O Amca!

Ömer Altaş

VAN 19.12.2014 10:46:51 0
O Amca!
Tarih: 01.01.0001 00:00
 “Elli yıldır bu cemaatin içindeyim, olumsuz hiçbir durum görmedim, onun için buradayım.”

Çağlayan Adliyesi önünde, Zaman Gazetesi ve STV yöneticilerinin gözaltına alınmasını protesto etmek için toplanan kalabalık arasında, kendisine mikrofon uzatılan yaşlı bir amcanın cümlesi bu.

Olasıdır ki amca, ömrü boyunca, ‘yeni süpürülmüş kokulu’ halılar üzerinde, namaz oturuşuyla, kavl-i leyyin frekanslarda, şamua Risale-i Nur külliyatının okunduğu hikmet dolu derslere katıldı, her fırsatta ağlayan ve ağlamaktan gözleri kan çanağına dönen davudi sesli, mahmur bakışlı, ulu bir hocadan siyer-i nebi vaazları dinledi. İki cihan serverini anlatan kuşe neşriyatları satın aldı, rıza-i bari, ukba ve Hizmet’in dünyaya egemen olması için sadaka, fitre, zekat ve bağışlarda bulundu. Liseli ve üniversiteli, süt gibi çocukların ağırlandığı bol dualı yemeklere ve kâselere çorba yerine maneviyat doldurulan iftarlara katıldı, olgunluktan yarılan Side narları gibi iman dolu temiz bıyıklı ağabeylerin yırtık ayakkabılarıyla ve hizmet etmekten bitap düşmüş uykusuz/sürmeli gözlerine ve namütenahi özverilerine tanık oldu. Türkiye’nin her tarafına açılan, sadece dini eğitim veren okul, dershane ve yurtlara ait sayısız kareler karşısında duygulandı. Dünyanın dört bir tarafında Hindu, Çinli, Slav, Avrupalı, Afrikalı, Amerikalı, Avustralyalı, Arap, Bosnalı, Arnavut nice bıdık çocuğun yabani ağızlarında Türkçe kelimelerin dökülmesi, arka fonda elleri karınları üzerinde birbirine bağlı ve mütevazice duran müslüman öğretmenlerin gurbet hikâyelerinin anlatıldığı videoları izlerken büyülendi, içi geçti, çoğunlukla bayılacak gibi oldu.

Türkçe olimpiyatları bir zirveydi, kendisi ise, o doruğun en dip noktasında bir günahkâr, bir ezik ve hükümsüz bir zerre.

Eve her döndüğünde Hizmet’e layık olamadığı için sabahlara kadar kendini kınadı.

Aynaya her baktığında dudakları aralandı: “Ben bir hiçim!”

Huzursuz ruhunu, her defasında, “Hizmet’e, hiç olmasa malımın tümünü infak etmeliyim diyerek” teskin edebildi.

Devasa bir Mehdiyet hizmetinin, melek olsa bu kadar olur, yeni bir Resul gelse sıra illa ondadır, vahyi hak edecek kadar paktır, değilse bile mutlak Mehdi’dir, belki de üç dinin beklediği Mesih odur makamında duran hocasının ‘saçının bir teline kurban olmak’ imanların en üst makamı değil midir?

O yüce hocanın huzurunda olmak, sırayla Resul’ün ve Allah’ın huzurunda olmak değil de nedir?

Değil mi ki; âlemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Ahmed-i Mahmut Muhammet Mustafa (Aleyhisselat-u Vesselam), Medine-i Münevvere’de, Ravza-i Mutahhara’daki Mezar-ı Şerif’inden kalkıp zahmete katlanarak Hizmet Hareketi’ni ziyarete geliyor, bu ayrıcalığa karşı kim tek bir harf söyleyebilir?

Yaşlı amca, bir ömür, “hiçlik” ve “Allah makamı” arasında salınıp duran yaşamının son çeyreğinde bir de bakıyor ki; bu kutsal hizmet eleştiriliyor.

Eleştiriler vicdanında aynı anda makes buluyor. Eleştirilerin içeriğini önemsemeden, ‘katre kadar’ tereddüt göstermeden karar veriyor:

Hizmete laf etmek hoca efendiye laf etmektir.

Hoca efendiye laf etmek İslam’a t’an etmektir.

Hizmete laf etmek Resul-ü Zişan’a buğz etmektir.

Hizmete laf etmek Cenab-ı Hakka karşı tuğyandır.

Elli yıllık bu betondan maneviyatı hangi güç yıkabilir?

Kim bu la-diniliğe cüret edebilir?

Buna cüret etmek haramdır.

Buna cüret etmek her şeyden önce ‘gayretullaha’ dokunur.

Buna cüret eden ise mel’undur, Ebu Cehil’dir.

Kasteden Yezit’tir, teşebbüs eden Firavun’dur.

“Hiçlik” üzerine kurulu ve düne kadar munis dönen Cemaat çarkı, bu kez “hiçliği” unutup kendini “kutsalla eşitleyerek” dönmeye başlar, aşırı bir benlik davası güder. Artık onlar dine ait her güzel şeyin tek sahibidir.

Şakirtlerin kesin ”itaat”inin karşılığı aynı keskinlikte “ret”tir bu dönemde.

Daha önce hiç yapmadıklarını yapar, birden bire, vahiy inmiş gibi, işaret edilen hedeflere doğru gözü kapalı saldırıya geçerler.

Şimdi onlar, -ilk kez- eline kılıç alarak İslam’ı savunan devrimci mücahitlerdir.

“Özgür basın susturulamaz!”

Bilinmeli ki, o Amca bütün bunları yaşarken “ne olup bittiğini” bir kez dahi “düşünmedi.”

Düşünmek şüphedir, şüphe en büyük günahtır. Hem bir köle, düşünme eyleminin, kendi kurulu düzeninin sağladığı yaşam ve kafa konforunu elinden alacağını bilir.

O Hizmet’e köle. Ağabeyler’e köle. Fethullah Gülen’e köle.

O Amca, hepsini, “düşünmeden” yapar ama Ali’ler, bu serüveni, her şeyi “fark ettiği” halde yürütürler.

Ali Ünallar..

Ali’ler, suresi ve numarasıyla ayetler okur, ravisiyle hadis rivayet ederler. Peygamberler tarihinin sahifelerini karanlık günlere meşale ateşi yapmak için kullanırlar.

Onlar daha konuşmaya başlar başlamaz, birer ‘aşağılık maymun’ olduğunuz hissi yaşarsınız.

Karşınızda ve ekranlarda; İsrail oğulları gibi kutsanmış özel bir topluluk ve Musevilik gibi sadece onlara ait olan bir din, Moşe gibi sadece kendilerine gelmiş bir elçi ve Yehova gibi sadece kendilerine gülümseyen bir tanrı vardır.

Diğer zavallılar için ise “yedi musibet” kapıdadır.

Ali’ler, her şeyi bile bile ve göz göre göre yaparlar.

Ali’ler; Tevhit ve Şirk, Din nedir, Mekke Resullerin yolu, Kuran’da Temel Kavramlar vb. tevhidi kitapların müellifidirler.

Ali Ünal’ı, o sabah (18.12.2014) Çağlayan Adliyesi önünde, STV ekranında; Kur’an-ı Kerim, Adliye’deki bizatihi o olay ve topluluk üzerine yeni nazil oluyormuş gibi ayetleri okurken izlersiniz.

“Endişelenmeye gerek yok, İslam tarihi boyunca nebilerin karşısına da şeytanlar çıktı” der.

“Sizden önceki ümmetlerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz”ayetini, benzerleriyle birlikte okur.

Hem de ibret dolu şu ilk cümleden hemen sonra:

“İçimizden bazıları cemaatin de yanlışlıklar yaptığını söylüyor. Eğer bundan kasıt emniyet ve yargı mensupları ise onlar Cemaatin değil hükümetin yargıçları ve emniyetiydi.” (!)

Her zaman yaptıkları gibi, defalarca itiraf ettiklerini, herkesin bildiğini ve herkesin gözünün içine bakıp inkar ederek, yalan söyleyerek..

Kimse boşuna çaba göstermesin, Ali’ler karşısında hepimiz bir hiçiz. Onlar ise külldür.

Biz şeytandan onlar Allah’tan bir cüzdür.

Ancak biliyoruz ki, bu itirafların hiçbiri dahi onlara kâfi gelmeyecek.

Asla rahatlamayacaklar.

Çünkü ne mesele bu, ne konu diyanet.

Din ve takva; şu an savaş nedeniyle onların kullandığı en muhkem maske!

Tıpkı dinin, IŞİD’in en iyi kukuletası olması gibi.

Tıpkı dinin, okul basıp 135 çocuğu öldüren yeni Taliban’ın, Boko Haram’ın en güçlü maskesi olması gibi.

İçinde; örgüt, silah, terör, casusluk, kumpas, yabancı istihbaratlara bilgi servisi, üretilmiş deliler, operasyon, baskın, otoriteye itaat, kasetler, dinlemeler gibi kelimelerin bolca geçtiği mütekebbir adliyeler önünde noktalar gibi kalan, ellerinde Kur’an’la bekleyen mütesettir hanımlar ve annelerin, yürek paralayan yüz ifadeleri karşısında, her şeye lanet edip tükenirken, onları; yaşlı amca gibi direktiflerle düşürdüğünüz halden, ruhlarını çiklet gibi çiğnemenizden ve hayatlarını alet ettiğiniz oyunlardan dolayı size bu kez şöyle sesleniyoruz:

Şöyle bir bakın ve eserinizle övünün.

Bravo size!