NATO: KÜRESEL KOALİSYONUN ASKERİ GÜCÜ

A. ARAF ARAT

VAN 22.10.2014 09:57:31 0
NATO: KÜRESEL KOALİSYONUN ASKERİ GÜCÜ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 ABD bugün İslam coğrafyasındaki siyasi, ekonomik çıkarlarını devam ettirmek için, soğuk savaş döneminde savunma stratejisi uygulayan NATO’yu yeniden yapılandırarak taarruz ve yayılmacı bir strateji uygulayan silahlı gücü haline getirmiş oldu. NATO tehdit algısını yeniden tanımlarken, ABD’de her türlü sorunu içinde barındıran İslam coğrafyasına işaret ederek bu coğrafyayı her türlü tehdidi barındıran coğrafya olarak hedef göstermiş oldu.   NATO küresel koalisyonun savunma ve taarruz sistemini harekete geçiren, yeryüzünün askeri, siyasi, ekonomik alanlarını her türlü kontrol ederek, çıkarlarına uygun kullanabilme yeteneğine sahip küresel organizasyonun adıdır.Bir zamanlar Sovyetler Birliğini çevrelemek üzere, bir askeri ittifak organizasyonu olarak kurulan Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO) küreselleşmeyle beraber ABD’nin küresel kolonyal organı haline geldi. Hemen hepimizin örgütlenme mantığını, kuruluş amacını ve üye ülkelerin üye olma gerekçesini bir dizi istatistiksel veriler üzerinden öğrendiği NATO, 1949’da soğuk savaş’ın koşullarına uygun olarak batı bloğunu (Avrupa’yı), Sovyetler Birliği’nin olası saldırı ya da işgaline karşı korumak için kurulan savunma örgütünün adıdır. Bugün NATO’nun o dönemde kurulma amacı hala tartışılmaktadır. Tartışma, Sovyetler Birliği o dönemde Batıyı gerçekten tehdit ediyor mu? Sorusu üzerinden yapılmaktadır. Bugün uluslararası ilişkilerde devletlerin çıkarlarını korumak ya da devam ettirmek için çeşitli organizasyonlar kurarak her türlü eylemlerine meşru görüntüsü vermeyi amaçladığı biliniyor. Soğuk savaş yıllarında Dünya ABD ve SSCB arasında çeşitli bahanelerle paylaşılmış ve bu tür örgütlerle diğer devletlerin bu iki devletten birine bağlı olarak yaşaması öngörülmüştür. Batı ve Doğu bloğu, Atlantik-Pasifik, Sosyalist-Kapitalist gibi kutuplaşmalar diğer devletleri bir tercihe zorlamış ve bu tercih dünyanın siyasi ve ekonomik nüfuz alanlarını belirlemiştir. Bununla birlikte soğuk savaş dönemi boyunca, bu kutuplaşma karşılıklı seyreden yapay tehditlerle dünyanın hemen her coğrafyasında yaşayanları işgal ve saldırı paranoyası ile bir algı yönetimi geliştirmiş ve dünya bu iki devletin çıkarlarına hizmet ettirilmiştir. Bu dönem tartışılan tüm yönleriyle geride kaldı. Ancak NATO’nun soğuk savaş sonrası varlığı tartışılmaya başlandı. NATO’nun Soğuk Savaş sonrasında misyonunu değiştiren ve en önemli kararların alındığı ve her birinin ayrı bir öneme sahip olduğu NATO zirveleri yapıldı. Özellikle 1990 sonrasında yapılan ve devrim niteliği taşıyan; 1994 Brüksel, 1997 Madrid, 1999 Washington, 2002 Prag ve 2004 İstanbul, 2006 Riga, 2008 Bükreş, 2012 Chicago ve son olarak 2014 Galler Newport zirveleri NATO için tarihi dönüm noktaları olmuştur. Bu zirvelerde alınan zirve kararları soğuk savaş sonrası dünyanın tek süper gücü haline gelen ABD’nin bu üstünlüğünü devam ettirmesine yönelik alınan kararlar olmuştur. Bu zirvelerden en önemlisi 2006 da Eski bir Sovyetler Birliği ülkesi olan Letonya’da yapılan Riga Zirvesidir. 2006 Kasımında yapılan Riga zirvesinde ABD’nin getirdiği öneriler NATO’nun geleceği ile ilgili birtakım yeni tartışmaları da beraberinde getirdi. 11 Eylül olayları sonrası ABD Afganistan ve Irak’ı işgal etti. Yapılan stratejik hatalar, ekonomik kriz, içeriden ve dışarıdan gelen sert tepkiler ve bütün bunlara askeri yetersizliği de eklenince ABD ciddi anlamda köşeye sıkıştı. Gelişen ve değişen dünya şartları Rusya ve Çin gibi ülkeleri yeniden canlandırmaya başlayınca tek kutupluluk durumunu sürdürebilmek zorlaşmış oldu. Böylece süreç tek kutupluluktan çok kutuplu bir sürece girmeye başladı. İşte ABD bu durumda kendi gücünü sürdürebilmek için NATO’yu yeniden yapılandırmaya başladı. Bunun için NATO’yu değişen koşullar gereği, değişimden geçirmek ve küresel çıkarlarına hizmet ettirmek için yeniden düzenlemek istedi. Bu düzenlemenin ilki 2006 Riga zirvesinde yapıldı ve zirvede alınan kararlarla ABD’nin yayılmacı politikasına uygun, NATO’yu askeri gücü haline getirmenin adımlarını da atmış oldu. Bu zirvede alınan kararlar NATO’yu küreselleştirmeye yönelik kararlardır. NATO’nun dünyanın her tarafına, uzun süre kalma kapasitesine bağlı askeri kuvvetler gönderme yeteneğine sahip olması üzerinde durulmuş, özellikle Terörizme karşı savaşma hedefi ön plana çıkarılmıştır. ABD bugün İslam coğrafyasındaki siyasi, ekonomik çıkarlarını devam ettirmek için, soğuk savaş döneminde savunma stratejisi uygulayan NATO’yu yeniden yapılandırarak taarruz ve yayılmacı bir strateji uygulayan silahlı gücü haline getirmiş oldu. NATO tehdit algısını yeniden tanımlarken, ABD’de her türlü sorunu içinde barındıran İslam coğrafyasına işaret ederek bu coğrafyayı her türlü tehdidi barındıran coğrafya olarak hedef göstermiş oldu. Bu coğrafya’nın her türlü tehdidi barındırdığına somut gerekçe olarak; nükleer silahlanmayı, bazı istikrarsız ülkeleri ve bölgesel çatışma ve iç krizleri gösterdi. Bilinçli yapılan bir politikanın gereği olarak tehdit olarak tanımlanan bu gerekçeler bizzat ABD tarafından bölgesel işbirlikçileri ile birlikte planlı ve kasıtlı olarak çıkarılmıştır. İran’la yürütülen nükleer silahsızlanma ile ilgili müzakereler tazeliğini korurken, İslam coğrafyası Arap Baharı projesiyle istikrarsızlaştırılmış, mezhep farklılıkları ve etnik yapılar üzerinden bölge halkları ayrıştırılarak bölgesel çatışmalar teşvik edilmiş, her geçen gün çok daha belirgin hale getirilen tehdit algısı dünyanın gündeminde tutularak NATO’nun uluslar arası koalisyonun emrinde her türlü tehdide karşı operasyon yapabilmesinin zemini de hazırlanmıştır. NATO bu yeni misyonu ile alışık olduğumuz askeri ittifak görüntüsünden uzaklaşarak, siyasi misyonu daha ağır basan ya da her ikisinin birlikte yürütüldüğü çok yönlü, stratejik akılla planlanan siyasi organizasyon görüntüsü vermeye başladı. Kriz yönetimi, bölgesel çatışmaların önlenmesi, istikrarın yeniden tesis edilmesi, insani yardım gibi konuları da içeren yeni bir konsept geliştirdi. Böylece NATO’nun stratejik konsepti küresel bir boyut kazanmaya başladı. NATO bu yeni misyonu ile asimetrik tehdide karşı dünyanın her tarafına müdahale edebilecek tarzda tam operasyonel askeri ve aynı zamanda siyasi bir güç olduğunu ilan etti. Böylece NATO eski misyonu ile yeni misyonu arasında hiçbir benzerliğin olmadığını tüm dünyaya duyurmuş oldu. NATO üyesi ülkeler Terörizme karşı ortak savaş ve kitle imha silahlarının yaygınlaşmasının önlenmesine karşı ortak mücadele etme gibi ortak kararlar üzerinden ABD’nin istediği kıvama getirilmiş oldular. Diğer taraftan zirvelerde alınan kararlar NATO’nun etkinlik ve nüfuz alanını dünya coğrafyasının tamamına yayılacak şekilde genişleterek NATO’yu adeta küresel koalisyonun askeri gücü haline getirdi. NATO dünyanın her yerinde operasyon düzenleyebilecek konsepte, siyasi ve askeri kararlığa sahip, yeteneğini küresel koalisyonun çıkarlarına uygun olarak geliştirebilen küresel bir örgüt olmuştur. Böylece NATO’ya üye olan ya da NATO ile “Barış İçin Ortaklık” ya da “Terörizmle Ortak Mücadele” adı altında bir şekilde diyalogu olan ülkelerin silahlı güçleri ABD ordusunda tek bir subayın emrine verilmiş oldu. İslam coğrafyasında her türlü zulmü işleyerek ve bölge halklarına her türlü acıyı reva görerek yaşayan işbirlikçi iktidarlar, kendi çıkarlarını korumak adına şeytani örgütlenmeleri finanse etmekten, her türlü askeri mühimmat ve lojistik desteği sağlamaktan çekinmemektedirler. 2014 Galler NATO zirvesinde NATO’nun kuvvet yapısıyla ilgili önemli bir karar alındı. Türkiye’nin yeni Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, oluşan tehditlere başından müdahale edebilmek için bir öncü güç oluşturma fikrinin gündeme geldiğini ancak bunun nasıl olacağı ve ne yapılacağı konusunda henüz karar verilmiş bir yapılanma olmadığını belirtti. Ancak önceki NATO toplantılarında “Acil Müdahale Kuvveti” (NRF) NATO’nun yeni döneme uygun olarak yeniden yapılandırılması sürecinde gündeme gelmiş, 2006’da yapılan Riga Zirvesi’yle de bu kuvvetin tam operasyonel kuvvet olacağı ilan edilmiştir. Bu durum yapılan son NATO zirvesinde iyice belirginleştirilmiştir. Böylece NATO’nun içinde dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkabilecek bir tehdit algısına karşı çok hızlı hareket edebilecek bu gücün 48 saat içinde dış tehditle karşı karşıya kalan bir NATO ülkesine konuşlandırılması mümkün olabilecektir. Artık Ukrayna ve İŞİD gibi benzeri krizlerde muhtemel tehditlere karşı etkili şekilde karşı koyabilmek için  “Öncü Güç” oluşturulması kararı resmen alınmıştır. ABD Başkanı Obama ile İngiltere Başbakanı Cameron İngiliz The Times gazetesinde yayınladıkları ortak makalede ‘IŞİD ve Rusya’ konusunu ele alarak, IŞİD’in eylemleri ve Rusya’nın Ukrayna’daki tutumuna karşı NATO üyesi ülkelere aralarındaki ittifakı güçlendirme çağrısı yaptı.Ortaya çıkabilecek her türlü tehditte, ortak tavır alabilecek bir Uluslar arası koalisyonun böyle bir çağrıya karşı çıkması bir yana, bu çağrının dikkate alınarak uygulanmasında her türlü askeri, lojistik desteği vereceği planlanmaktadır. Bu güç istediği zaman istediği bölgeye girebilecek kara, deniz ve hava unsurlarıyla birlikte operasyon yapabilecektir. Irak’ın parçalanması, Suriye’nin ayrıştırılması, IŞİD’in ortaya çıkarılması ve bir dönem desteklenmesi NATO’nun askeri bir güç olarak bu coğrafyaya yerleştirilmesini sağlayacak her türlü meşru gerekçeyi hazırlamıştır. Ortadoğu’daki küresel küfrün çıkarlarını korumak adına bütün bu süreç yaşatılmış ve İnsanlık tarihinin en sistemli ve organize cinayetleri bu süreçte işlenmiştir. ABD NATO’yu kendi emrinde hareket eden küresel küfür sisteminin, askeri koalisyon gücü haline getirerek dünya üzerindeki askeri gücünü ve harcamalarını kısıtlama yoluna gitmiştir. NATO değişen ve gelişen dünya şartlarına uygun olarak aşama aşama küresel bir örgüt haline getirilmiştir. NATO’nun kısa vadeli hedefinde ABD’nin başını çektiği küresel küfrün çıkarlarını tehdit eden unsurlarla savaşmak yer almaktadır. Bu unsurlar uluslar arası istihbarat örgütlerinin ve bölgesel dinamiklerin ve koşulların ürettiği geçici ve stratejik aklın ürünü olarak ortaya çıkan unsurlardır. Bu cümleden asıl hedefin elbette ki uzun vadede İslam olacağı anlaşılmalıdır. İslam uzun soluklu ve bilinçli bir süreçte, nebevi yönteme uygun, nefsindekini Kur’an’ın içindekilerle yer değiştirmiş bir ümmetin inandığı dinidir. Alınan bütün bu tedbirler Kur’an ve sahih sünnetin pratik ifadesi olan yeni ve canlı bir ümmet dirilişinin önünü kesmeye yönelik alınan tedbirleridir. İslam yeryüzündeki yayılma sürecini daha da hızlandırmıştır. İslam dışında bunca tedbirleri almayı gerektirecek başka hiçbir güç yoktur yeryüzünde. Küresel koalisyon yeryüzünde Allah’ın dininin yayılmasına engel olmak için her türlü tedbiri almaktadır. Her türlü hesap yapılmakta ve değişen koşullara uygun bir stratejik akılla uygulanmaktadır. Elbette ki Allah’ın da bir hesabı var ve Allah hesap yapanlara karşılık vermekte en güçlü olandır. -.iktibasdergisi.