NEREDE KALDI İSLAMİ KİMLİK, İSLAMİ DURUŞ, İSLAMİ MÜCADELE?

MUSTAFA ATAV

VAN 23.05.2015 10:13:36 0
NEREDE KALDI İSLAMİ KİMLİK, İSLAMİ DURUŞ, İSLAMİ MÜCADELE?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 İrademiz dışında sisteme konuşlanan iktidar-lar-a yaklaşımımız, eleştirilerimiz de yine aynı kabullerle dile getirilmelidir. İktidar-lar-ın uygulamaları inandığımız Dinden bazı öğeler taşıyor, bireylerinden bir kaçı İslamın bazı ritüellerini uyguluyorlar, Müslümanlar bu sebeple daha bir özgür oluyorlar/oldular diye iktidarı ve oturduğu zemini meşrulaştırmak ise bana göre İnandığımız Dinle çelişen bir davranıştır…
Telif hakkı diye hukuki bir kavram var…
Bir düşünce, bir kitap, bir makale, bir şiir vs. kime aitse özgünlüğü de bozulmadan onun ismiyle anılmak zorundadır. Bu durum aslında hak sahibinin hakkını teslim etmek olarak da yorumlanabilir…
Mesela sosyalizmden bahsedecekseniz, onun esas kahramanını yani ideologunu anmadan geçemezsiniz. Fikir namusu denilen şey düşüncenin esas sahibinin hakkını vermeyi, onun kaynak olarak gösterilmesini elzem kılan etkenlerden biridir. Kapitalizm, liberalizm gibi diğer ideolojiler için de bu böyledir.
Yani malum düşünce ve sistemlerine bir mensubiyet vurgusu yaparsanız aslına uygun davranmak zorundasınız. Bu bağlamda hem sosyalist hem de kapitalist olma iddiasını ileri süremezsiniz.
Dinlerin durumu da farklı değildir. Hrıstiyanlık denilince akla Hz. İsa ve İncil, Yahudilik denilince de Hz. Musa ve kitabı Tevrat akla gelmektedir. Ve bu ikisi asırlardır birbirlerine rakip durumundadırlar. Yahudilerin yine asırlardır diasporada yaşamaları, Almanya/Hitler örneğinde olduğu gibi soykırıma tabi tutulmalarını; Yahudilere göre de en iyi gentile (Yahudi olmayan) ölü bir gentiledir kabulüne kendilerini şartlandırmalarını buna örnek olarak verebiliriz. Liberal düşünceler ekseninde Yahudilerin haklarının iadesine karar verilmesi ve bu sebeple arz-ı mev’ud ölçeğince şimdiki İsrail denilen yerde devlet kurdurulmaları egemenlerin Ortadoğu’da bir karakol oluşturma çabası olarak görülse de mezkûr dinler özde birbirlerinin muhalifidirler. Hâlbuki bu ikisinin orijinalliği kalmamış, tabiri amiyane iş sulandırıldıkça sulandırılmıştır. Öyle de olsa, anlaşılacağı üzere bir Hrıstiyan, bir Yahudi inançlarını kendi peygamber ve kitaplarına dayandırmakla mükelleftirler; aksi bir durumda aidiyetten bahsetmeleri asla ve asla mümkün değildir.

Başka Din ve ideolojiler için bu böyleyse İslam/Müslümanlık ve Müslümanlar için de bu böyledir. Ki bizim için de esas olan Kur’an’dır, Allah resulünün özgün örnekliğidir ve bu ikisinden mülhem geliştiğini varsaydığımız kadim İslam kültürüdür. Takdir edilmeli ki sadece ideolojilerin değil, Dinlerin de tabiatında yayılmacılık vardır ve Kur’an da bunu genel kabule göre Müslümanlar için zorunlu kılmaktadır. Hal böyle olunca kendi kabullerimiz istikametinde bir siyasallaşma, bir sosyalleşme yani bir sistem oluşturma talebimizin olması kadar da doğal bir şey yoktur. Yine buradan hareketle söylersek içinde yaşadığımız toplumda dile getireceğimiz ve uygulamaya koyacağımız her şey İslam/Müslümanlık çizgisi dahilinde olmalıdır. İrademiz dışında sisteme konuşlanan iktidar-lar-a yaklaşımımız, eleştirilerimiz de yine aynı kabullerle dile getirilmelidir. İktidar-lar-ın uygulamaları inandığımız Dinden bazı öğeler taşıyor, bireylerinden bir kaçı İslamın bazı ritüellerini uyguluyorlar, Müslümanlar bu sebeple daha bir özgür oluyorlar/oldular diye iktidarı ve oturduğu zemini meşrulaştırmak ise bana göre İnandığımız Dinle çelişen bir davranıştır…
Çünkü iktidar, malumu ilam kabilinden kendisinin İslam şeriatı ile hükmetmek gibi bir dert taşımadığını, ülkesini çağdaş değerler/normlar dolayımında yöneteceğini, bunun için en uygun yönetim biçiminin de laik-demokratik öncüller olduğunu deklare etmiştir. Tekrar olacak ama iktidarın gizli ajandasının olduğunun ve egemenlerin kendi üzerinde yaptıkları hesabı ters yüz ettiğinin söylenmesi demagojiden (Laf ebeliğinden), popülizmden, politik çıkar ve menfaatten başka bir şey değildir. O yüzdendir ki düne kadar karşı olunan ve iktidara götüren her yol meşrudur (Makyavelizm) tezine, faydacılığa (Pragmatizm) zirve yaptırmak da siyasetin/politikanın gereğidir.
Oysaki siyasette öncelenmesi gereken ilkelerdir. İlkeleri belirleyen de İslam ve Hz.Muhammed’in Mekke’yi yani oradaki oligarşik yapıyı hizaya çeken örnekliğidir.
Bir şekilde var olduğumuz topluma vaziyet edenlerin kendilerinin Müslüman olduklarını söylemeleri, gizli oturumlarda İslamcı cemaat ve akillerine gelecek vaadinde bulunmaları; küreselleşme, modernleşme gibi baskılar bu örnekliğin önünü alacak işlerden değildir. Aksi halde Müslümanlık iddiamız, İslami siyaset beklentimiz tartışılır olacaktır.
Basit birkaç örnekle açarsak, yiyeceğimiz ve içeceğimiz gıda maddelerinde, tekstil ürünlerinde alkol, domuz eti ve yağının varlığı hususunda; dönem dönem tepkiselliğimiz değişse de İsrail, ABD, Fransa vb. ülkelere ait ürünlerin boykot edilmesi gibi konularda müteyakkız olan Müslümanların, iş devlet yönetimine gelince mezbur ideoloji ve yönetim biçimlerine karşı aynı hassasiyeti göstermemeleri, aksine çağdaş değerler sistematiği içinde görmeye çalışmaları garipsenecek, şaşılacak bir reflekstir. Ağır bir benzetme olsa da Firavun ve sihirbazlarının halkı uyutmak için kullandıkları yöntemleri andırmaktadır. En hafifinden cambaza bak cambaza misali gibidir. Bahsettiğimiz tüketim maddelerinde haram olarak kabul edilen katkı maddelerinin varlığı nihayetinde şüphe ile yorumlanacak bir durumdur ve fıkıhta kaçınmak tavsiye edilse de şüphe esastan değildir; peki ya ideolojiler ya gayr-i vahyi kabul edilen yönetim biçimleri! Peki, ya siyasal duruş, siyasal kimlik!
Yine Ortadoğu! Oralarda despot, totaliter, diktatoryal rejimlerin ve fiili savaşın varlığı Türkiyeli Müslümanlara aba altından sopa gösterircesine dile getirilmekte; IŞİD gibi örgütler de anılarak “kırk katır mı, kırk satır mı” sorusu gündeme getirilmekte ve yaşadığımız coğrafyadaki laik demokratik yapı hususunda Allah’a ne kadar şükretsek azdır denilmeye getirilmektedir.
Bu baskıyı kuran sadece iktidar değil, aynı zamanda ona gönül vermiş cemaat ve bireyleri, akiller, aydınlar, âlim olarak tanımlananların çoğu, yazılı ve görsel medyanın kalemşorları, dernekler, vakıflar, sendikalar vs. dir.
Şimdi burada İslami bir kimlik, İslami bir duruş, İslami bir Mücadeleden vs. bahsetmek ne kadar mümkündür, ilgilisinin takdirinedir.
Sonuç sadedinde söylersek: İslamın sair din ve ideolojilerle telifi zulümdür. Böyle bir çabanın telafisi ise kolay işlerden değildir. Bugünlerde gündemde tutulan “F” tipi yapılanmanın çok önceden beridir çaba gösterdiği Dinler arası uzlaşı hareketlerine kızanların iş kendilerine gelince uzlaşılması istenilmeyen Dinlerin hüküm sürdüğü tarih, coğrafya ve medeniyetin ürünü olan demokrasi ve laikliği İslama mal etmeye çalışmaları da bana göre yine zulümden başka bir şey değildir. Müslümanların kendi Kitapları, inanç ve kültürleri kendilerini yönetecek sistemler üretmeye ve şekillendirmeye müsaittir. Yeter ki özellikle 19 yy.dan bu yana gelişen Batı inanç ve düşüncesi karşısındaki ezik duruşumuzdan vazgeçelim. Aksi halde “Yamadık dünyamızı yırtarak Dinimizden, Din de gitti dünya da gitti elimizden…” durumuna düşmemiz kaçınılmazdır.
- See more at: http://www.iktibasdergisi.com/nerede-kaldi-islami-kimlik-islami-durus-islami-mucadele/#sthash.LFyChKS0.dpuf