NEBİYİ ÇOKTAN HAYATIN DIŞINA IŞINLADIK

[Mustafa İslamoğlu]

VAN 23.07.2014 14:04:01 0
NEBİYİ ÇOKTAN HAYATIN DIŞINA IŞINLADIK
Tarih: 01.01.0001 00:00
 [Mustafa İslamoğlu] -
Kitap ve Hikmet dergisi nisan 2014/5 sayı nebinin örnekliği konusu çerçevesinde Mustafa İslamoğlu ile yapılan Röportaj
-Öncelikle hocam, bu konuda örneğine az rastlanan üç Muhammed isimli bir eserin müellifisiniz, bu yüzden görüşleriniz bizim için çok değerli, günümüzde İslam dünyasında Nebi’nin örnekliğin nasıl algılanıyor?
Hiç de iyi algılanmıyor. Hiç de iç açıcı değil. Bir defa Nebi’nin örnekliğinin anlaşıldığı konusunda ciddi tereddütlerim var. Yani İslam dünyası dediğimiz bir dünya var mı yok mu o ayrı mesele. O bahse hiç girmiyorum. Sorduğunuz cümlenin iki kısmı var, ikinci kısmında Nebi’nin örnekliği, sevgili nebinin sevgili rasulün örnekliğini algılama konusunda İslam dünyasının ciddi sıkıntıları var. İslam dünyasında hiç de küçümsenemeyecek bir grup Nebi’yi çoktan ışınlamış durumda. Yani resmen, alfa, beta, gama, mor ötesi, kızıl ötesi hangi ışına uygunsa bir ışına dönüştürmüş durumdalar.
-Yani bir süper kahraman?
Süper kahramanın da süperi, hakikaten bir süperman’e dönüşmüş durumda. Bu anlamda bir kısmı ışınlamış durumda, bir kısmı da termodinamiğin konusuna dönüştürmüş ve buharlaştırmış durumda. Yani ışınlayan da buharlaştıranın da problemi aynı, çünkü o zaman yeryüzünde gezen bir Nebi görmüyorsunuz. Yani yeryüzünde gezen bir Rasul yok artık; yeryüzünde gezen bir Rasul yoksa örnek yok, zira örnek alacak olanlar insanlar. Örnek almanın çok temel bir mantıkî kuralı vardır. Kendi düzlemlerinde olanı örnek alırlar, yani örnek alanla örnek alınacak olan arasında bir mahiyet farkı olmamalı. Bu, düz mantığın şartı olan bir kuraldır. Peki ne demek istedim; İnsan meleği örnek alamaz, bunu demek istedim. İnsan Allah’ı da örnek alamaz. İnsan’nın Allah’ı örnek alabilmesi için Allah olması lazım –haşa–. Onun için Allah’ımızın ‘beni örnek alın’ diye bir emri yok Kur’an’da.
- Bana uyun değil, Allah’a ve Rasulü’ne uyun diyor.
Aynen öyle, “Beni seviyorsanız onu izleyin.” “onu izleyin.” Yani “Kul in kuntum tuhibbune’llahe…” “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız…” bakınız arkasından belagat açısından cümle şöyle gelmesi lazım: “Eğer Allahı seviyorsanız, Allah için şunu yapın..” öyle gelmiyor değişiyor, iki tane özne var, özenin biri bitiyor, özne değişiyor, Allah’tan peygambere kayıyor. “fe’ttebi’ûnî” “.. Beni izleyin.” diyor. Niye? Çünkü Allah izlenmez, izlenebilmesi için izlenenin izi olması lazım, izi olması için yerde yürümesi lazım, yerde yürümesi için ayakları olması lazım, dolayısı ile insan yerde yürür. Aynı düzlemde olmamız lazım. Onun için tüm müşrik kavimler, inkarcı kavimler, helak edilmiş kavimlerin ortak bir özelliği vardır; melek peygamber istemeleri. Nuh kavmi, Lut kavmi, Ad kavmi, Semud kavmi ve müşrikler, hepsi, daha burada anamadıklarım ortak olarak; melek gönderilmeli değil miydi, demişlerdir. İnsan peygambere itiraz etmişlerdir.
-Hatta o Araf Suresinin baş tarafındaki o bütün kavimlere elçi geldiğinde onların göz dolduranlarının itirazı şu şekilde olmuyor mu, daha doğrusu elçiler onlara demiyorlar mı; size bir insan elçi gönderilmesini mi şaşıyorsunuz. Tek tek hepsine aynı cevap veriliyor.
Bir cevap daha veriliyor; “Eğer yeryüzünde salına sılana gezinenler melekler olsaydı, onlara peygamber olarak bir melek gönderirdik.” Yani sizin düzleminizden gönderirdik. Niye? Örnek olmak için. Örnek böyle bir şeydir. Onun için İslam dünyasının peygamberi örnek almakla ilgili ciddi bir sorunu var, bu sorun eylemsel bir sorun değil, ameli bir sorun değil, bu sorun zihinsel bir sorun, algı sorunu, tasavvur dediğim benim orjinal ifadesiyle, bu sorun tasavvur sorunu. Zira çoktan İslam toplumları peygamberleriyle aynı düzlemde olmayı reddettiler. Bunu hesapta, sözüm ona, yüceltmek için yaptılar. Fakat aslında yüceltmediler, peygamberliği hayattan dışladırlar. Yani peygamberin misyonunu katlettiler. Bu aslında bir cinayetti. Yani bu, manevi bir cinayettir.
-Yani Müslümanlar da peygamberi öldürdüler diyebilir miyiz bu durum?
Yahudiler peygamberleri öldürdüler, Müslümanlar da peygamberliği öldürmüş oldular. Yani bir peygamberin bedenine yönelik bir tehdit onun bedeniyle sınırlı bir tehdittir, onun bedenini ortadan kaldırırsınız zararı sadece bedeniyle sınırlıdır, ama bir peygamberin misyonuna yönelik tehdit, bedenine yönelik tehditten çok daha büyük zarar verir. Zira peygamberi peygamber eden bedeni değil, misyonudur.
-Hocam, kıymetli eserlerinizden biri de Yahudileşme Temayülü, Üç Muhammed kitabınızda da bir bölümde, benim hiç unutmadığım bir bölümdür, hıristiyanlaşma temayülü diye bir başlığınız var. Bu durum tam da konumuzla ilgili olması bakımından önemli; Müslümanların nebi a.s’ı aşırı yüceltmesiyle, İsa a.s’ın hrıstiyanlar tarafından aşırı yüceltilmesi arasında ne gibi ortak yönler görüyorsunuz. Ve bu bağlam da hrıstiyanlaşma temayülü bugün İslam dünyası için ne gibi bir tehdit oluşturuyor?
Şunu söyleyim, kendilerini İsa’ya nispet edenler arasında, İsa’yı çarmıha gerdiğini düşünenler, İsa’yı taşlayanlar da dahil, İsa’nın annesine iftira edenler de dahil, bütün bunlardan daha fazla zararı İsa’nın inancını yoldan çıkaran Pavlus vermiştir. Pavlus’un problemi nedir? Pavlus, yerde yürüyen insanoğlu İsa’yı, tanrının bir parçası haline dönüştürdü. Baba-oğul-ruhu’l kudüs üçlemesi içerisinde, yani tam olarak Teslis Pavlus’tan yüz elli yıl sonra Tertilyanus tarafından teleffuz edilmişse de baba-oğul zihniyeti Pavlus tarafından kuruldu. Çünkü Pavlus’un zihni Helen zihniydi. Pavlus’un zihnini inşa eden Helen kültürünün dominant öğesi ise bâtınî bir kültür olmasıydı. Helen kültürünün içinde Eflatunculuk var, yoldan sapmış bir biçimde.
-Yani bâtınî derken, vahye dayanmaması manasında mı söylüyorsunuz?
Batınî derken, hakikatin herkes tarafından anlaşılamaz olduğunu, hakikati anlamak için mutlaka aracı gerektiğini, hakikati anlamak için mutlaka inisiye olmak, yani akredite olmak, yani bir şeye, bir yere üye olmak, bir yere bağlanmak gerektiğini söyleyen sistem bâtınîliktir. Gnostisizm denir buna. Bir; hakikatin açık olmadığını, gizli olduğunu söylüyor. Hakikatin herkese söylenemeyeceğini söylüyor. Kur’an ne söylüyor; ‘Hakikar mubîndir’ diyor. Kendi adını da Mubîn koyuyor, Kitabun Mubîn. Yani Kur’an’la bâtınîlik zıt zıtadır. Bâtınîlik ne diyor, Gnostisizm, hakikati öğrenmek için hakikatle kendi arana mutlaka bir bağ koymalısın, aracı koymalısın diyor, aracı olmadan olmaz diyor, aracısız öğrenemezsin. Kur’an ne diyor: “İyyâke na’budu ve iyyâke nesta’in” “sana aracısız kulluk ederiz” ihlas budur zaten. İhlas aracısız kulluktur. Şirk, aracı koymaktır. Yani bâtınîlik ne diyor; akredite olman lazım, yani inisiye olman, yani örgüte üye olman lazım, bu karmaşık süreçlerden geçeceksin örgüte üye olacaksın. Üye olmak da bitmiyor, ondan sonra o karmaşık süreçlerde yol kat edeceksin. Birileri senin yol kat ettiğine de onay verecekler. Onay verenler de ruhban sınıfı olmuş olacak, yani aracılar olmuş olacak. Dolayısı ile senin hakikate ulaşman için birilerinin icâzeti şart diyor. Kur’an ne diyor; insanoğlunun hakikate ulaşması için birilerinin icâzeti şart değil, bu peyagmber olsa dahi. Yani bir insanın mü’min olabilmesi için peygamberden icâzet olması gerekmiyor. Nitekim bizlerin hiçbirisi de hiç kimseden icâzet almadı, kelime-i şehadet getirdik ve ‘ben kayıtsız şartsız Allah teslim oldum’ dedik ve bu sözümüz üzere bir hayat yaşamaya gayret ediyoruz. Kendimizi kurtulmuş da saymıyoruz ta ki ölünce anlaşılacak. Kurtulmak için çabalıyoruz. Ama işte orada, dördüncü hususta bâtınîlikte, oraya inisiye oldular mı, icâzet aldılar mı, kendilerini kurtulmuş sayarlar, kendilerini kurtulmuş saymakla bitse iş gene iyi; kendilerinden olmayanı da batmış sayarlar. İşte bâtınîlik bu. Gelelim yeniden Hrıstiyanlığa, Pavlus’un yaptığı buydu, Pavlus insanoğlu İsa’yı öldürdü, yani İsevî İslam’ın katilidir Pavlus. Yerine, getirdi bir ışınlanmış, insanlıktan çıkarılmış, örnek alınamaz tanrı koydu. Yani peygamber değil, peygamberlik boş kaldı, münhal kaldı, münhal kalan peygamberlik makamına da kendi oturdu zaten. O yüzden peygamberi kilise atar Hrıstiyanlık’ta bunu biz hala algılamakta zorlanıyoruz, biz onun için biz İsa’dan bahsettiğimizde biz peygamberden bahsediyoruz ama bir hrıstiyan ‘Jesus’ dediği zaman, bir peygamberden bahsetmez. Biz hala bunu anlamıyoruz. Onun için yahudilerin arasında “God” dili kullanırlar, birbirlerinin arasında “Jesus” dili kullanırlar. İki tane de dilleri vardır böyle işi bilenlerin. Dolayısla dönelim İslam’a… Peki İslam’da ne oldu? İşte İslam’ın Pavlus’ları dediğimiz zümreler türedir. Ne yaptılar? Sevgili Rasûlü örnek olmaktan çıkardılar, insan olmaktan çıkardılar, Pavlus’un Hrıstiyanlık’ta yaptığını onlar da İslam’da yaptılar. Peki ne oldu, sonuçta geldiğimiz nokta itibariyle? Nur-u Muhammedî isminde bir tez, uydurdular demiyorum, uydurmadılar bu bir ithal tezdir. Tamamen aynısıyla, benzeriyle demiyorum, aynısıyla Zerdüştlükte vardır. Esma-i Hüsna’nın ilgili bölümünde kaynaklarıyla yazdım, aynen tercüme ettim. Bu, Zerdüştlük’ten Gnostisizm’e geçmiştir, yani bâtınîliğe geçmiştir. Oradan da maalesef, işte Hrıstiyanlık’a geçmiştir. Pavlus bâtınî’dir onu söyleyim, gnostiktir. Pavlus’un kendisi, adıyla sanıyla gnostiktir, bâtınîdir kendisi, yani kendisini hrıstiyan ilan etmeden önce bu adam bâtınîydi. Helen kültürüyle yetişmişti, gnostikti. Getirdi Gnostisizm’i Hrıstiyanlık olarak yeniden inşa etti, yeniden kurguladı. Sonra ne oldu, büyük kopuş, büyük kopuştan neyi kastediyorum, Kur’an’dan kopuşu kastediyorum, o büyük kopuş yüzyıllarında –ki ikinci yüzyılda başlıyor büyük kopuş, üçyüz yıl sürüyor, o büyük kopuş yüz yıllarında ne yapıldı; getirildi, anlı şanlı adamlar, isim vermiyorum ki bazıları nasipsiz kalmasın çünkü isme bakıyor hemen sırtını dönüyor, hakikatten nasipsiz kalmasınlar diye sırf onlara acıdığım için isim vermiyorum, bazıları anlı şanlı adamlar, adamı düşünün elli yaşına kadar hrıstiyan ilahiyatçısı, bu isim bugün, anlı şanlı, kocaman, kendisini bir mezhep olarak lanse eden kitlenin akide kurucusu olarak tanınıyor. Ben bir şey demiyorum, bu adam Müslüman olmuştur, doğrudur. Ama hrıstiyan ilahiyatçısı elli yaşında Müslüman olursa ne olur? Tüm kültürünü alır sana getirir. Bizim bu konuda uyanık olmamız gerekmiyor mu? Yani tıpkı Ka’b-ul Ahbâr konusunda uyanık olmamamız bize nasıl bedeller ödettiyse, nasıl ağır bedeller ödettiyse, bu konuda da çok ağır bedeller ödedik. İşte bu noktada Nur-u Muhammedî tezi alındı, aynen getirildi, önce Şia bunu aldı, alladı, pulladı, önce hazreti Ali üzerinden Nur-u Ali’ye dönüştürdü bunu. Onlardan da sünnîler aldırlar, onlar da Nur-u Muhammedî’ye dönüştüler, acayip bir manzara çıktı ortaya; ışınlanmış bir peygamber. Ondan sonra tut tutabilirsen insanları, insanlar peygamber yarıştırmaya koyuldular. Peygambere salât, peygambere destektir. Peygambere destek vermek emek işidir. Yani kim emekten kaçar; rantçı. Dinin rantçıları türedi. Siz mafyayı sadece esrar dünyasında, eroin dünyasında, kara para dünyasında aramayın, bir de dünyasının mafyası var. Din mafyası daha beter bir mafyadır. Öbürlerini, esrar içinleri, Amatem’e götürüyorsunuz, tedavi ettiriyorunuz ama bunun Amatem’i de yok yani. Dolayısıyla bu mafya Allah diyerek aldatıyor. “Ve lâ yegurranneke bi-llâhî garûr.” “Aldatıcı sizi aman ha Allah ile aldatmasın” diye Kur’an uyarırken, bu, Allah ile aldatıyor. Bu anlamda öyle bir peygamber tasavvur yerleşti ki; alın, yalan hadisler gırla gidiyor. Yani orada ayet duruyor, orada Kur’an iki kere gözümüzün içine baka baka “De ki; ben de sizim gibi bir insanım, beşerim” demiyor mu? Ama öbür tarafta adam çıkıyor; ‘Yok’ diyor, ‘Yok, o bizim gibi değil, o beşer değil, o insan değil’ iş nereye geldi; Muhammed Mustafa eşittir Allah. Haşa binlerce kez haşa, sapık nereye gelirmiş. Bir tanesi çıkıyor; ‘Ehad’la Ahmed arasında bir harf vardır’. Bir tanesi çıkıyor, bunlar yeni şeyler değil, bunlar maalesef bu ümmetin bin iki yüz, bin üç yüz yıldan beri boğuştuğu illetler, bunlar virüsler, imana girmiş virüsler.
-Hocam tam da orada şunu sorabilir miyim; bin iki yüz, bin üç yüz yıl dediniz, bunlar İslam’da böyle. Daha öncesinde anlattığınız gibi Pavlus vesilesiyle Hrıstiyanlık’ta, yani insanlık tarihine bir nevi yoldan çıkmanın tarihi de diyebiliriz o zaman, yani insanlığın böyle bir hastalığı mı var? Neden insanlar buna yöneliyorlar, bunda bir fayda mı var? Nedir bu fayda? Çıkar nedir?
Güzel… Sorunuza cevap vereyim, aslında Kur’an cevap versin; ‘İnsanların çoğu akletmezler’, ‘İnsanların çoğu şükretmezler’, ‘İnsanların çoğu imanın hakkını vermezler’. Kur’an bu üç manada ‘insanların çoğu’nu olumsun anlamda kullanıyor. Niye? Zira insanların çoğu emeği sevmezler, emek vermezler. Hakiki iman emek gerektirir. Sahte iman ise emek gerektirmez. İşte tıpkı Levis’ın hakikisi ile sahtesi gibi hakikisi 300 lira sahtesi 30 lira değil mi? Nike’ın hakikisi 500 liraysa sahtesi 50 lira. Yani sahte olduğunu bile bile niye alır? Çünkü az emek, az para veriyor, az ücret ödüyor. İşte din de böyledir, dinin de çakması vardır. Yani dinin çakmasına uydurulmuş din diyoruz. Hakikisine ise indirilmiş din diyoruz. Bu insanlık tarihi boyunca böyle. Buradan şu hükme varalım; tüm peygamberler aslında hiçbir yeni din getirmediler, tüm peygamberler İslam’ın peygamberidir, Kur’an’a göre. Tüm peygamberler tahrife karşı savaştılar. Tüm peygamberler müceddittirler yenileyici, muharriflere karşı savaş vermişlerdir. Hazreti Muhammed a.s da hazreti İbrahim’in muharrifleriyle savaştı. Müşrikler hazreti İbrahimin tahrifçileridir.
-Hocam sağ olun, ağzınıza sağlık. Bir de şunu sorayım, bu kutlu doğum haftası diye bir kutluma var biliyorsunuz bir süredir Türkiye’de, burada isminden de anlaşıldığı gibi tamamen Nebi’nin doğumuyla ilgili, yani olay tamamen doğumuna yönelik bir kutlama yada yönelme oldu mu? Var mı?doğuma, bedensel dünyaya gelişe çevrilmiş durumda. Dikkatler oraya yöneltiliyor. Bunu siz nasıl anlıyorsunuz yada İslam tarihinde risaletin
Esasen şu iki şeyi öncelikle yanlış anlaşılmalara maal vermemek için vurgularım, ayrılması gerekir diye düşünürüm. Her vesile ile iyi şeylerin öğretilmesi güzel bir şey, kutlu doğum vesilesi ile eğer Allah Rasûlü’nün hayatı anlatılacak, öğretilecekse buna kimsenin bir itirazı olamaz. Gelelim sorunuzun mahiyetine; bir kere burada problem şu, biraz önce dile getirdiğimiz problemin bir devamı, esasen peygamberimizi bizim için değerli kılan şey Abdullah oğlu Muhammed olması değil ki. Eğer o Kur’an ile şereflenmiş olmasaydı, Kur’an ile Rasûl olmasaydı kim bilirdi? Muhtemelen hiç kimsenin haberi olmayacaktı. Sadece bölgede yaşayan milyonlarca insandan birisi olacak ölüm gidecekti. Peki onu bizim için anlamlı ve değerli kılan nedir? Abdullah oğlu Muhammed olması değil ki, Allah’ın Rasûlü olması. Nitekim Abdullah oğlu Muhammed olmasından dolayı üstlendiği bir misyon yok. Zaten onun içindir ki, Şura Suresinin 52. Ayetinde ‘sen bundan önce kitap nedir, iman nedir’ bilmezdin deniliyor. Yani, kitap nedir iman nedir bilmez bir durumunu kutluyor millet. Çok komik değil mi? Aslında çok komik. Hatta Kur’an bir başka yerde ‘ve vecedeke daallen fe hedâ’ yani ‘seni daal olarak, yani sapmış olarak bulup da hidayete erdirmedi mi Allah’ Duhâ suresindeki ayetten bahsediyoruz. Allah aşkına şimdi millet ne yaptığının farkında mı? Dolayısı ile eğer kutlanacaksa, peygamberimizin doğumu annesinden doğduğu gün değildir. Peygamberimiz ilk vahyi aldığı gün doğdu. Bir Müslüman için peygamberimiz doğumu odur. Peki bunu böyle algılamayıp da yani Alemlere rahmet kılan onu, Muhammed Rasulullah’tır alemlere rahmet olan, Abdullah oğlu Muhammed değildir. Abdullah oğlu Muhammed, annesinin Muhammed’idir. Ama Rasulullah olan Muhammed insanlığın rahmetidir. Şimdi bu ikisini aynı kefeye koymak bir yana dursun, siz ikincisinin üstünü örtmek için birincisini yorgan olarak kullanacaksınız ve getireceksiniz siz ‘kitap nedir iman nedir bilmez’ denilen bir dönemi siz insanlığa bir başlangıç noktası olarak koyacaksınız. Bu bir, aslında, kopuştur işte, büyük kopuşun bir kısmı da budur. Yani Kur’an’ın peygamber tasavvurundan kopup bir başka peygamber tasavvuruna bağlanıyoruz biz. Hani Üç Muhammed’de var ya, Kur’an’ın Muhammed’i değil bu, bu başka bir şey. İşte burada doğrudan bir kopuşla karşı karşıyayız, bu kopuş bizi Allah Rasûlü’nin hakiki misyonundan mahrum bıraktı. Bu kopuş yüzündendir ki hala sadede gelemedik. Bu kopuş yüzündendir ki bakınız hala örneğimizi konuşamıyoruz. Her şeyi konuşuyoruz ama örneği konuşamıyoruz.
-Hocam tam örnek dediniz de güzel bir noktaya geldik; Nebi’de bizim için güzel örnek bulunması, aynı zamanda Nebi’nin kendisine de vahyi yaşamasını gerektiren bir durumdur diye algılıyorum. Öyle olması gerekir. Bu ayetler varken insanüstü özellikleri bir nebiye nasıl yakıştırıyorlar, böyle bir nebi, insanüstü özellikli bir nebi nasıl tasavvur ediliyor? Bu Kur’an’dan kopuşla alaka bir şeydir mutlaka.
Kesinlikle. Yani o büyük kopuş var ya, o korkunç kopuş
-Yani şunu sormak istiyorum, Kur’an’da bu örneklik ayetlerini okuduklarında nasıl oluyor da hala bu şeylere devam ediyorlar, bu dediğiniz baştaki süper kahraman nebi algısına devam ediyorlar?
Efendim aslında bu bir şark kurnazlığı, bu adı konmamış bir şark kurnazlığı, şark kurnazlığı nasıl bir şey biliyor musunuz? Şöyle bir şey, Anadolu’ya gidin görürsünüz; adam kaçak ev yapar, ev bittikten sonra çatısına bayrak asar. Bu çok adi bir şark kurnazlığıdır. Adam, çok ilginçtir, haram helal demeden kazanır, haram helal demeden karar katar, ondan sonra bir hacca gider, haccdan dönüşte de bir alâyı valâ ile karşılanır. Kendisini Allah’ın çamaşır makinesinde yıkanmış gibi satar. Adam, üç yüz atmış beş gün elinden gelen tüm haltı yer, karıştırır, üç yüz atmış beşinci gün Kadir gecesi zannettiği gün de gider, yatsı namazını da kılmaz, terâvihe gider. Anlatabiliyor muyum? Bunlar şark kurnazlığı, aslında aynı silsilenin içine koyacağınız bir şey bu. Peygamber tasavvurunda bunu da onun yanına koyun. Ne oluyor; peygamberi örnek almak mükellefiyet yüklüyor insanın üzerine. Nedir? Örnek almak üretmektir, çağa taşımaktır. Peygamberle çağdaş olmak mümkün mü? Çok mümkün, gayet mümkün, hatta harika, arkadaş olmak. Eğer peygamberi örnek almak çağa taşımak değilse, bizim suçumuz ne de miladî 21.yüzyılda geldik, 20. yüzyılda yaratıldık? Yani Allah’a dönüp, ya Rabbi benim suçum neydi, miladî 7.yüzyılda neden yaratmadın beni de elim eline değsin, gözüm gözüne değsin, sözüm kulağına değsin, sözü kulağıma değsin, gözü gönlüme değsin, istemez miydim ben, sevgili peygamberimin, canımdan aziz olanın, istemez miydim ben, hangi mü’min istemez ki ben istemeyim. Ama ne fark eder ki gözü gözüne değen Ebu Cehil cehennem oldu. Amcası adam olamadı, amcası olsan ne fark eder ki. Peygamberin oğlu olsan ne fark ederki, alın Nuh’un oğlunu. Babası olsan ne fark eder ki, alın İbrahim’in babasını. Eşi olsan ne fark eder ki, alın Lut’un eşini. Dolayısıyla bütün bunlar mesajdır aslında o zaman çağdaş olabilir miyiz? Gayet olabiliriz, nesiyle; misyonuyla, misyonu taşınır mı; gayet taşınır. Taşınmaz olsaydı Kur’an teklif-i ma lâ yutak yapıyor olurdu, yani güç yetirilemeyen bir şeyi emrediyor olurdu ki Allah bundan münezzehtir –haşa-. Onun için madem örnek gösteriyor, örnek alabiliriz, taşıyabiliriz, bu çağa taşıyabiliriz. O zaman, yahu, açıyorsun kitapları, bugün anlatılan bir peygamber portresi var, şimdi şu kanallara bir bakın, kanallarda anlı şanlı, aldıkları maaşlar dudak uçuklatan bir televizyon allemeleri dizgesi vardır. Bunlara inanın o bir çuval para masal anlatsın, din adına masal anlatsın, efsane anlatsın diye veriliyor. Zaten hakikat anlatsa bırak para vermeyi, üste para versen anlattırmazlar, yani çıkarmazlar oraya. Yani uyu uyu yat, yat yat uyu aslında bir tür narkoz, toplu uyutma seansları, kitlesel uyutma seanslarıdır bunlar. Peki anlattıkları peygamber ne? Dinliyorsunuz, çok ilginç, nerede yazıyor bu? Nerede yazacak uydurmaların içinde yazıyor. Bazıları hiçbir yerde yazmıyor. Biraz daha geriye gidiyorsun, işte 16.yülyılda, Vesiletun Necât isimli şiiri yazan Süleyman Çelebi, Allah rahmet etsin, Allah taksirâtını affetsin, o adam bir şiir yazmış, oturmuş şiir yazmış canım, hadis yazmamış ya, kitap yazmamış ya, Kur’an yazmamış ya. Şiir yazmış nihayetinde. Sen o şiiri, hadi mevlut diye besteledin, tamam o adamın peygamber tasavvurunu ne oluşturdu, kaynağı ne acaba? Ben o kaynaklara hala ulaşamadım. Yani, “İndiler gökten melekler saf saf, Kâbe gibi kıldılar evi tavaf” şimdi bunu peygamberimiz annesi Amine söylemiş oluyor. Bakıyorum sahih kaynaklarda yok, zayıf kaynaklarda yok, uydurma kaynaklarda yok. Nerden buldun yahu, nerden buldun da yazdın. Osmanlı toplumunun peygamber tasavvurunu oluşturan iki kitap var, bir de ilmihal var. Ahmediye, Muhammediye, bunlar iki kardeştir, Ahmed Bican, Mehmed Bican diye. Çok ilginçtir Osmanlı tarihi boyunca yönettiği halkların, gayr-ı müslim halkların, bir tanesinin diline Kur’an’ı tercüme etmemiştir Osmanlı da bu Ahmediyye’yi macarcaya tercüme etmiştir. O da hadi benim size bugünkü kıyağım olsun. Yani şu zihniyete bakar mısınız? Yanına bir de ilmihal koyuyoruz adı Mızraklı İlmihal, yazarı kim? Bilmiyoruz, meçhul. Mızraklı İlmihal ama tam İslam’ı mızraklayan bir ilmihal. Ve bugün birileri çıkıp Kur’an okumayın ilmihal okuyun diyorsa, orada dur arkadaş. Buradan peygamberi örnek alacak ne bir nesil çıkar, ne bir zihniyet çıkar, ne bir algı çıkar. Burada peygamberin sırtından rüşvet verecek bir sahtekarlık çıkar. O rüşvet de nedir? O rüşvetin adına da salavat konmuştur. Şuanda salavat kültürü peygambere verilen dini rüşvettir, başka hiçbir şey değildir. Ve Kur’an’ın emrettiği, hucurat suresinde emrettiği salatla da alakası yoktur. Orada destek emredilmektedir. Zaten Allah’ın yaptığı bir işe, meleklerin yaptığı bir işe biz de çağırılmaktayız. Yani Allah ve melekler bir iş yapıyorlar ona bizim de ortak olmamız isteniyor, o işi bizim de yapmamız isteniyor. Salat ederlermiş Allah ve melekleri, bizim de salat etmemiz isteniyor. Selam da ayrılıyoruz çünkü, selam da Allah ve melekleri yok. Bizden isteniyor, sadece insandan. O zaman bir iş yapacağız ki o Allah’ın yaptığı, meleklerin yaptığı bir iş olacak, bizim de yaptığımız bir iş olacak. Ne olacak? “Allahumme salli ala seyyidine Muhammed” mi diyor Allah? Komik oldu değil mi? Dolayısla bakınız hakikaten komik oldu, gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Burada gerçekten çok ciddi, kendi dinimize ettiğimiz zulmü gerçekten gavur etmez. Maalesef bu durumdayız.
-Hocam sizi yorduk ama küçük bir sorum daha var. Bu, günümüzde bir kısım Müslümanlar tarafından, olimpiyatlara geldiği, rüyalarda bir takım emir ve direktifler verdiğine inanılan peygamber algısının mütedeyyin olmayan kesimler üzerindeki etkisi de konunun çok önemli başka bölümü, bu konuda neler düşünüyorsunuz? Böyle bir dini kabul edememek aslında çok yadırganacak bir durum olmamalı öyle değil mi?
Zaten şuanda yaşadığımız bu sıkıntı, içinden geçtiğimiz bu zaman diliminde, bu ülke gerçekten de korkunç bir buhran yaşıyor. Şuan da kendi etini dişleyen bir idrak hastasına döndük. Biz bu hale nasıl geldik? Biz bu hale nasıl geldik sorusuna verilecek on tane, yirmi tane, otuz tane cevap çıkabilir. Ama inanın bu cevapların ilk üçüne girebilecek bir tanesi; ‘çarpık peygamber tasavvurumuz yüzünden geldik’tir. Düşünün, öyle bir peygamber algısı var ki piyasada, peygamber twitter’ları iki katlıyor, peygamber konsere geliyor, stada geliyor. Peygamberle biri görüşüyor -tabi o kamyona binip ışınlama, o ayrı bir mesele- peygamberle görüşüyor, sürekli görüyor. Yani iki soruyla çöker. Sahabe birbiriyle savaştı. Bir tarafın komutanı, peygamberin damadı, canı, ciğeri hazreti Ali’ydi. Bir tarafın komutanı da peygamberin eşi, canı, ciğeri, sevgilisi, hazreti Aişe’ydi. On bin kişi gitti. Bunlar görüşemiyorlar. Bizimkisi bin dört yüz sene sonra gidip görüşüyor. Yani çok ilginçtir, buradan size izin vereyim, yayınlanmamış son sayının baş yazısı var, siyer tasavvurumuz üzerine, Kur’anî Hayat’ın. Onu alıp iktibas olarak, daha yayınlanmadı ama izin veriyorum size, dergiye koyabilirsiniz. Çok hoşunuza gidecek yalnız, çok farklı bir şey. Onu yayınlayabilirsiniz. Yani istiyorsanız. Düşünebiliyor musunuz, şöyle bir mizansen, önce hazırlanıyor ortam, abiler ablalar gençleri hazırlıyorlar, uzun süre hazırlıyorlar. Ondan sonra bir gece veya gündüz, neyse artık mizansene göre, bir gün dili içinde olmayan hafifçe kapalı olan kapı yavaşça açılıyor. ‘O geldi, o geldi’ diye evin abisi, ablası bağırmaya başlıyor. Oradaki gençler çıldırmış gibi ‘o geldi, o geldi’ diye başlıyorlar koro halinde salavât getirmeye. İşte içlerinden bir tanesi çırpınıyor, bir tanesi ağlıyor, bir tanesi saçını-başını yoluyor, bir tanesi yüzünü saklıyor; ‘gelmesin, gelmesin bu günahlarla ona bakamam’ falan, tam bir mizansen. Ve böyle bir durum, bu artık gelenek haline getirilmiş. Bu mizansenden, bir çocuk dört-beş yıl o evde kaldı mı geçiriliyor, yani bir kere geçiyor. Bundan geçtikten sonra da artık bir daha, mesela o deyin ki hukuk fakültesinde okuyan biri; hakim olacak, savcı olacak. O deyin ki siyasalda okuyan biri; milletvekili olacak veya bir vali olacak kaymakam olacak. O deyin ki polis okulunda okuyan biri; eminiyet müdürü olacak, komiser olacak, polis olacak. Şimdi buna, oralara geldikten sonra kim laf anlatır? Anlamayacak ne var ki durumu, içinde bulunduğumuz durumu anlamak için bu çok tipik bir örnektir aslında. Ve geldiğimiz noktada biz aslında peygamberi, sevgili Nebi’yi, her türlü istismar etmiş ama semerelendirememiş bir konumdayız, bir ümmet konumundayız. Yani meyvesinden istifade edilememiş ama her türlü de istismar etmişiz. Bu konumdayız. Ve ben, sevgili efendimizin, mümkün olsaydı da sorsaydık; ‘bize nasıl bakıyorsun?’ diye; benim gönlüm öyle söylüyor ki derin bir kırgınlık, derin bir hayal kırıklığı, yani ‘kullanıp atmadığınız hiçbir şey kalmadı, en çok kullanıp attığınız da benim’ diyeceği gibi bir his var içimde.
-Hocam, burada o zaman hemen sözü önerilerinize getirelim. Yani şimdi bu istismarın içerisinde bulunmuş olan veya hali hazırda bulunan kardeşlerimiz var. Yada bu istismarı uzaktan seyredip ‘böyle bir din olamaz’ diye dinden uzak duran, dinden soğuyan ki haklıdırlar bunu din olarak gördükleri için. Aslında gerçeği bilseler, bunun böyle olmadığını anlamaları aslında çok kolay. Bu her iki kesime de önerilerinizle bitirelim.
İçerideki kardeşlerimize bir çağrıda bulunmak istiyorum; Allah rızası için bunu yapmayalım. Bunun hiç kimseye bir faydası yok. Tezgahında peygamber satan, sadece ve sadece satıcı olmuş olur, dinci olmuş olur ama ehl-i din olmaz. Dincilik başka şey, ehl-i din olmak başka şey. İman satmak başka şey, ehl-i iman olmak başka şey. Kur’an satmak başka şey, ehl-i Kur’an olmak başka şey. Dolayısıyla peygamberi satmayıp, peygamberi önümüzde bir model olarak yaşatırsak, inanın Allah Rasûlü yaşadığı çağı nasıl dönüştürdüyse, bugün de Kur’an ile öyle dönüştürür. Zira peygamberin hocası Kur’an idi. Peygamber öldü fakat Kur’an yaşıyor, peygamberimizin hocası ölmedi. Peygamber öldü, ahlakı ölmedi, onun ahlakı Kur’an idi. O zaman Kur’an’a hürmet eden peygambere hürmet etmiş olur. Kur’an’a hürmet etmeyen asıl peygambere hakaret etmiş olur. En güzel siyer Kur’an’dır, siyer-i nebi. Onun için bu anlamda peygamberin yaşayan ahlakına sahip çıkalım, o Kur’an’dır. İçeridekilere bu. Dışarıdakilere ise, uydurulan din piresine kızıp da indirilen din yorganına yakmayın. Gelin, size takdim edilen dinin tek olmadığını, birinin çakma olduğunu öğrenin, çakmasına bakıp da uzak durmayın. Çakmasına bakıp da uzak durursanız, gerçekten çok büyük bir mahrumiyet yaşarsınız. Oysaki bu dinin hakikisi, insanlığın en şerlisi aklını kullanmayanlardır, diyen Kur’an’ın dinidir. İslam’ın hakikisi, Allah hakikisi; Allah aklını kullanmayanları pisliğe mahkum eder, diyen Kur’an takdim ettiği dindir. Siz de bunu istemiyor musunuz? Yani dışarıda kalanlara söylüyorum. Kendini dışarıda hissedenlere, siz de bunu istemiyor musunuz? Onun için şöyle bir peygamber sevilmez mi ya, şöyle bir peygamber: ‘Dikkat edin aranızda geçmişi ve geleceği bilen biri bulunuyor’ ‘ağzını topla, vallahi ben yarın bana bile ne yapılacağını bilmem’, dolayısıyla böyle diyen bir peygamber sevilmemiz. Şöyle diyen bir peygamber sevilmemiz mi; ‘Ey varlığın en hayırlısı’ ‘Ne dediğinin farkında mısın, o dediğin İbrahim’di.’ Şöyle diyen bir peygamber sevilmez mi; ‘Bak ya, güneş tutulması yaşandı. Peygamberin oğlu öldü diye güneş bile tutuldu.’ Kürsüye çıkıp, mimbere çıkıp; ‘İnsanlar, ne dediğinizin farkında mısınız? Allah bir yasasını bir kul için bozmaz’. Böyle bir peygamber sevilmez mi?
-Hocam, Allah razı olsun. Çok teşekkür ederiz. Ağzınıza sağlık. İnşallah tekrar görüşmek üzere, her şey için teşekkür ederiz. Bizi bu sıcak ağırlamanızdan dolayı.
Bereketli olsun. Rabbim tesirini halk etsin, ben de sizi tebrik ediyorum.