ORTA DOĞU HARİTASINI KİM ÇİZDİ?

Cengiz Tomar

VAN 30.09.2016 09:50:45 0
ORTA DOĞU HARİTASINI KİM ÇİZDİ?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 “Arap Baharı” sürecinin ardından Arap bölgelerinde etnik ve mezhebi farklılıklara göre yeni haritalar çizilmeye ve mikro devletler kurulmaya çalışılıyor… Tarih boyunca haritalar hep değişti ve değişmeye devam edecek şüphesiz, bundan kaçış yok. Maalesef güçlü olan haritayı da çiziyor… 
Modern Orta Doğu’nun nasıl şekillendiği ya da bölge ülkelerinin sınırlarının nasıl belirlendiği konusu özellikle son zamanlarda yoğun tartışmalara yol açmakta. Bu soruya verilen cevapta Sykes-Picot, İngilizler, Lawrence gibi klişeleşmiş ve genellemeci cevaplar yeterli mi? Yoksa Orta Doğu’nun etnik, dini ve mezhebi yapısı ile hudutları, asırları kapsayan uzun bir sürecin sonucunda mı oluştu? Sınırlar günümüzdeki gibi değil de 20. yüzyılın başında gündeme geldiği üzere etnik, dini ve mezhebi ayrımlara göre mikro devletlere bölünseydi bugünkü sorunları yaşamayacak mıydık? Tarih ilmi bu tür fiktif soruları pek sevmez, zira olan olmuştur ama, Orta Doğu yeniden şekillenip sınırlar tekrar çizilirken bu sorulara cevap aramak ilginç olabilir.
Dünya tarihine baktığımızda Mezopotamya (Irak), Eski Mısır, Münbit Hilal (Fertile Crescent, el-Cezire, Kuzey Suriye ve Filistin) ve Anadolu medeniyetleri ile Sümer, Akad, Asur, Babil, Hitit, Grek, Urartu, Elam, Ebla, Ugarit, Aram ve Fenike gibi hemen hemen aklımıza gelen ilk medeniyetlerin tümü bu bölgede ortaya çıktı. Diğer bir ifadeyle insanoğlunun kadim tarihinin kodları ve Eski Dünya’nın altyapısı bu bölgede oluştu. Yeni Asur, Ahameniş, Makedonya, Bizans, Sasaniler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar gibi büyük imparatorluklar da hep bu bölgede teşekkül etti. Üç büyük semavi din Musevilik, Hristiyanlık ve İslam yine bu bölgede doğdu ve gelişti.
İktidar mücadelelerinin etkisi
Modern Orta Doğu’yu şekillendiren temel din İslam; ana etnik unsurlar Araplar, Farslar ve Türkler oldu. İslam’dan önce de yaşam koşulları hayli zor olan Arap yarımadasından kuzeye olan Arap göçleri İslam fetihleriyle hızlanarak bugünkü Irak ve Bilad-ı Şam (Suriye, Ürdün, Lübnan, Filistin) ile Kuzey Afrika’yı hem İslamlaştırdı hem de dil ve kültür açısından Araplaştırdı. Bin yıllardır bölgede yaşayan Farslar da kısa sürede Müslümanlaştı. 9. yüzyıl başından itibaren bölgeye asker/lejyoner (Gulam, Memlük) olarak gelmeye başlayan, Modern Orta Doğu’nun üçüncü başat unsuru Türkler ise özellikle 10. yüzyılda İslam’ı kabul etmişler ve ardından Selçuklu akınlarıyla hem Anadolu’yu İslamlaştırmışlar hem de Türkleştirmişlerdi. Böylece 11. yüzyıla gelindiğinde Orta Doğu ve Kuzey Afrika, bölgede yaşayan ve İslam’a giren otokton halklar Berberiler ve Kürtlerin dışında etnik olarak Kuzeyde Türkler, Doğu’da Farslar ile Güney ve Batı’da Araplar olmak üzere üç başat Müslüman etnik grup tarafından şekillendirilmekteydi. Dini olarak ise Hristiyanlık, Musevilik ve Mecusilik gibi inançlar azınlık (zımmi) olarak varlıklarını devam ettirdiler.
Kadim medeniyetlerin ve dinlerin beşiği olan Orta Doğu, büyük ölçüde Orta Çağ’da İslamlaştırıldı. Bölgedeki eski din, inanç, kültür ve medeniyetler İslam tarafından dönüştürülmekle birlikte, bu inanç ve kültürler “eski boya renginin yeni yapılan badananın arkasından sırıtması gibi” İslam kültüründe farklı şekillerde ortaya çıktı. İktidar mücadelelerinin de etkisiyle Haricilik, Şia, Dürzilik, İsmaililik, Nusayrilik, Zeydilik vb. bugünkü Orta Doğu’yu şekillendiren mezhepler ortaya çıktı. İlk Şii Devleti Büveyhiler bu mezhebin Irak ve İran’ın güneyinde yayılmasında rol oynadı. Mısır’da hüküm süren Şii-Fatımi hilafetine rağmen Mısır’da yaygınlaşamayan Şia, bunun yerine bugünkü Suriye ve Lübnan’ın dağlık bölgelerine yerleşti.
11. yüzyıldan itibaren kurulan Eyyubiler ile Türk askerlerin Mısır’da kurduğu Memlükler ve Osmanlılar gibi devletler de Sünni politikalar uyguladıklarından hetorodoks mezhepler daha ziyade dağlık ve kırsal bölgelerde marjinalleştirilerek Orta Doğu’nun günümüzdeki karmaşık ve çok parçalı mezhebi yapısının oluşmasına katkı sağladı.
Osmanlıların Bağdat’ı Safevilerden alması ve Kasr-ı Şirin Anlaşması ile bugünkü Türkiye-İran, Irak-İran sınırı çizildiği gibi Irak’ın tamamen Şiileşmesine de engel olundu.
16. yüzyılın başlarında bölgedeki en büyük Müslüman güç olan Osmanlılar’ın (Türk kültür çevresi)  Memlükler (Arap kültür çevresi) ve Safeviler (Fars kültür çevresi) ile yaptıkları iki büyük savaş Orta Doğu’nun şekillenmesinde büyük rol oynadı. Bunlardan ilki Osmanlıların doğu sınırlarını istikrarsızlaştıran Safevilere karşı alınan 1514 Çaldıran Zaferi idi. Safeviler, siyasi hedefleri doğrultusunda modifiye ettikleri On İki imam inancını resmi din haline getirip bütün bölgeye yayarak İran’ı bir Şii-Fars imparatorluğuna dönüştürmüştü. Buna karşılık Osmanlılar, Şia’nın Orta Doğu’nun diğer bölgelerine yayılmasını engelledi. Ayrıca iki Müslüman rakibi Sünni Memlükler ile Şii Safeviler’in kendisine karşı ittifak edebileceğini veya güçlü Safeviler’in zayıf Memlükleri mağlup ederek Mekke, Medine ve Kudüs gibi kutsal toprakları ve hilafeti ele geçirerek Şii mezhebini bütün Arap topraklarına yayabileceğini düşünerek, Suriye ve Mısır üzerine yürüdü. 1516’de “DAİŞ’in Dabık Savaşı’nın (Kıyamet Savaşı, Melhame-i Kübra, Armageddon) yapılacağı ova olarak meşhur ettiği” Merc-i Dâbık’da Memlükleri yenerek ortadan kaldırdı. Uzun vadeli dini ve siyasi sonuçları olan bu savaşın neticesinde Osmanlılar, Arap topraklarının hâkimiyetini, hilafeti ve kutsal şehirleri ele geçirerek Sünni Arap Dünyasını hem Şii nüfuzunun yayılmasına hem de Avrupa kolonyalizmine karşı koruma altına aldı.
Batılı devletlerin çıkarları
Osmanlıların 1623’te Bağdat’ı Safevilerden alması ve 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşması ile bugünkü Türkiye-İran ve Irak-İran sınırı çizildiği gibi Irak’ın tamamen Şiileşmesine de engel olundu. Ancak günümüzde Türk İslamı, Anadolu İslamı gibi isimler verilen tasavvufi etkiler taşıyan Osmanlı İslamı karşısında Arabistan yarımadasında 18. yüzyılda ortaya çıkan püriten/selefi dini-siyasi akımlar da şüphesiz modern Orta Doğu’nun şekillenmesinde rol oynadı ve oynamaya devam ediyor. Bugün Orta Doğu’daki pek çok radikal akım, en azından ideolojik olarak bu püriten hareketten ilham alıyor.
Yazının başındaki soruya tekrar dönersek; Türkiye ve İran’ın sınırları ile İran-Irak hududu bizzat bu ülkeler tarafından çizilmiştir. Türkiye diğer sınırlarını da Kurtuluş Savaşı vererek yine kendisi çizmiştir. Orta Doğu’da özellikle Arapların ise yaşadıkları ülkelerin sınırları Batılı emperyalistler tarafından 20. yüzyılda çizildi. Aslında lehçeleri farklılaşmakla birlikte, tek bir dil konuşan, kültürleri ortak ve büyük kısmı Müslüman olmalarına rağmen Arap ülkelerinin sınırları Batılı devletlerin çıkarları, nüfuz mücadelesi ve petrol gibi sebeplere dayalı olarak şekillendirildi ve şekillendirilmeye devam ediyor.
Araplar nasıl 23 ülkeye bölündü?
I. Dünya Savaşı’nda Osmanlılara isyan etmesi karşılığında bir Arap imparatorluğu kurma sözü verilen Şerif Hüseyin ve oğulları İngilizler tarafından aldatıldılar. Mekke ve Medine’yi barındıran Arabistan Yarımadası’nın büyük kısmı püriten bir ideolojiye sahip İbn Suud’a verilerek Suudi Arabistan kuruldu. Haşimilerden yani Hz. Peygamber’in neslinden gelen Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’a verilen ve adını bile İngilizlerin koyduğu Irak’ın sınırları Gerthrude Bell tarafından belirlendi.
Suriye ve Lübnan sınırları ise Fransızlar tarafından çizildi. Faysal’ın kardeşi Abdullah’a ise toprakları işgal edilen Filistinlilerin sürüldüğü Ürdün verildi. Sykes-Picot (1916) ve Balfour Deklarasyonu’nun (1917) bu devletlerin kurulmasında rol oynadığı kesin. Petrol zengini Körfez ülkeleri de İngilizler tarafından petrol alanlarına göre teşekkül ettirildi. İngilizler eliyle kurulan İsrail, Müslümanların üçüncü kutsal şehri Kudüs’ün yer aldığı Filistin’i işgal etti. 1967 ve 1973 savaşları ardından 1978 Camp David Anlaşması’yla Mısır-İsrail barışı ve 1994 Vadi Arabe Anlaşması’yla İsrail-Ürdün barışı ile sınırlar çizilmeye devam edildi.
Arap bölgelerinde etnik ve mezhebi farklılıklara göre yeni haritalar çizilmeye ve mikro devletler kurulmaya çalışılıyor.  Ancak bu mikro devletlerin bölgeye huzur getirmesi zor.
Böylece tarihte etnik olarak asıl Araplar (Güney Arapları) ve sonradan Araplaşmış olanlar (Kuzey Arapları) olarak; bölgesel olarak da Meşrık (Mısır ve doğusu) ve Mağrib (Mısır’ın batısı) olmak üzere iki ana bölgeye ve Bilad-ı Şam (Suriye, Lübnan, Filistin ve Ürdün), Irak (Mezopotamya), Mısır ve Mağrib (Libya, Tunus, Cezayir ve Fas) olmak üzere dört alt bölgeye ayrılmış olan Araplar şu anda 23 devlete bölünmüş durumdalar ve bu bölünmeler Irak, Suriye, Yemen ve Libya örneklerinde olduğu gibi devam edecek gibi görünüyor.
“Arap Baharı” sürecinin ardından Arap bölgelerinde etnik ve mezhebi farklılıklara göre yeni haritalar çizilmeye ve mikro devletler kurulmaya çalışılıyor. Ancak bu mikro devletlerin bölgeye huzur ve sükûnet getirmesi zor görünüyor. İdari yapısını anayasal olarak etnik ve mezhebi farklılıklara göre şekillendirmiş olan Lübnan bunun en iyi örneği.
Tarih boyunca haritalar hep değişti ve değişmeye devam edecek süphesiz, bundan kaçış yok. Maalesef güçlü olan haritayı da çiziyor…

Doç. Dr. Cengiz Tomar
İKTİBAS DERGİSİ