PEYGAMBER’İN(a.s) SÜNNETİ VE DEĞERİ

ömer yıldız

VAN 27.05.2015 10:15:21 0
PEYGAMBER’İN(a.s) SÜNNETİ VE DEĞERİ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 “Sünnet’i Kur’an’ı ‘tamamlayan’ özgün bir ‘kaynak’ olarak görmek, Allah’ın dininin yanına bir bakıma bir ‘Muhammed dini’ eklemek demektir.” Doğru olduğunu düşündüğümüz yol ise; sünnete dayanak olan muazzam hadis külliyatını büsbütün silip atmak, yok saymak yerine, mevcut birikimin Kur’an ile sağlamasını yapmak olmalıdır.
 

Sünnet; Kur’an’ın uygulaması olan Muhammedî yoldur. Bir başka ifadeyle Kur’an’ın Hz Peygamber tarafından pratize edilmesidir. Yani Hz Peygamberin Kur’an’ı ahlak edinmesidir. Bu bağlamda Aişe validemizden rivayet edilen “Onun ahlakı Kur’an ahlakıdır.” Hadisi son derece etkileyici bir tanımdır. Ayrıca İmam Şafi’nin  “Peygamberimizin verdiği her hüküm Onun Kur’an’dan anladıklarıdır.” İfadesi de sünnetin sınırlarını belirleyen bir yaklaşımdır.
Sünnetten söz edince hadisten bahsetmemek olmaz. Hadis; Peygamberimize ait söz, iş ve tasviplerin kendisi olmayıp, yazı ile bize nakledilen davranışların ve sözlerin Hz Peygambere ait olduğu iddiasındaki rivayetlerdir.

Hz Peygamberin Kur’an’dan anladıkları vahye dayanan yorum ve beyanları, şüphesiz ki en mükemmel yorumlardır. Önümüzdeki sözün kuşkusuz bir şekilde Hz Peygamberin sözü olması halinde hadis için de bu mükemmellik geçerlidir. Şu halde önümüzdeki söz, Hz Peygamberin sözü mü? Değil mi? Zorlu sorusu çıkıyor karşımıza.

Bir kısım hadisçilerin lâfzen ve ya mana itibariyle Hz Peygamberin mütevâtır kabul edilen hadislerinin sayısını 20’ye kadar indirdiği de dikkate alınırsa sorunun cevabının ne kadar zor olduğu daha iyi anlaşılır. Ayrıca İslam için her şeyini ortaya koymuş ve adamış ilk Müslümanların çok az hadis rivayet etmeleri ve Hz Peygamberin hadislerin yazılmasını ve toplanmasını yasaklaması da, bizi hadis konusunda temkinli olmaya sevk eden amillerin başında gelmektedir. Çözüm; elimizdeki rivayetin Kur’an’la test edilip sağlamasının yapılmasındadır. Eğer rivayet Kur’an mantığına ve mantalitesine uyuyorsa kabulümüzdür.

Kur’an bize Hz Peygambere itaati emreder. (Nisa: 59) “Peygambere itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa: 80) Sünnet; Hz Peygamberin Allah’tan aldığını tebliğden ve vahyin pratiğinden ibarettir. (Maide: 67)  Bu açıdan Hz Peygamberin ağzından çıkan her sözü ve sadır olan her davranışını vahiy olarak anlamak yanıltıcı olur. Aksi takdirde Bedir’de ordunun konuşlandırılması ve hurma ağaçlarının aşılanması gibi pek çok örneği doğru değerlendiremeyiz. Bilindiği gibi Bedir’de Hubab bin Münzir’in önerisi doğrultusunda, Hz Peygamberin konuşlandırdığı ordunun yeri değiştirilmiş ve ordu stratejik açıdan daha uygun bir yere konuşlandırılmıştır.

Eğer Hz Peygamberin her emri ve sözü vahiy olsa idi, böyle bir değişikliğin olmaması gerekirdi. Yine hurma ağaçların budanması ve aşılanması örneği de böyledir. Zira Peygamberimiz Medinelilerin hurma ağaçlarını aşıladığını görünce, aşılamayın diye emreder. O mevsime hurmalar aşılanmadığı için ürün az ve verimsiz olur. Bunun üzerine, Hz Peygamberin “siz bu işleri benden iyi bilirsiniz” diyerek fikrinden rucu etmesi, her konuştuğunun vahiy olmadığının delilidir.
Kur’an Hz Peygambere ve getirdiklerine uymayı emrettiği için sünnet, Müslümanlık açısından bir değerdir. Bu değeri Hz Peygamberin Kur’an’ı açıklamaya veya pratiğine yönelik davranışları olarak tanımlayınca, sünnete ister istemez bir sınırlama getirmiş oluruz. Bu durumda Peygamberimizin günlük yaşamındaki, yemesi-içmesi, giyim-kuşamı, yatması, uyuması gibi davranışlarını nasıl değerlendirip, nereye koyacağız? Dine ilişkin olmayan bu tür davranışlarını da sünnet kapsamında değerlendirmeli miyiz?
Bir kısım İslam âlimi Hz Peygamberin şeriatı açıklamaya ve dinin pratiğine matuf; namaz kılışı, oruç tutması, ziraat ortaklığı ve borç alış- verişi ve güzel ahlaka ilişkin olan davranışlarının Müslümanları bağlayıcı ve sünnet olan davranışlar olduğu görüşündedirler. Dine ilişkin bu tür davranışların dışında kalan ve insanlık icabı ve ya Arabistan’da yaygın olan âdete göre yaptığı iş ve davranışların sünnet olmadığı kanaatindedirler. Hz Peygamberin pek çok kimse tarafından problem edilen ve tartışma konusu olan davranışları işte bu ikinci türden davranışlarıdır.

Biz; Hz Peygamberin gündelik hayatındaki yemesinden giyimine, saç tıraşından sakal uzunluğuna kadar olan davranışlarını, içinde yaşadığı toplumun geleneksel davranış biçimleri olarak görüyor ve toplumdan topluma değişkenlik gösteren moda vari bu davranış biçimlerinin sünnet olmadığı kanaatindeyiz. Keza sarık sarması, cübbe giymesi, yemek yeme âdeti, uyuma biçimi ve birçok, dine ve ahlaka ilişkin olmayan davranışlarını da bu babda sayabiliriz.
Peygamberimizin Allah’ın elçisi olarak yaptığı ve Müslümanlar için “güzel örnek” olan davranışları ile Allah’ın kulu Muhammed olarak günlük hayatına dair yaptığı işleri birbirinden ayırmak lazım.

Bu bağlamda; Hz Peygamberin insanlık tabiatı gereği olan, oturma kalkma, yürüme yeme içme vb işleri dine ilişkin işlerden değildir. Çünkü bu fiillerin çıkış noktası Hz Muhammed’in Peygamberliği olmayıp, insanlığıdır. Yine ticaret, ziraat, ordu tanzimi, savaş idaresi, bir hastalığa ilaç tavsiyesi gibi işler insanlık tecrübesi, maharet ve uzmanlık gerektiren işlerdir. Hz Muhammed bu işleri de peygamberlik sıfatı ile yapmamıştır. Bu işlerde çıkış noktası Peygamberimizin şahsi takdirleridir. Böylesi durumlarda sahabe bu Allah’ın vahyi midir? Kendi fikrin midir? Diye soruyordu. Hz Peygamberin sakal bırakması da insanlık tabiatının gereği olan bir adettir. Dini yönden uyulması gerekli bir sünnet değildir. Bu nedenle teşri değeri de bulunmadığından, sakal bırakmakla sevaba nail olmak da söz konusu olamaz.

Peygamberimizin “bıyığınızı kesin, sakalınızı uzatın” sözünü usulü fıkıh kaidesine göre bir durum tespiti olarak değerlendirebiliriz, yoksa ‘hüküm’ gayesi taşımaz. Saçı düzeltmenin, sakalı uzatmanın, bıyığı kısaltmanın dini ve şer’i bakımdan bir değeri yoktur. Olabilir ki; Hz Peygamber bu tavsiyeler ile açaib kılıkları düzene koymak istemiştir.
Sünnet veya hadis konusunda ki ihtilafın ana sebebi Resul/Elçi olan Hz Muhammed’in bu pozisyonu yeterli görülmeyerek Onun Allah’ın ortağı veya İlahlık mertebesine yükseltilmek istenmesidir. Bir kısım insanlar Rasulullah’ın söz ve davranışlarını Kur’an’la eşdeğer görerek hatta öne geçirerek, diğer bir kısmı da Onu fiilî olarak ilahlaştırmışlardır. Körü körüne yapılan sünnet veya hadis düşmanlığın kimseye fayda getirmeyeceği gibi hadisleri Kur’an’ın önüne geçirme ve ya eşitleme yanlışı da kabul edilebilir bir anlayış değildir. Ayrıca Zübeyir Yetik’in isabetle ifade ettiği gibi; “Sünnet’i Kur’an’ı ‘tamamlayan’ özgün bir ‘kaynak’ olarak görmek, Allah’ın dininin yanına bir bakıma bir ‘Muhammed dini’ eklemek demektir.” Doğru olduğunu düşündüğümüz yol ise; sünnete dayanak olan muazzam hadis külliyatını büsbütün silip atmak, yok saymak yerine, mevcut birikimin Kur’an ile sağlamasını yapmak olmalıdır.

- See more at: http://www.iktibasdergisi.com/peygamberina-s-sunneti-ve-degeri/#sthash.gbGcbD1x.dpuf