REFERANDUMA TEPKİ

25 Eylül referandumu dendiğinde akla ilk gelen veto

VAN 13.09.2017 11:03:31 0
REFERANDUMA TEPKİ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün bölgedeki zar zor ayakta tutulan tüm dengelerin bozulması, var olan istikrasızlığın daha da büyümesi, Türkiye’nin doğacak siyasi sismik sarsıntılardan uzunca süre etkilenmesi anlamına gelecektir…  Türkiye 1870’de Fransa’nın yaptığı hatayı yapmamalı, duygusal davranarak tüm Kürtleri karşısına alacak, kendi karşıtlığında birleştirecek bir stratejiyi benimsemekten mümkün olduğunca kaçınmalıdır. 
Karar/ Mensur Akgün
Irak’ın ve Suriye’nin toprak bütünlüğü Türkiye için hem ilke, hem de siyasi gereklilik olarak önemli. Türkiye iki komşusunun var olan sınırlarının korunması için tüm ilgili tarafları teşvik etmek, muhtemel sonuçları konusunda herkesi uyarmak zorunda. Ne de olsa ülkelerin toprak bütünlüğünün korunması her şeyden önce sistemsel bir prensip. Toprak bütünlüğü ilkesi olmadan devletler arası sistem çalışmaz.
Gereklilik kısmına gelince; Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün bölgedeki zar zor ayakta tutulan tüm dengelerin bozulması, var olan istikrasızlığın daha da büyümesi, Türkiye’nin doğacak siyasi sismik sarsıntılardan uzunca süre etkilenmesi anlamına gelecektir. Unutmayalım ki söz konusu olan sadece bir veya daha çok Kürt devletinin güney sınırlarımızda kurulması değil, Irak’ın geri kalanın ne olacağı, Suriye’nin geleceğinin nasıl şekilleneceğidir de.
Parçalanacak olan ülkelerin hiç birinin adının Çekoslovakya olmadığını, dolaysıyla da kadife boşanmaların gerçekleşmeyeceğini, toprak ve yetki ihtilaflarının ayrılıklardan sonra da süreceğini, tanıma sorunlarının yaşanacağını, İran’ın bölgedeki etkisinin fazlasıyla artacağını, büyük devlet rekabetinin askeri varlıkla yanı başımıza kalıcı bir şekilde taşınacağını düşünürsek sorunun bir tek PKK sorunu olmadığını görebiliriz.
Kaldı ki PKK da kendi başına bir sorun olarak karşımızda her zamankinden çok daha ciddi bir risk ve tehdit olarak durmaktadır. PKK ilk defa bir büyük devletle, Türkiye’nin NATO ortağı ABD ve hatta diğeriyle de açık bir “ittifak” ilişkisi içini girmiştir. Ayrıca bu dönemde ABD-Türkiye, AB-Türkiye ilişkileri uzun süredir olmadığı kadar gergin ve taraflar birbirinden uzaktır. Dolayısıyla Irak’taki referandumdan da, PKK’nın PYD adı altında Suriye’de kazandığı zeminden de Türkiye’nin kaygı duyması doğaldır.
Buradaki sorun kaygılandığımız gelişmelerin gerçekleşmemesi için ne yapacağımızla ilgilidir. 25 Eylül referandumu dendiğinde akla ilk gelen veto etmek, yetmezse askeri müdahaleyle durdurmaktır. Askeri müdahale her devlet gibi Türkiye için de bir opsiyondur. Ancak askeri müdahale, müdahale olsun diye yapılmaz. Belli bir hedefe ulaşmak, bir siyasi amacı gerçekleştirmek için yapılır. Yapılırken de elinizdeki imkanların istediğiniz amaca ulaşmaya yetip yetmeyeceği hesaplanır.
Daha da önemlisi kullandığınız yöntemin, yani güç kullanmanın en doğru yöntem olup olmadığı göz önünde bulundurulur. Çünkü bazen seçtiğiniz yöntem ulaşmaya çalıştığınız amacın tam tersi sonuç da doğurabilir. Irak’ta belki size yakın olabilecek bir devletin kurulmasına karşı kullandığınız “veto” tüm Kürtlerin birleşmesine, karşınıza size aidiyeti ve kuruluş ideolojisiyle hasım, çok daha büyük ve bütünleşik bir devletin çıkmasına yol açabilir.
Bu yüzden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kazakistan dönüşünde uçaktaki gazetecilere söylediği gibi Kuzey Irak’ta yapılacak, daha doğrusu yapılması muhtemel referandum konusunda duygusal çıkışlar doğru olmaz, olamaz. Sorunun her boyutu değerlendirilmeli, tepki rasyonel bir çerçevede verilmelidir. Irak’ın toprak bütünlüğü bizim için tabii ki önemlidir. Ama Irak için daha da önemlidir. Sorun bizim kadar başta Irak olmak üzere başka ülkelerin de sorunudur.
Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması için çaba harcamamız gerekir, fakat ayrılık kaçınılmaz hale gelirse buna ilk itiraz eden, bağımsızlık sürecini durdurmaya çalışan Türkiye olmamalıdır. Türkiye soruna taraf olmaktan çok hakem olmalı, taraflar arasında arabuluculuk, kolaylaştırıcılık gibi işlevler üstlenmelidir. Alacağı kararların, yapacağı müdahalelerin sonuçlarını, yeteneklerinin sınırlarını ve tabii ki ekonomik çıkarlarını iyi düşünmelidir.
1850-1871 arasında Almanya’nın birleşmesi sırasında Fransa’nın oynadığı rol bu gibi sorunların çözümünü ısrarla askeri müdahalede arayanların üstünde düşünmesini gerektiren bir emsal yaratmıştır. Fransa, Ems Telgrafı metaforuyla özetlenen Bismarck’ın “provokasyonuyla” Prusya’ya savaş ilan etmiş, birleşmeye karşı olan Bavyera’ya büyük Almanya’nın çatışı altında birleşmekten başka bir seçenek bırakmamıştır.
Türkiye 1870’de Fransa’nın yaptığı hatayı yapmamalı, duygusal davranarak tüm Kürtleri karşısına alacak, kendi karşıtlığında birleştirecek bir stratejiyi benimsemekten mümkün olduğunca kaçınmalıdır. Ayrıca devletlerin elinde olayların akışını etkileyebilecek tek imkan güç kullanımı da değildir. Diplomasi, vizyon ve bölgedeki gelişmeleri doğru okuma da siyasi hedeflere ulaşmak için kullanılabilir. Bizim yerimize başkasının itiraz etmesi sağlanabilir…