir, başka dünya görüşlerinin değil. Liderlik-başkanlık özü itibariyle gerçekten ferdidir, kollektif değildir. Bunun içindir ki liderin başkanlığında istişare meclisi üyeleri, danışmanlar, uzmanlar, işinin ehli olan her alandaki kimseler kendilerinin bilgi ve birikimlerinden yararlanılacak kimselerdir.

Ve bunlar laf olsun için bulundurulmazlar, gerçekten kendilerindeki bilgi ve birikimlerden yararlanmak için bulundurulurlar. Yukarıda da söylediğimiz gibi liderlik taşıdığı özelliklerden dolayı teşekkül etmiş bir kurum olduğuna, lider -başkan- seçilen de taşıdığı liyakattan dolayı seçildiğine göre belirli süreler için seçilmesi gibi saçmalıklara başvurulmaz. Aslolan yönetimin düzgünlüğü ve yöneticilerin hizmet verdiği kitlelere her açıdan hizmet vermeyi sürdürmeleridir. Bu hizmet sürdüğü, adalet dağıtıldığı, uygun görüşler kanunlaştırıldığı, uygulamaların seri ve yerli yerince yapıldığı, bütün bu işlerin başarıldığı bir ülkede laf olsun diye başkan seçimlerini şu kadar senede bir tekrarlamanın hiçbir anlamı yoktur. Başkan, başkan olmasını sağlayan özelliklerini koruduğu sürece başkanlığı devam eder. Bu başkanlık sisteminin gereğidir. Başkanlık kimselere ırsi olarak yazılmış değildir. Ortaçağ Avrupasın da Kilisenin desteği ile halka yutturulan ‘Kralın, Kral olacağını Tanrı belirlemiştir’ saptırmasının İslâm nazarında hiçbir değeri ve anlamı yoktur.

Hem İslâm da ki krallık değildir, sultanlık değildir. Sultan kelimesi sulta (güç) sahibi anlamına gelir. Ve gücün ellerine verildiği kimseler kelime anlamı bakımından ‘sultan’dırlar. Lâkin halkın ve kendini aydın sananların sandığı gibi sultan, bir babanın oğlu olmasının sonucu sultayı eline alma yetkisine sahip değildir. Böyle yapanlar ümmetin yöneticisini seçme hakkını elinden alan, çalanlardır. Bunu, İslâm asla caiz görmez. Bir babanın da oğlu sulta sahibi olabilir. Lakin bunun gerekçesi yalnızca yetenektir ve buna ümmet karar verir, yoksa filanın oğlu olması değil. Ümmet her defasında başkanını kendisi bizzat seçer. Herkes şunu bilmelidir ki her başkan ölüm, bunama, başkasının hakimiyetine girme, esir düşme ve benzeri sebeplerden dolayı başkanlığını kaybetmesi halinde onun yerine geçecek olanı belirleme hakkı yine ümmete döner ve ümmet belirler her defasında başkanın kim olacağını…

Halen başkan olan, kendisinden sonra kimin başkan olacağını belirleyemez, böyle bir hakkı yoktur. Ne var ki ümmet bu başkanın yönetiminden memnun ise bu takdirde başkanlığı şöyle veya böyle sona ererken yönetiminden memnun olan insanlar ondan, kendisinden sonra kendilerine kimi tavsiye edebileceğini sorabilirler. Onun söylediğine biat etmek zorunda olmadığı halde yönetiminden razı oldukları başkanın fikrini, görüşünü almış, onunla da bu konuyu tartışmış ve danışmış olurlar. Tabiidir ki bir tavsiyenin asla bağlayıcılığı yoktur ve olamaz da… Tıpkı insanın evinden çıkan ama çok memnun olduğu kiracısına ‘senden çok memnun idik. Biz burayı yine kiraya vereceğiz. Tanıdığınız sizin gibi iyi bir kimse var ise haberdar ediniz, bize tavsiye ediniz’ kabilinden bir durumdur bu.. Ev sahibi buna rağmen kendi tercihini kullanacak ve evini istediğine verecektir. Lakin gerek evi terk eden kiracı, gerekse ev sahibinden biri diğerine şuna veya buna veriniz veya kime verelim diye sorabilir. Tavsiye alabilir. Söylediğimiz gibi bu tavsiye bağlayıcı olmasa da…

Başkanın durumu da böyledir. Kendisini yıllarca yönettiği insanlar kendisinden, ondan sonra kendilerine kimi tavsiye edebileceğini sorduğunda başkan kanaatini söyleyebileceği gibi kimse sormadan da başkan halka tavsiyesini arz edebilir. Zira tavsiyenin bağlayıcılığı yoktur. Başkanlık sistemi, sorumluluk üzerine kurulu bir sistemdir. Başkanı bilgilendiren, gerekli görüşlerle techiz eden kurumlar her ne kadar var ve çok ise de başkan kendisine verilen fikirlerden en uygununu, kendi görüşü olarak sorumluluğunu da üstlenerek kabul eder ve kanunlaştırır. Kimin elinin kimin cebinde olduğunu kimselerin bilmediği bugünkü yönetimlerin halkı aldatmaktan başka bir rolü bulunmamaktadır. Kararları alanlar cesaretle sorumluluğunu da almalıdırlar. Şimdiki yönetimde karar alma mevkiinde bulunanları bilebilmek, görebilmek ve hele de yakalarına yapışabilmek mümkün değildir.

Örneğin kimseye hesap verme gibi bir derdi bulunmayan Milli Güvenlik Kurulu Tavsiye kararlan alıyor fakat bunları hükümet uyguluyor. Minareye kılıf uydurma kabilinden kararlarını karar olarak değil, fakat tavsiye olarak bildirmektedirler hükümetlere. Lakin ne menem tavsiye ise, hiçbir tavsiyeleri de geri çevrilmemekte, aynen kanunlaşmaktadır. Bu durumda hükümet mi hükümettir, yoksa Milli Güvenlik Kurulu mu hükümettir? Azıcık üzerine varsanız dayanıklılığını göremezsiniz, bir hamlede gerçek ortaya çıkar. İslâm ne Hakkı aldatır, ne halkı aldatır. Aldatmayı kötü bilen ve bildiren bir sistemin adıdır İslâm. Kimsenin kimseyi aldatmaya hakkı yoktur. İnsanları kandırarak sevketmenin insanlar için de bunu yapanlar için de bir onuru bulunmamaktadır. Aldatma onursuzluktur. Liyâkat başkanlıkta olmazsa olmaz bir unsurdur. Bu liyâkati gösterenler arasından yapılacak seçimle İslâm ümmeti başkanlarını seçerler.

Ve Ona yükledikleri yükün taşınmasında onun yardımcısı olurlar. Muhalefet, demokrasilerdeki gibi değildir. Başkanın partisinin dışında düşünenlerin de partisi olur ve kendilerinden seçilmedi diye başkan ne yapar ve ne derse hepsi yanlış demez ve diyemez. Zaten İslam da muhalefetin ana görevi sistemin gereği gibi yürümesinde başkana yardımcı olmak ve meydana gelebilecek sapmalardan Başkanın korunmasını sağlamaktır. Demokrasilerde bunun tamamen tersi işlev yüklenen muhalefet, iktidardakiler ne yapar ve ne derlerse hepsine karşı çıkmakta, sonuç olarak kabak milletin başına patlamaktadır. Bunun hesabı da kimselerden sorulmamaktadır. Muhalefet kendi görüşünü söyleyerek iktidarın yardımcısı olur. Bu görüşler yanlışları belirtmekle olduğu gibi, doğruları da desteklemek suretiyle gerçekleşir. Evet biz diyoruz ki yönetimde en gerçekçi ve geçerli yöntem başkanlık sistemidir.

Bu sistem anlatmaya çalıştığımız ölçüler içerisinde yapılması halinde gerçekleşir ve mürüvveti görülür. Şimdiki kaos Türkiye’yi de, uygulandığı diğer ülkeler insanlarını da kurtuluşa çıkaramaz, çıkarmamıştır. Bu ülkenin insanlarının her şeyi İslâm iken Boyner gibilerin Nisan yağmuru türünden ambalaj değişikliğinin ötesinde bir başka anlam taşımayan çıkışları sonuçsuz kalacaktır. Ne denli destek verilirse verilsin bu ülkede gerçekten İslâm’a dayanmayan yöntem ve yönetimlerin yaşama şansı vardır. İslâm dışılıkların yaşam imkânı verebilmesi ancak serumun bağlı olduğu süre için geçerlidir. Ve Türkiye 70 yıldan beri serum bağlanarak yaşatılmaya çalışılan bir sistemle yönetilmeye çalışılmaktadır. Bu sebepten de halk, bürokrat, teknokrat, asker, sivil, esnaf, işçi, memur, çoluk, çocuk, kadın, erkek kimseler memnun değildir bu sistemden. Geliniz söylediklerimiz bağlamında konuyu bir daha ve yeniden düşünelim. Düşünmekten zarar gelmez. Düşünceler de konuşularak eğriliği-doğruluğu anlaşılan şeylerdir.

Ercümend ÖZKAN/ 

İnanmak ve Yaşamak s.559 
- See more at: http://www.iktibasdergisi.com/riyaset-baskanlik/#sthash.8XUuFOzt.dpuf