“Rahmetli ‘Gökten İndiği Sanılan Kitapların Dogmaları’ Sayardı İslam'ı, Ama …”

KENAN ALPAY

VAN 12.11.2018 08:22:46 0
“Rahmetli ‘Gökten İndiği Sanılan Kitapların Dogmaları’ Sayardı İslam
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Sözcü, Cumhuriyet, Odatv, Aydınlık gibi ultra Kemalist haber merkezleri “Diyanet, Cuma hutbelerinde Atatürk’ten neden bir Fatiha’yı esirgiyor” diye feryad ediyor. Nihayet Ortodoks Kemalizmin en popüler yazarlarından biri, meseleyi iman-küfür ayrışmasına değin götürmüş ve “Atatürk’ü yok sayan imamın arkasında namaz kılınmaz” deyivermiş. Tam olarak kim olduğunu, ne işe yaradığını tespit edemediğimiz bir ilahiyatçı Sözcü yazarı Rahmi Turan’a “Atatürk’e saygı duymak, saygı duruşunda bulunmak Allah’ın emridir” demiş mesela. Türkiye’nin “Modern Samiri”si Yaşar Nuri Öztürk’ün “Atatürk’e sayın demek yetmez aziz, büyük, ölümsüz gibi sıfatlarla anmak” gerektiğine ilişkin emir niteliğindeki tavsiyeleri tekrar tekrar gündeme taşındı hiç usanmadan.

Son dönemin iyi çalışılmış ve karşı konulamaz modası hiç şüphesiz “Rahmetli Atatürk” modası oldu. Rahmetli Atatürk’ün İslam’a ne kadar sadık ve saygılı olduğu ‘hakikati’ en çok tekrar edilen, en yoğun bir biçimde propaganda edilen mesele oldu. “Rahmetli Atatürk” etrafında bütünleşmenin Türkiye’nin her zamankinden daha çok muhtaç olduğu milli birlik ve beraberliği temin edecek en garantili, en kolay yol olarak idrak edilmiş demek ki.

Birkaç sene öncesine kadar en komik haliyle Haydar Baş ve çevresi tarafından pazarlanan “Molla Zübeyde’nin hafız-ı kurra oğlu, seyyid ve şerif Mustafa zikir çekerken kan ter içinde kalırdı” hikâyesinin yeniden üretilerek farklı versiyonlarıyla sahneye sürülmesine az kalmış gibi bir hava hâkim ülkeye. Anti-emperyalist ortak payda bahanesiyle Attila İlhan ve Doğu Perinçek Atatürkçülüğüne yanaşarak başlayan serüvenin Yaşar Nuri Öztürk ve Haydar Baş gibi tipler eliyle “iffetimizi, namusumuzu, ezanımızı, imanımızı kurtaran” Atatürk mezhebine doğru epeyce evrildiğini net olarak görebiliyoruz.

Travma Sonrası İstikamet Bozukluğu

15 Temmuz travmasıyla birlikte hızlandırılan muhafazakâr-dindar Atatürk inşası epeyce mesafe almış durumda. Siyasette, medyada, kültürde hatta Müslüman mahallesinde Atatürkçülük yapılacaksa bu işi Atatürkçülere bırakmadan yapmaya hevesli ne çok kişi ve kurum olduğunu hayretle görüyoruz. Birçok kamu kuruluşunun ama hassaten belediyelerin Atatürk’ü rahmetle ve özlemle anma yarışında değme Kemalistlere taş çıkardığını söylemek yanlış olmaz sanırız. Allah’ın ayetlerini, Kur’anı Kerim’in kavramlarını birileri orta malı veya sahipsiz sanıyor olmalı ki konjonktüre uygun bir biçimde her türlü kullanım hakkını temellük etmeye kalkıyorlar.

Hem Kur’anı Kerim hem de Hz. Muhammed Mustafa (a.s.)’nın sünneti seniyyesi kimlerin hangi inanç ve amelleri dolayısıyla rahmetle anılacağını kimlerin de hangi inanç ve amelleri dolayısıyla lanetleneceğini açıkça beyan etmiştir. Hatta kabri başında bağışlanma istenecek kişiler gibi asla kabrinin başına uğranmaması ve hiçbir surette bağışlanma dilenmemesi için bizzat Resulullah’ı (a.s.) ikaz eden ayetlerin varlığı demek ki çok fazla da önemsenmiyor. Sadece davranışlar değil bariz bir biçimde toplumun sözleri, duyguları ve inançları da istikametten çıkıyor ve dönüşüyor. Ne var ki bu süreci inşa eden söz ve davranışları, eylem ve törenleri şartlar müsait olunca kolayca ve hiçbir yara almadan geride bırakarak yeniden asli mecraya dönülebileceği gibi son derece temelsiz ve tutarsız bir dizi temenni fısıltılar halinde yaygınlaştırılıyor.

Sormak geremez mi; Hangi ameli dolayısıyla bütünüyle seküler bir toplum, her şeyiyle ulusalcı bir hayat inşa etmek üzere hareket etmiş Atatürk’e rahmet talebi için yarışa giriliyor? Kimsenin kimseden Allah’ın rahmetini esirgeyecek bir yetkinliği yok elbette. Ancak hem bireysel olarak hem de örgütlediği kadrolar ve kurduğu rejim marifetiyle Allah’ın hükümlerini kamusal hayattan silmeye çalışan bri(leri)ne Allah’ın rahmetini yakıştırmaya kalkışmak çok tehlikeli bir yetki gaspı değil midir?

Kayıp Tarih ve Tuhaf Mantık

Tek Parti rejimini kurduğu için mi, İstiklal Mahkemeleri üzerinden bütün bir ülkeyi korkudan tir tir titrettiği için mi rahmet okuma yarışı düzenleniyor, anlamak pek kolay değil? Hilafeti kaldırıp, İslam kardeşliğinin yerine kafatası ölçümleri ve Günel Dil Teorisi üzerine bina edilen Türk ulusalcı kimliğini seferber ettiği için mi minnet duyguları dile getiriyor?

Selçuklu ve Osmanlı’yla zirveye çıkan İslam tarihini, kültürünü, mimarisini yok saymak üzere üç beş heykel ve sembol üzerinden toplumun tarihi köklerini Etiler ve Sümerler’e bağladığı için mi sonsuz saygı ve sevgi ilan ediliyor, anlayan bu yana gelsin?

Resmi İdeoloji ve anıt heykellerin otoriter gölgesi altında ezilip çiğnenen Müslüman toplumların, İslam mimarisiyle şekillendirilen şehirlerin maruz kaldığı ölümcül ipoteği kaldırmadan Selçuklu ve Endülüs’ten başlayıp Osmanlı’ya uzanan kadim medeniyetimiz üzerine, şanlı tarihimiz üzerine nostaljik nutuklar atarak bir mesafe kat edilebileceğine inanacak kadar saf mısınız yoksa muhataplarınızı mı saf yerine koyuyorsunuz?

Bin yılı aşkın bir zamandır kullanılan alfabeyi bir gecede yasaklayıp ‘dilde sadeleşme’ adı altında din dışı bir dil uydurma çabalarını örgütlediği ve ‘vatandaş Türkçe konuş’ kampanyalarıyla Kürtçe’yi, Lazca’yı, Çerkesçe’yi, Arapça’yı, Zazaca’yı, Gürcüce’yi ‘ölü diller’ kategorisine sokmak üzere sergilediği fütursuzluğu mu kahramanlık diye alkışlıyorsunuz, lütfen izah edin?

Açlık ve sefaletle kavrulan bir toplumun acılarını hiç umursamadan düzenlenen Cumhuriyet Baloları’nda mahremiyet duygularını kökünden sabote etmek üzere sektirmeden tekrar edilen “size dans etmeyi emrediyorum” dayatmalarını mı kadın-erkek eşitliği yolunda atılan en sağlam adım olarak tanımlıyorsunuz, bir açıklığa kavuşturursanız?

Tam 18 yıl boyunca şehirlerinden en ücra köylerine kadar bütün Türkiye sathında minarelerde ezanı, camilerde kameti ‘Tanrı Uludur’ nidalarıyla zehirleyen projeyi hayata geçirdiği, klasik Batı müziği dışında radyolarda hiçbir surette Türkçe şarkı türkü çalınmasına müsaade etmediği için mi ‘Aziz’ ilan ettiniz Gazi Paşa’nızı, bunun için eşi benzeri bulunmaz bir kahraman ilan ettiniz?

Cumhuriyet’in ilanının üzerinden bir sene bile geçmeden Mehmet Akif’ten Halide Edip’e Milli Mücadele’nin en önemli isimleri ya Türkiye’de yaşayamaz duruma sokulup ülkeyi terke zorlandıkları ya da siyasetten, bürokrasiden, ordudan, yazı hayatından tümden geri çekilmeye mecbur tutuldukları için mi Atatürk’e ve dönemine özlem, minnet duygularıyla dolup taşıyorsunuz, bu tutarsızlığın resmini Abidin (Dino) çizebilir mi acaba?

İtinayla Çarpıtılan Tarih

 “Kan ile yapılan inkılaplar daha muhkem/sağlam olur, kansız inkılap ebedileştirilemez” sözünden hareketle İskilipli Atıf’ı, Şalcı Bacı’yı, Seyyid Rıza’yı, Şeyh Said’i, Cavit Bey’i ve daha pek çok ismi darağacına gönderttiği, mutlak hâkimiyet kurmak üzere Menemen’den Dersim’e şehirlerin üzerine askeri harekâtları planlayıp icra emri verdiği için mi Atatürk’ü ölümsüz sayıyor, bayrak insan olarak takdim ediyorsunuz,  ileri demokrasi aşkınız pek bi göz yaşartıyor?

1 Kasım 1937’de ‘Büyük Kamutay’da  ‘yüce saylavlar’ın alkışları arasında yaptığı konuşmada “devletin temel prensiplerinin gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmaması” gerektiğini dikte ettiği “Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz” beyanıyla İlahi Vahyi, Risalet’i alenen ve resmen tahkir ettiğini, alay ve düşmanlık konusu yaptığını görmezden gelerek sadakat ve özlem bildirmek, rahmet ve minnet beyan etmek taktik bir manevra mı yoksa stratejik bir karar mı tam olarak anlaşılamıyor, duruşunuzu daha bir netleştirmeniz mümkün mü acaba?

Dönemsel ihtiyaçlara bağlı olarak “pozitivist Atatürk” meçhule gönderilmiş “dindar Atatürk” nazara verilmiş, “diktatör Atatürk”ün tüm izleri tarihten silinmiş ve yerine gerçekleri tümüyle alt üst ederek hayal âleminden bir “demokrat Atatürk” modeli inşa edilmiş durumda.

At sahibine göre kişner” sözünü anımsatırcasına “tarih, iktidara uygun lider kültü ve altın dönem üretir” dedirtecek bir senaryo işlev gördüğü için sahnede tutulmakta. Bununla birlikte bu işlevsellik iktidarın küçük ve dönemsel hesaplarına uygun gibi gözükse de bireysel ve toplumsal zeminde hızlı bir çürümeyi, şifasız bir hastalığı amansız bir biçimde ağırlaştırmaktadır.

Atatürk’e benzemek, Atatürkçülerle benzeşmek, Kemalist ritüel ve törenleri coşkuyla sahiplenmek, Kemalist ideoloji ve kadrolara sempatik mesajlar eşliğinde referanslar vermek, başörtülü hanımlardan ve sakallı, gümüş yüzüklü beylerden müteşekkil kafileler eşliğinde Anıtkabir’e seferler düzenleyip yeni yeni teamüller inşa etmek Allah-u Teala’nın rızasını mı, gazabını mı celbeder çok iyi hesaplamak gerekir. Takınılan bütün ciddiyet rollerine rağmen ortaya çıkan manzara Müslüman bir toplum için bir yönüyle son derece gülünç ve tuhaf diğer yönüyle büyük bir çelişki ve acıklı bir manzarasıdır.

Siyasete değer katmak, toplumu istikamet üzerinde kılmak, adalet ve şefkati ülkenin merkezi değeri halinde getirmek için ne kadarı mecburi ne kadarı gönüllü olduğunu tam ölçemediğimiz mizansenlere elbette hiç ihtiyaç yok. Hayatı kadar ölümü ve kabri de Allah’ın rahmetine bir meydan okumanın tezahürü olan bir lider kültünü askeri darbe dâhil onlarca farklı metodla halka benimsetmeyi becerememiş bürokratik oligarşi tecrübesi gözler önünde dururken hiç ibret almamış gibi hareket edenleri ikaz etmek görevimiz.

Tebliği ve davetle sorumlu cemaatler suskun, irşat ve ıslahla vazifeli âlimler ve arifler ilgisiz, Diyanet ve İlahiyat modern hurafeler ve çağdaş İsrailiyat’la yüzleşmekten korkuyor, akademi ve medya çılgınlar gibi alkış yarıştırıyor! Peki modern küfürle, şirkle, fıskla, ifsadla mücadele etme vazifesi ne zamana ve nereye kadar ertelenecek? İktidarı koruma endişesi eğer Allah’ın emir ve yasaklarını koruma endişesini ezecek kadar büyümüşse o toplumda ne hayır ve bereket kalır, ne dostluk ve kardeşlik yaşanır ne de amel defterimize yüzümüz ağartacak salih ameller işlenir.  Unutmayalım ki her şey ama her şey zail olacak, bir tek Allah’ın rızası müstesna.

Kaynak: “Rahmetli ‘Gökten İndiği Sanılan Kitapların Dogmaları’ Sayardı İslam'ı, Ama …” - KENAN ALPAY - HAKSÖZ HABER