ORTADOĞU’NUN KAOTİK DÜZENİ KİM KİMİNLE DANS EDİYOR?

Son günlerde bir yanda DAEŞ, öte yanda PKK ile aynı anda mücadele eden Türkiye, uzunca bir süredir Suriye konusunda ayrı düştüğü ABD ile de kısmi bir işbirliği sürecine girdi ve herkes aynı ortak soruya yöneldi: Ne oldu, ne değişti? E

VAN 2.08.2015 10:38:39 0
ORTADOĞU’NUN KAOTİK DÜZENİ KİM KİMİNLE DANS EDİYOR?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Yenişafak/Hakan Çopur * Analist

Ortadoğu, üzerine analiz yapılması en zor coğrafyaların başında gelir. Çok katmanlı sosyolojik yapısı, farklı etnik ve dini yapılara ev sahipliği yapması ve Batı emperyalizmi altında yüz yıldır dinmeyen acısıyla Orta Doğu, her zaman sabır imtihanlarıyla yüz yüzedir. Türkiye de, post-Arap Baharı sürecinin en kanlı halkası olan Suriye’deki acı ve sabır imtihanından payına düşeni birkaç yıldır alıyor. Son günlerde bir yanda DAEŞ, öte yanda PKK ile aynı anda mücadele eden Türkiye, uzunca bir süredir Suriye konusunda ayrı düştüğü ABD ile de kısmi bir işbirliği sürecine girdi ve herkes aynı ortak soruya yöneldi: Ne oldu, ne değişti? Esasen uluslararası sistemde hiçbir şey nedensiz yere olmaz; tabi bu durum, dünyanın hala en önemli enerji mutfağı Ortadoğu için de geçerli. Örneğin, İran ile nükleer anlaşmanın anlamını tartışmadan tek başına DAEŞ çerçevesinde Türk-Amerikan “yakınlaşmasını” analiz etmenin zorluğu ortadadır. DAEŞ’in nasıl ortaya çıktığı tartışması bile sıcakken Türkiye’nin İncirlik’i neden ve nasıl açtığını analiz etmek, makro plandaki gelişmeleri atlayıp mikro/bölgesel konulara takılma tehlikesini getirir. Ya da ABD’nin yanı sıra İngiltere, Rusya, Çin, Suudi Arabistan ve tabi ki İsrail gibi aktörlerin adımlarını takip etmeden herhangi bir bölgesel strateji geliştirmek mümkün müdür? Yine de, uluslararası sistemdeki gelişmelerin ayrıca ve itinayla ele alınması gerekliliğini bir kenara not düşerek, Türk-Amerikan ilişkilerine yakından bakılmalıdır.


BATAKLIK MI ÖNEMLİ, SİVRİSİNEKLER Mİ?

Türkiye, en başından beri “bataklığın” nedeninin Esad rejimi olduğunu, bu bataklığın es geçilmesi halinde tek başına DAEŞ’e vurulacak darbelerin esaslı bir çözüm getirmeyeceğini savundu. Haklıydı da. Buna mukabil ABD, her seferinde önceliğin DAEŞ olduğunu, Esad rejiminin ve toplamda Suriye’nin akıbetinin daha sonra konuşulabileceğini söyleyerek bir anlamda topu taca attı. Bu temel bakış açısı farklılığı, Türkiye’nin, ABD öncülüğündeki DAEŞ karşıtı koalisyona somut adımlarla katılmasını bugüne kadar engelledi. Ancak, önce Suruç saldırısı ile DAEŞ-PKK mücadelesinin Türkiye topraklarına taşınması ve saldırıdaki DAEŞ parmağı; ardından, DAEŞ kontrolündeki bölgeden açılan ateş sonucu bir askerimizin şehit olması, denklemi büyük oranda değiştirdi. Türkiye, ülke ve sınır güvenliği açısından artık “önleyici savunma doktrini” ile hareket etme noktasına geldi. Buna bir de, yaklaşık iki ay önce DAEŞ ile Esad rejimi arasında Halep’e yönelik gizli bir işbirliği anlaşması yapıldığı iddiası da eklenmeli. Temmuz sıcağında harareti daha da artıran tüm bu gelişmeler ışığında Türkiye pozisyonunu yeniden tanımladı.

Türkiye ile ABD arasında ortaya çıkan işbirliği durumunun, son dönemde sınıra yığınak yapan ve teyakkuza geçen Türkiye’nin yeni yaklaşımından mı, yoksa ABD’nin kendi politikalarını gözden geçirmesinden mi kaynaklandığı, okuyucunun perspektifine bırakılmış bir bakış açısı meselesidir. Ancak, 7 Haziran sonrası henüz yeni bir hükümet dahi kurulmamışken devletin tüm birimleriyle bu tür bir operasyonel sürece adım atmış olması, karar alma sürecinin akşamdan sabaha değil, üzerine düşünülmüş bir plan çerçevesinde ilerlediğini gösteriyor.


MUTABAKATIN ANA HATLARI

Ortaya çıkan haber ve açıklamalara göre Türkiye, DAEŞ’le mücadeleye etkin olarak katılacak, ABD savaş uçaklarının İncirlik üssünü kullanmasına izin verecek ve koalisyona destek olacak. Buna mukabil ABD, Türkiye’nin taleplerinden biri olan güvenli bölgenin önünü açacak (Cerablus’tan Azez’e kadar olan bölgenin DAEŞ’ten temizlenmesi ve bölgenin Suriyeli muhalifler tarafından kontrol edilmesi söz konusu), DAEŞ’e karşı sadece PYD güçlerini değil Suriyeli muhalifleri de destekleyecek ve eğit-donat’ta somut adımlar atacak. Genel hatları yansıyan bu uzlaşma maddelerine bakıldığında Esad rejiminin ve Suriye’nin geleceği, ABD ile PKK/PYD işbirliğinin nereye evrileceği, Halep’in akıbeti gibi soruna esas teşkil eden hususların masada olmadığı görülüyor. Bir diğer deyişle, bugüne kadar Suriye sorununda kaçak güreşmekle itham edilen ABD’nin bu pozisyonunu olumlu bir noktaya taşıdığını düşünmemiz için henüz erken. Eğer DAEŞ diyenler varsa, bu örgütün bu kadar büyümesi sürecinde Türkiye sesi çıktığı kadar bağırırken Amerikan yönetiminin ne yaptığına yeniden bakılabilir.


PKK-PYD SARKACINDA TÜRKİYE-ABD İŞBİRLİĞİ

Bu süreçte Türkiye’nin PKK kamplarını da vurması ve ABD’den “Türkiye meşru müdafaa hakkını kullanıyor” açıklamasının gelmesi, iki ülke arasındaki işbirliğinin bir başka somut göstergesi olarak ele alınabilir. Bununla beraber şu soru da sorulmalı: ABD’nin, Suriye ve Irak’ta DAEŞ’le savaşıyor diye PYD’de açıktan destek verirken aynı ağacın farklı bir kolu olan PKK’yı Türkiye karşısında “yalnız” bırakması acaba kaderin bir cilvesi midir, yoksa Türkiye’nin bazı kararlı adımları sonrasında süreci kontrol etme çabasının bir parçası mıdır? Perdenin önünde gördüğümüz manzara şudur: ABD için DAEŞ’le mücadele önceliklidir ve Türkiye bu mücadeleye aktif katılacak, İncirlik’i de kullanıma açacaktır (bu sayede Amerikan uçakları 2000 km yerinde 400 km uçuşla DAEŞ hedeflerine ulaşabilecektir). Türkiye içinse PKK, en az DAEŞ kadar hatta ondan daha yakın bir tehdittir ve 1 ay önce eylemsizlik sürecini bitiren örgütle her anlamda mücadele hayatidir.


YAPISAL SORU(N)LAR NE OLACAK?

Türkiye ile ABD arasında son günlerde ortaya çıkan işbirliğinin, Suriye’deki krizin çözümünde ihtiyaç duyulan yapısal konuların kaç tanesinde işlev göreceğine bakmak gerek. Zira ABD için sorduğumuz hayati sorular hala aynı yerinde duruyor: PYD gibi Kuzey Suriye’deki kantonları birleştirerek enerji koridoru açmak isteyen bir iradeyi desteklemeyi sürdürecek mi? Aynı çerçevede, Suriye’nin belki de kaderini belirleyecek (hele ki Türkiye’nin pozisyonu belli iken) Halep konusunda nasıl bir adım atacak? Bugüne kadar Suriye’de organik İslami muhalefete açıktan düşmanlık eden ABD, muhaliflere ne ölçüde alan açacak? DAEŞ’in muhaliflerden aldığı bölgeleri bombalayarak PYD’ye altın tepside sunmaya devam edecek mi? Esad rejimi ne olacak?

Türk-Amerikan ilişkilerine neredeyse “ontolojik” bir değer yüklemenin bedeli, kısa sürede hayal kırıklığına uğramaktır. İki ülke arasındaki her anlaşmayı veya krizi ilelebet sürecek yapısal bir durum gibi görmek, ulus-devlet çıkarlarının mantığına aykırıdır. Dolayısıyla bugünkü süreci, bugünü ilgilendiren bir alışveriş olarak düşünmek daha makuldür. Yarın şartlar değiştiğinde yeni işbirlikleri de krizler de ortaya çıkabilir. ABD, dünyanın halihazırda en önemli gücüdür; Türkiye ise köklü bir devlet geleneğine sahiptir ve önemli bir bölgesel güçtür. Böyle iki ülke arasındaki ilişkiler söz konusu olduğunda, yönü her an değişebilen üst akıntılara değil, dip akıntının istikametine bakılmalıdır.